ay sonu geldi!

deliler gibi çalışacağım, yorgunluklara gark olacağım bi 2 gün var önümde. ama ben tecrübeli sayılırım. yorgunluğu doğru dağıtmayı başarıyorum artık.. eh ne de olsa 3,5 senedir, her ay sonu yaşıyorum bu durumu.. her ne kadar tecrübeli de olsam, akşamları eve bitik halde gittiğim de bi gerçek.. olsun varsın, zaten fazla kalmayacak gibi görünüyorum bu iş yerinde.

gerçi planlarını kurduğum ve girişimine başladığım bi şey var.. eğer o geçekleşirse, ki lütfen gerçekleşsin, bi süre daha burdan bi yere kımıldayamam.. gerçekleşsin de, ben bi yere gidemeyeyim :)

sabahtan beri deli gibi çalıştım. şimdi ise, başka bi çalışma dönemi var önümde.. akşam da kardeşime gideceğim üstelik. yorgunum, yorgun kalacağım demek oluyor bu da.. keşke diyorum, hayat daha kolay olsa..

yazamam bi daha.. en azından yarın akşama kadar.. hatta belki pazartesiye.. olur da merak ederseniz, polisi fln aramayın diye yazıyorum bunları. ortalığı velveleye vermeyin durup dururken..


30.07.2009

(H)(Ö?)SYM

OSYM adlı güzide kurumuza işim düştü! 2006 yılının mart ayında girmiş olduğum ÜDS isimli sınavın sonuç kağıdını, sonuçtan memnun kalmadığımdan olsa gerek; keybedivermişim.. e şimdi lazım oldu, napces? Derhal orcinalinden bi tane daha bastırces..
Hiç de öyle kolay değil, aman diyim yeltenmeyin.. “bürokrasi” diye koccaman bi terim, boşuna mı çıkmış? Şimdi burda uzun uzun yazmak isterdim, “bir insan evladının, anasından emdiği süt burnundan nasıl getirilir” konulu çalışmalarını; ne benim yazmaya takatim kaldı, ne de o kadar sıkıcı bi yazı yazmak isterim.. bu sebepten siz bilin ki; bu işler, zor işler..

Ben lise yıllarındayken, ki nostaljik bir hikaye anlatıyorum, leman dergisinde yazardı Vedat Özdemiroğlu. O dönem her lise öğrencisi gibi, bizim de ana konumuz öss idi. VÖSYM isimli köşesinden, alternatif sınav soruları yayınlardı kendisi. Soruların yaratıcılığı, sınavın ciddiyetini biraz da olsa hafife almamıza yardımcı olurdu.. ne güsel bi iş yapardın sen, sevgili Vedat!

ÖSYM kurumuna saygılar, Vedat Özdemiroğlu’ na sevgiler..
Bir VÖSYM örneği, tadımlık olarak aşağıda..





*Muğla'dan yola çıkan bir araba ile aynı saatte Kayseri'den yola çıkan bir kamyon, bir buçuk yıl sonra İzmit'te karşılaştıklarına göre, Zonguldak'tan yola çıkmayan bir minibüs, yola niye çıkmamış olabilir?

a) minibüs şehir içi çalışıyor olabilir!
b) İzmit'te ikiden fazla araç çalışamaz!
c) Zonguldak'tan yola çıkış yasaktır!
d) yola çıkma niyeti olmayabilir!
e) hepbiri!
29.07.2009

SoNSuZ SoRuNSaL

etrafta kulağınıza çalınır, istemeseniz de gözünüze sokulur hep..
zayıflamalıdır kadın kısmısı, incecik olmalıdır..
hiç bir incelik, yeterli değildir..
ne gönül rahatlığıyla pasta yiyebilir, ne pizzaya mayonez dökebilir..
alışverişe çıkmaya kalksa, bedenlerin gitgide küçüldüğünü fark eder..
36 beden, eski 36 beden değildir artık..
kilonda oynama olmaz ama mağazadaki yeni sezon kıyafetlerden 40 beden almak zorunda kalırsın.

bi de sevmez erkek milleti, kalori muhabbeti yapan kadınları, değil mi?
"doğal" olan, "harbi" kadınlar; erkekle oturup kebap yiyip rakı içebilen, biranın kalorisini değil köpüğünü konuşanlardır..
sevgililerinin bakımlı ve güsel olmasını isterler.. güsel ve bakımlı olmanın en önemli kıstası ise, zayıf olmaktır. keza yeni moda kıyafetler, "skinny" tabir edilen vücutlara göre dizayn edilmektedir. zayıflıktan ölmek üzere olanlar dışında kimsenin üstünde güsel durmazlar. o kıyafeti kendine yakıştırmak istiyorsan, zayıflayacaksın kızım!

bi taraftan da bakıyorum, dünyanın gözünü alamadığı kadınlar hep etine dolgun hatunlar.. "çok güsel yahu" ya da "bebek gibi" denilen kadınların hepsi kalın bacak-ince bel-büyük göğüs şeklindeler. kolları kalın kalın hepsinin, popoları kocaman.. ister spor yapmkatan deyin, ister vücut orantısı..

jennifer lopez ablamız ile başlayan bu "dolgun kadın" furyası son hızıyla sürer ve hayran kitlesini genişletirken, biz neden üstümüze yakışan pantolon bulmakta zorlanırız?

bi kaç resim de koyacağım, beraber bakalım istiyorum.

Karşınızda Beyonce.. ne kadar güsel bir kadın ama.. peki bacaklarının kalınlığı ve göğüslerinin büyüklüğü, orantılı mı sizce?




Buyrun bu da Jennifer Lopez ablamız...ve tabii, meşhur poposu.. çirkin mi yapıyor hanım kızımızı? yok artık!



ve son örnek olarak Rihanna kızımız..bacakları ne kadar da kalın değil mi, vücuduna göre? peki Rihanna bu fotoğrafta çirkin mi sizce?






bu üç bayan da, güzeller güzeli.. etine dolgun, yuvarlak hatlı ve çok kadınsı.. peki neden hala zayıflamaya çalışıyoruz?bunun peşinde miyiz yoksa?




şahsen ben değilim bayanlar.. 40'a dönüşen 36'larımı alır, cam kenarında yağmura karşı kahve-çikolata yaparım!
hadi şimdi dolgun kadınların, zayıflardan daha kadınsı olduğunu kabul edip; oturun oturduğunuz yerde..

PS: bu yazının, bi türlü veremediğim kilolarımla alakası yoktur... alaka kuran, terbiyesizdir!
hadi eskit ruhumu, insanüstü çabanla..
ben inadına, çocuk gibi bakmaya devam edeceğim sana..
sen sadece gördüğüne inanmaya devam ettiğin sürece;
daha büyüğü yok eziyetin, benden sana..
İçimde yeni heyecanlar taşıdığım bir gün, bugün.. umutlarım var, oluştu.. çekindiğim halde, çaresiz kaldığımdan... korka korka da olsa denedim. İlkinde olmadı bi de. İkincisi de düşmedi mi.. nası panik. diğerinde düştü allahtan.. nasıl bir rahatlama, nasıl bir huzur..
Yeniden başlamalı.. tüm heyecanlar yeniden sırtlanmalı. Verecek şeylerim daha bitmedi hayata.. köşeye çekilip yaşlanmayı beklemek için, erken daha. Biraz cesaret önce, sonra çaba, belki biraz zorlanmaca.. ama neticede gözünü bi açıp bi de kapayana.. elindekilere şaşırmak sonra..
Ben bunların peşindeyim.. peşinde olmak için de mecbur, gözümü karartmalıyım.. istiyorum çok ama, korkuyorum bi o kadar. Keşke diyebilsem, ateş olsa düştüğü yeri yakar diye. Hala taze, hala dün gibi..
28.07.2009

UNdeFiNeD

Kendimi işime adadığım bir gün daha..
Pek yapmıyorum bunu aslında. Ya yumurta kapıya dayanacak ya da benim kafamı dağıtmaya ihtiyacım olacak..
I.
Bazı şeyler vardır, üstünde kafa yorulması gerekmektedir. Düşünmeli ve hakkında karar verilmelidir. Ama bi türlü elin gitmez o konuya. Araya bi sürü saçma sapan şey şıkıştırırsın, çok işin olduğu için ona vakit ayıramadığına kendini inandırırsın ya.. aynen öyle, korkarım...
Son dönemlerde içinde olduğum ruh halini pek beğenmiyorum.. ne yüzeydeyim, ne derinde. Ortada asılı kalmış gibi hissediyorum. Yukarı mı çabalamalı, aşağı mı; onu bile bilmiyorum üstelik.. işte kafamı toplayıp düşünmem gereken konunun hası, burdan başlıyor. Ne yapmak istediğime karar vermeliyim önce. Bugün kesin kararlı olduğum bir şeyin, yarın da aynı kararlılıkla arkasında durabilmeliyim.. durağan ve dirayetli olabilmeliyim..
II.
Yaşı küçükken insan, herşeyi bildiğini sanıyor.. küçük dağların yaratılmasında emeği geçti zannediyor. Büyüdükçe ego küçülüyor ama, ne enteresan.. pastaya eklenen her yeni mum, biraz daha bilgi götürüyormuş gibi sanki, “bilmiyorum” demeyi öğreniyor. Bilmiyorum demekten çekinmiyor.. hatta Sezen Aksu gibi “bu kızı yeniden büyütmek” ten, herşeyi yeni baştan öğretmekten bahsediyor..
Büyüyorum ve hatta yaşlanıyorum artık.. kendi bilgimden şüphe ediyor, ne kadar az şey bildiğime hükmediyorum... karşıma geçip de, “ben bilirim” diyenlere tahammülsüzüm ama hala. Belki bu da bir evredir. Belki onlara tahammül etmeyi öğrendiğim zaman olacağımdır, tam anlamıyla..
III.
Siz siz olun, karşımda “ben bilirim” diyerek dikilmeyin olur mu? Çok pis kalbinizi kırarım... öyle bir görmezden gelirim ki, aklınız fırtar..
Bi de bana kafamı dağıtmak için, öfke dolu yazılar yazmaktan daha enteresan bi yöntem önerin ya.. sevmiyorum bu halimi..
IV.
Bi de; gelirken çikolata getirin bi kere de be.. hep eliniz boş..

(git gide cıvıklaşan bu uslübu, sadece –daha yazarsam iyice boku çıkacak- korkusundan sonlandırıyorum. İyi günler herkese)




ben aslında kızgın uyanmam.. sabahlarım, uyku sonralarım sakindir. çünkü ben, uyudukça unuturum herşeyi. bu sabah kızgın uyandım.. ve hala içimde nedensiz ve üstelik dinmeye niyeti olmayan bi öfke.. hiddetli bi öfke de değil ki, bağırıp çağırıp yatıştırayım..sitem dolu bi öfke sanki.. hani üniversite seçiminde, uzaklara gitmemen konusunda baskı yapar ailen de, yakında ama istemediğin bi yeri kazanırsın. işte öle bi öfke. "senin yüzünden" sitemiyle dolu..

durduğum yerde dudaklarımı sarkıtıp, mutsuzluk efektleri yaratasım var yeni yeni.. sıkıntımın nedenine çok da vakıf olmadığım gibi, çözümü hakkında bi fikrim de yok.. içim daralıyor.. kızgınım herkese ve herşeye.. beni bu masada oturmak zorunda bırakanlara, çalışmak zorunda kalmama sebep olan aileme fln. hepsini karşımda tek sıra yapıp, "sizin yüzünüzden!!!!!" diye bağırmak istiyorum.. benim bu isyankar çığlıklarım karşısında, yüzleri yere baksın karşımdakilerin. utansınlar, suçlarının farkına varsınlar istiyorum..

hüzne bulanınca, dibe batıp bi gayret yukarı çıkmak isteyenlerdenim ben. şimdi azıcık hüzünleneyim, kalanını paket yaptırıp evde hüzünlenirim diyemiyorum. "hüzünlen de bitsin kadın" telkinleriyle yaşıyorum. bu sebepten de, her bir hüznün bokunu çıkarırcasına, dibinde geziniyorum. nefessiz kalana kadar da, çıkmıyorum.. yorulayım diye hüzünden belki.. hiç bir şey yapmaya enerjim kalmazsa, belki hüzne de kalmaz hem. çok da yanlış değil hani..

işte böle durumlarda, toplu hüzün seanslarında sadık şekilde yerlerini alan üç beş kayıp ve kötü hatıra da yerleşiyorlar göğsümün üstüne.. ne kadar kalabalık olurlarsa, o kadar keseceklerini bildiklerinden nefesimi.. eş dost; kim varsa getiriyorlar...
nefesim daralıyor işte bugün.. olmadık hatıraların da eşliği ile, kalabalık hüzünleniyorum. şimdi "neyin var" diyecek birine, verecek cevabım da yok üstelik.
kızgınım, sitemkarım, yorgunum ve öfkeliyim..
bi de pazartesi üstelik..
26.07.2009

PaZaR

güsel bi pazar günü olarak başlayan bu şahsına münhasır zaman dilimi; benim menopoza benzer darlanmalarım ve "dokunduğumuz her şey çok pis!" çığlıklarım içinde cehenneme dönmüş durumda.. zavallı sevgilim masumca kitap okumaya çalışadursun, ben uzun tırnaklarımla bastığım klavye tuşları marifetiyle muhtemelen kendisini taciz etmekteyim.. yine muhtemelen yakın zamanda bu huzurunu bozacağımdan ve kendisini elde süpürge ile işe koşacağımdan haberdar.. ama sakinliğinden hiç bir şey kaybetmiş değil. böle durumlarda sanki içimden geçenler okunsun, ben daha hiç bişi sölemeden "ay evet, hakkaten pis ama ev" densin isteyenlerdenim.. bana sevgili/eş vs değil, muhtemelen müneccim fln lazım. aksi takdirde özenle huzur bozar, ağız tadı kaçırırım." insan olmak yetmez, yetmiyor zaten. süpermen, süpermen olmak lazım bazen" diyen cem yılmaz mazhar alanson düeti gibiyim.. aklın sınırlarını zorluyor ama bu kadar dürüst olduğum için de kızamıyorum kendime. pozitif ayrımcılık taraftarıyım :)
ayrıca sabah ellerimle öldürdüğüm kara sinek ve arkadaşları yüzünden delirmek üzereyim.. bulaşık yıkarken sağıma soluma yüzsüzce konup kalkan pis hayvanı kill bill filmindeki uma hurmanı kıskandıracak bir "ölümcül elimin tersi" tokadı ile, soğukkanlılıkla, tek hamlede hakkın rahmetine kavuşturduktan ve hatta pis cesedini mutfak lavabosunda ebedi istirahatine terkettikten sonra; pıtrak gibi sağdan soldan bitiveren başka kara sineklerin hala uçuyor ve beni huylandırıyor olmaları delirmeme zemin hazırlamakta..
tüm bu histerik delirme ritüelinin bir sebebinin de sıcak olduğu kanısındayım.. tabiri caiz ise leş gibi bir sıcak var.. evim yerin altında, tamamen zemine oturmuş halde ve güneşten çok da nasiplenmediği için genelde oldukça serin olmasına rağmen; bu derece terliyor olmam, tüm normal evlerde yaşayanlara sabırlar dilememe sebep oluyor ama yine de kendime acımamı engellemiyor.. bir vantilatör (klima bile değil, bak) için ruhumu şeytana satabilecek kadar düşmüş vaziyetteyim..
yanımda olan, yanımda olmak zorunda kalan ve şuursuzca yanımda kalmayı seçenlere sabırlar diliyor; tez elden bu delilikten kurtulmayı temenni ediyorum..
23.07.2009

!^%/)?*

bazen çok özeniyorum, blogunu toplumsal mesajlar vermek için kullananlara. keşke ben de umursasam diyorum.. keşke ben de bişiler yapabileceğime inansam bi şekilde...
çok takdir ediyorum gerçekten.. kişisel blogunda, sesini birilerine duyurmaya çalışanlara ve grup blogları oluşturarak birden fazla yazarla daha geniş kitleleri hedefleyenlere..
ama ben duyarsızım..


deniz anasını, elektrik çarpar mı?
22.07.2009

SLoGaN BuLDuM!

Tatile giderken “sıkıldım ben bu hayattan. Artık değişiklik yapmak, mümkünse hiçbişi yapmamak istiyorum” dedim durdum. Hatta Nil’in şarkısında geçen “ben bu yaz bronzlaşmak/kendimle uzlaşmak/yer yer yozlaşmak/uzaklaşmak istiyorum” sözlerine bağıra çağıra eşlik ettim.. bloguma da “bi süre buralarda olmıcam. İnternetsiz ortamlarda kafa dinlicem” dedim.. evet, dedim.. ama itiraf ediyorum ki; internet kullanımı da, sigara tarzı bir bağımlılık yapıyormuş, hazırlıksız bünyelere.. ordayken yer yer titreme nöbetleri ile sarsılsam da, kendimi denize fln atmak suretiyle kurtuldum ataklardan. Fakat şimdi aradaki farkı kapatmak ister gibi, sayfalarca yazılar yazasım var. Sanki on gün boyunca yazmadığım yazı miktarını, şu ara yazmalı ve aradaki farkı kapatıp rahata ermeliymişim gibi..
İşin acıklı tarafı, yazacak bişeyimin de olmaması. Beni monoton hayatımdan kurtaran on günlük bi tatil yaptım evet; ama size de her gün sakızlı dondurma anlatılmaz ki...
Peksimetten bahsedeyim ben en iyisi.. tip olarak etimek’e benzeyen ancak tadı tuzu pek farklı olan; pek kimsenin bilmemesinden yola çıkarak yöresel olduğuna olan inancımı pekiştirdiğim, güzide bi aperatif kendisi.. böle çaya batırırsın, yanında da tulum peyniri yersin.. muhteşem olur... sadece tulum peyniri ile değil, her türlü tuzlu peynirle iyi gittiği, tarafımdan tescillidir.. bilen bilir, bilmeyen talihsizdir... şu aralar evceğizimde yarım kilo kadar var ama 2 güne kadar biter kanaatindeyim..
Bi de nası çok işim var; görsen, yardım edesin gelir.. peki ben napıyorum? Hiç.. nası içimden gelmiyo...nası tembel tembel gerinip kaşınasım var.. evde olmak istiyorum.. sırtım çok kaşınıyo bu aralar bi de, soyulmaktan tırsıyorum. O kadar övdüm bronzluğumu, gözü kalanın gözü çıksın.. nazar değer de soyulursam; nazar edeni, ele güne karşı silah zoruyla soyarım valla.. ona göre, ayaklar denk alına...
Ayyyay, takriben bi saat felan kalmış çıkmama.. o zaman ben şimdi biraz bikini mi baksam? Billabong’ da pek güsel modeller var gibi geldi bana. Ama karıştırken interneti, Kom’da bir bikini beğendim ki; evlerden ırak.. pek güsel, benim olmalı o! Gerçi hanım kızımızın üstünde durduğu gibi durmayacak benim üstümde ama; olsun.. moda; insanın kendine yakışanı sevmesidir!

allam, ne güsel bi hismiş bronz olmak! yıllardır yanabilmek için çektiğim eziyetler bir yana, tavuk kıvamında nar gibi kızarıp cazur cuzur soyulmam diğer yana.. hatta hepsi bi yana da, ben bi yana.. oysa bu sene; ne güsel yandım, ne güsel bronzlaştım. acı çekmeden, kızarmadan, soyulmadan..

beyazlar giyiyorum, tatilden döndüğümden beri.. siyah da ayrı güsel oluyor ama, beyaz başka.. aynalara bakmalalara doyamıyorum.. sürekli kendimi seviyorum bakıp bakıp.. pembe ruj sürüyorum iş yerinde, bi de rimel; dersin profosyonel makyaj yapılmış bu hatuna.. nasıl doğal, nasıl güsel...

bu sene tatil yapmaya devam edeceğim. herşey yolunda giderse, ayvalığa ağustos ve eylül aylarında birer kez daha gideceğim.. mucize kabilinden adlandırdığım kakao yağımı da yanımdan ayırmayacağım.. hatta sevdiceğimle yaptığımız planlarda adı sıkça geçen "caddebostan sahil" gezilerine bile kakao yapımı sürüp de gideceğim.. ya da belki başka bronzlaştırıcı yağlar..

teknolojiden faydalanmak lazım.. herşeyi doğaya bırakmamak lasım hacı.. yıllardır çektiğim eziyetlere ithafen, kakao yağını yüzyılın ürünü ilan ediyorum.. ayrıca; bronzluk vazgeçilmesi zor bi güzellik sundu bana. solaryuma bile sıcak bakmaya başladım yeniden. neden olmasın bebeyim?
21.07.2009

YeTTiM GaRiiii

yettim gari, sevgili blog... tatillerden döndüm, şehri istanbula..ama tabi bir paratoner edasıyla üstüme üstüme çektiğim belalarım da benimle beraber geldi.. öncelikle dönüş yolunda otobüsümüz kaza yaptı yaw... kaç kişinin başına gelmiştir? ölümlerden döndüm resmen!
yok yaw, ölümlerden dönmedim..ama kaza yaptık hakkaten... şöle ki, bizi sollamaya çalışan izmir plakalı bi denyo amca, ki kendisi toyota kullanmaktaydı, karşıdan gelen araç ile bizim otobüs arasında sıkışmış ve "karşıdan gelene sürtüneceğime, yanımdan gidene sürtüneyim" diyerekten; bizim otobüsümüz ile namünasip bir münasebette bulunuvermiş.. acı fren sesleri, sarsılan ve yoldan çıkan otobüs, çığlıklarla uykularından uyanan yolcular.. velhasıl kelam; izmir plakalı denyo amca polis gelmeden şurdan şuraya gitmem diye tutturduğu için, yol kenarında kırkbeş dakikaya yakın tembel balıkesir polisini bekledik.. ben de çıkıp sigara içtim, fırsattan istifade.. şaka maka; hiç korkmadım ben yaw... herkesler yerinden sıçrarken, ben altımda düğümlediğim bacacıklarımı bile çözmedim ve dahi, kulaklıklarımdaki müziği bile durdurmadım..
az kalsın tarihe bir susurluk vakası daha kazınacaktı yaw :)
neyse allahtan mola vereceğimiz yere yakınmışız da, hemencecik kamil koçun süpersonik tesislerine kıvrılıverdik... ben bi süre uyukladım otobüste.. sonra baktım çişim geliyo gibi, "bari tuvalete gideyim" diyip çıktım otobüsten.. tuvalette; bir araya gelmiş beşten fazla kadının yaratabileceği kaosa birkez daha şahit olup, derhal uzaklaştım mahalden.. hadi dedim bi sigara içeyim... tam sigaram bitmek üzereyken, bir köpek sesi duydum.. kulakları dikip, sesin geldiği yöne seyirttim ki ne göreyim.. bekçi köpeği diye bi golden' ı bağlamışlar kulübeye. ki bilen bilir, golden dünyanın en yavşak köpeğidir.. bana da hemen yavşadı tabii. bi süre oynaştık kendisiyle ama sonra tembel bünyemin gecenin dördünde daha fazla ayakta kalmaması gerektiğine hükmedip otobüse döndüm ben.. ben döndüm, otobüs sessiz sedasız hareket ediverdi. araçta taş çatlasın on kişiyiz.. herkes mola yerinde kadı.. noluyo len demeye kalmadan yolun karşısındaki bir tesise girdi şöför.. meğer bahtsızlıklar silsilesi daha bitmemişmiş. bir de lastiğimizin patlaması eksik kalmışmış.. koccaman tüfeğe benzer bi zımbırtıyla, hayvanati büyüklükteki lastik çıkarılıp yerine başka bir hayvanati büyüklükte lastik takılması ile, yarım saat olan molamızı bir buçuk saat sonunda noktalamayı başardık.. kamil koçun tesislerine bi döndük ki, zavallı yolcularımız "lost" edasıyla bekleşmekteler. hemen doluşuverdiler otobüse.. yola koyulduk bir kez daha..
neticede 7 saat sürmesi gereken yolculuğu 9.5 saatte tamamlayarak bu konudaki bir rekoru da egale etmiş ya da kırmış olduğum kanısındayım..
ama fena bronzlaştım be blog.. valla bak.. ben kendimi bildim bileli, böle bronzlaşma bilmedim... :p kakao yağı mucizesi... herkese tavsiye ediyorum.. alta sürdüm 30 faktör kremi, üste de kakao kremini... "chicken translate" şeklinde yatmak kaldı bana bi tek..
bi de bahçeden topladığımız kayısıların suyunu sıkmak kaydıyla yaptığımız saç ve yüz maskesi de pek güsel oldu.. pek de işe yaradı.. ayrıca ısırgan otu saça çok iyi geliyo, bu da böle biline! denedim gördüm.. burdan nazlı yarime teşekkürü borç bilirim :D
şimdilik bu kadar.. ayvalık güsel, gitmek isteyene tavsiye.. lakin pek kalabalık. eski halini bilen ve sevenleri, büyük bir dumura hazırlıklı olmaya davet ediyorum..
bu yazıyı okuyanları da sükunete davet ediyorum ayrıca :p
9.07.2009

GiTMeDeN

Sonunda; günlerdir dilimden düşürmediğim tatil, geldi çattı.. bugün iş çıkışında teyzeme gideceğim ve tatilim resmi olarak başlayacak. Ilk işim, telefonun alarmını kapatmak olacak. Otomatik çalmaya ayarlanmış olan alarmlar; Pazar hariç her gün çalıyor beni de benden alıyorlar.. bu hafta çalamayacaklar : )

Elimde iki kocaman valiz, bi de hamak var.. yüküm ağır değilse de, çok.. bunu; güsel ve huzurlu bi tatil için ödenmesi gereken bi bedel gibi görüp, hoşgörü ile yaklaşıyorum.. herşey yolunda giderse, yarın bu saatlerde susurluk- ayvalık arasında bi yerlerde olacağım sanırım. Teyzemler feribot biletini sabahın sekiz buçuğuna almak gibi bi enteresanlık yapmışlar da üzerinize afiyet.. yarın da erken kalkacak bu kardeşiniz yani. Ama bu kez, kutsal bi amaç uğruna..

Ayvalıkta kaldığım süre zarfında internete erişim şansım olmayacak.. açıkçası olsun da istemiyorum.. rutin hayatımdan ne kadar uzaklaşır, ne kadar farklı şeyler yaparsam; o kadar dinlenmiş ve mutlu döneceğim sanırım.. 10 gün kalacağım tam olarak..yetmeyeceği ama keseceği kanaatindeyim.bu arada oradayken sigarayı tamamen bırakmak ile, “amaaan salla bea, tatil bu” demek arasında gidip geliyorum. Henüz karar verebilmiş değilim. Kendimi alkol ve sigaraya da verebilirim, tamamen organik bi tatil de geçirebilirim..

Annemi de özlemişim bu arada, gider ayak iyice bastırdı bu özlem… Uğur Kedi’yi de özlemişim çok.. gidip anneme sımsıkı sarılmak, uğuru da obez göbeciğinden kucaklamak istiyorum.. : ) sakince valizimi yerleştirmek, kozmetiklerimi banyoya dizmek ve aktar ürünü ot-boklarımı kaynatıp uygulamak için ölüyorum adeta.. bu aktar olayını da anlatmak istiyordum aslında ama nasip değilmiş..

Bu şehri özleyeceğimi sanmıyorum.. dönmek isteyeceğimi de sanmıyorum aslında.. sadece pek kıymetli birini bırakıyorum ardımda, dört gözle gelmemi bekleyen.. deli gibi özleyeceğim ve ne kadar istemesem de bu şehri, koşa koşa gelmemi sağlayacak birini…yokluğumda onu çok güvenilir birine; takvimlere emanet ediyorum. Güzel gözleriyle bakacağı ve her bir gününde daha çok seveceği tek şeye..

Demem o ki.. ben buralarda değilken, siz hayatınızı aksatmayın.. hayat devam ediyor be canlar; gidenin ardından durmuyor ya.. :p

Ben 30 faktör kremimin üstüne kakao yağımı sürüp de kızgın kumlardan serin sulara atlar iken, siz bol bol yazın.. sıkı çalışın, bana materyal yaratın..

Ben giderim, adım kalır.. dostlar beni hatırlasın..

şaka değil! dün akşam kedi yağdı gökten... hem de en yavrusundan.. leylekler geçerken mi düşürdü diye düşünmedim değil.. ama sonradan komşulardan öğrendiğim kadarıyla; büyük bir kedi, yavruyu atıvermiş aşağıya..
aşağıya derken? şimcik şöle oluyor.. daha önceki yazılarımdan birinde köstebek gibi yaşadığımdan dem vururken bahsetmiştim.. benim evim -2. katta. fakat enteresan mimarisi sayesinde aslında -1 de gibi hissediyo ve hissettiriyo.. ayrıca önünde kalebodur diye tabir edilen madde ile kaplı bi bahçemsi alanı var.. ordan kafayı kaldırınca, takriben 2.5 metre kadar yukarda hayat var..
işte bu kedicik dün akşam o 2.5 metrelik duvardan benim bahçeye düştü.. ben zaten kedinin çığlıklarından kıllanıp kafayı kaldırdığımda, duvarın çok yakınında gezindiğini görmüş ve "düşer bu burdan" diye buyurmuştum.. nitekim çığlıklara dayanamayıp, bi derdi mi var bu hayvanın diye kendimi sokağa attığımda, benim üst komşuların, bahçeye baktıklarını gördüm.. "düştü mü?" dedim; "düştü" dediler.. tekrar indim aşağıya.. güç bela da olsa, aldım kediyi içeri.. hakkaten zorlu bi mesai oldu ama ayrıntıya girmeyeceğim..
aman nası tırsak yavrucak.. muhtemelen pek korkmuş.. tıslıyo,pıslıyo fln.. aman ne de ürkütücü; parmak kadar boyuyla :) bi süre uyguladığım kucak terapisi ile kendine geldi biraz.. adını da "düşük" koyduk.. :D
gece boyunca bişiler yedi, su içti, uyudu, kötü rüyalar görüp bağırarak uyandı fln.. tabi ben her seferinde anne şefkati ile yanındaydım.. sabah dört gibi bayılmışım, üzerinize afiyet.. yavrucak da ona oda olarak tahsis ettiğim koliden çıkıp kumuna çişini fln yapmış.. bacak kadar boyuyla gösterdiği bu akıllıca davranış, oldukça takdirimi topladı elbet..
baktım sabah bi rahatsızlığı yok, bıraktım sokağa; napiim.. hem benim kediye alerjim var, hem de bi iç kanama belirtisi göstermediği için kritik dönemi atlatmıştır diye..
ama bi yavru kediye annelik etmeyeli çok olmuş, bunu farkettim.. güsel bi hismiş, anımsadım..
bitti; bu kadar..
dün; cuma günü başlayacak olan on günlük tatilim için, alışverişe çıktım efenim. güneş ürünü adı altında pazarlanan ve kendine ciddi anlamda bir pazar oluşturmuş olan güneş kremi bakmaktı niyetim. ama ne mümkün.. onları bi kere öle adlandıramazsınız. ayrıca bi tane alıp da kaçamazsınız.. mümkün değil, ezerler adamı.. "e o yetmez ki öle.. bak bana, bu doğal çikolata görünümünü lancaster'in hedehödö kremi ile kazandım ben. altına 30 faktörlüyü sürdün, üstüne de faktörsüz olan bunu sürdün mü; plajların kraliçesisin bebeyim" gibi erkeksi olmayan cümleler ile, üstünüze yürürler maazallah... ama ben bilinçli tüketici çıktım.. bi tane 30 faktörlü güneş kremi aldım, çıktım.. kih kih.. hatta ilk başta "valla en iyisi bu" diye gösterdiği ürünlerin fiyatı 100 liralardan başlarken, ben gayet keseme uygun bi ürün buldum aldım. gururluyum, mutluyum..
ama işte şöle bi yan etkisi oluyo.. sürekli bunlardan bahsetmek istiyorum.. dağarcığımda gereksiz bi bilgi birikimi oluştu çünkü. yok efendim bilmem kaç faktörmüş.. yok yüze o olmazmış.. yok saç için ayrı bakım pönçüğü lazımmış.. dudakların kesinlikle ayrı korunması gerekirmiş... merak eden varsa, marka modele kadar inebilirm..
artık ben de güneş kremi değil, güneş ürünleri diyorum. bir değil birden fazla olmaları gerektiğini düşünüyorum. doğal çikolata bronzluk için de, kakao kremini tavsiye ediyorum :)
öptüm sizi kokoşlar :)
7.07.2009

İnFiLaK

fütursuzca; beyaz bi kağıda istifa dilekçemi yazıp, müdürün masasına bırakasım var. hatta kendisi yemekten dönmeden, tüm eşyalarımı toplayıp buralardan uzaklaşmış olmayı bile geçiriyorum aklımdan...
geldiğinde "bu ne yahu?" gibi algılama sorunları yaşamasını, beni de ortalarda göremediğinden şaşırmasını istiyorum.. hatta sonra beni yanına çağırıp, sorunun ne olduğunu sorsun, ben de tüm içimdekileri patır patır söyleyeyim istiyorum. zaten basmışım istifayı, kaybedecek neyim kalmış ki...
gidip bir yerde tezgahtarlık bile yapsam, burdakinden daha huzurlu olacağım kesin. üstelik o işi pek güzel yapmış olacağım için, varolan donanımımla; belki kıymetimi de bilirler..
siz, iş arayan arkadaşlar.. bi daha düşünün derim. bu yoklukta; hepinizi yok pahasına çalıştıracak, buna bahane olarak krizi gösterecek ve nice krizler gelip geçse de o maaşınızı asla düzeltmeyecekler.. bari işe gidip gelirken masraf etmeyin, oturun evinizde..
allam, ne tuhaf gündür yarabbi...
bi süredir fazla mesai manyağı olduğumdan mıdır nedir; bugün bi çabuk geçti ki sormayın gitsin.. saat 4 oldu bak; ben daha anlamadım bile, ne zaman başladı...
bu akşam çıkınca aksaraya gidecek, annemin bir arkadaşından, annemin siparişlerini alacağım. sigara, çay ve örgü :) sonracığıma; yarın liseden iki arkadaşım geliyor, pek heyecanlıyım bu konuda :) çarşamba akşamı evdeyim. mümkünse sakin bi gece olmasını diliyorum.. misal valiz hazırlayayım, kendimle ilgileneyim fln.. perşembe de zaten teyzemlere gideceğim iş çıkışında ve tatilim resmen başlamış olacak.. fazla mesailer silsilesi üzerine bu kadar koşturmaca; sonum hayrolsun diyorum..
hep bu eziyetlere, yaklaşan tatilimin hayalini kurarak katlandım. ama ben ne zaman bi şeye böle özensem, mutlaka bi aksilik çıkar.. misal eve misafir toplaşabilir. kuzenim kaprisli bi döneminde, babasını yine her isteğine alet edip beni çileden çıkarabilir fln.. oysa en çok huzura ihtiyaç duyduğum şu dönemde; bana bunlarla gelmesinler rica edicem..
bi akşam ne olursa olsun, Cunda'da papalina yemek istiyorum. tamam param yok, tamam zor durumdayım ama; bir papalina yiyemeden geçerse şu tatil; vallahi atarım kendimi yukarı, vurgun yerim..
bi de ben herkeşler aşık olsun istiyorum bu aralar.. bi kompelalığım, bi esra erolluğum tuttu.. hatta ve hatta; bi düşüneyim bakayım, kim nası birine aşık olur diye..
misal; sevgili bi dost; bence sen orta boylu, orta kilolu; vasat tabir edilen yakışıklılıkta birilerine ilgi duyarsın.. hatta mümkünse çok yakışıklı olup da dikkat çekmesin dersin. akıllı olsun, fikri de fikrime uysun. ben daha ne istiyim dersin.. gibi geliyo bana.
sonracığıma; sevgili caponizma; bence sen tipten güzel adamlara hastasın.. bi kere güsel bi adam görüp de beğendin mi, boş mu dolu mu çok sonra farkediyor belki bu yüzden de bi türlü dikiş tutturamıyorsun. sen de prensini bulana kadar bi sürü kurbağa öpmek zorunda kalanlardansın.. ama illaki yakışıklı kurbağalar..
başkaaaa; sevgili vintage biscuit; bence sen hep cool ve farklı adamlar ister fakat bi türlü onları bulamazmışsın gibi.. kendine ait bi tarzı olsun, yakışmasa da bi stili olsun fln gibi, iyice düşürülmüş standartlarda bile, kendine uygun birini bulamaz, elindeki ile yetinir dururmuşsun gibi..
amaaan ne bilim işte; içimden geldi yazdım.. fazla mı boş kaldım ne? du ben biraz çalışayım yaw..
hadi eyvallah :D
izlediğim bi dünya blog var.. ama onları okudukça içime kapaklar kapanır oldu benim.. hani şu kpss olayı fln.. tamam pek çok kişi, hatta neredeyse tamamı diyelim; iş bulabilmek için giriyor bu sınava.. hatta bu sınav için hayatlarını ortaya koyanlar var.. ve çok şükür ki, benim böle bi zorunluluğum yok. ama yine de, hayatta yapmam gereken bişiler eksik kalmış hissini içimden atamıyorum. sanki yapmak zorunda olduklarım bu kadar olmamalıymış gibi.. ne yani, okulunu bitir, iş bul çalış.. bu mudur hayat allasen? peki sonra ne olacak? işten çıkıp eve gelince, evden daha gözünü açmadan çıkıp işe gidince; amacına ulaşmış mı olacaksın? amaç ne ki?
hayatımız boyunca hep sınavlarla sınandık değil mi? anadolu liseleri için, kolejler için, üniversite için, yüksek lisans için, ingilizce yeterlilik için, doktora için vs. üstelik yeterliliğinizi kapıda ispatlamak da yetmedi. düzenli olarak ispatlamak gerekti. hayatımız ya sınavlara çalışmakla ya da sınav olmakla geçti.. bir de şimdi kpss.. peki ne oluyor sınavlar bitince? ben hemen izah edeyim.. mal gibi kalakalıyorsun...
işe girip de hayatın akışına adapte olduğun anda; kaşıntı basıyor insanı.. kitaplarla, kurşun kalemlerle yaşamaya alışmış bir nesiliz biz. boş vakitlerimiz olmaz bizim, mütemadiyen test çözeriz. ama artık hiç bir şeye mecbur değilsin diyorlar.. insan kendinden umut kesilmiş gibi hissediyor.. "senin artık bize verebileceğin hiç bişi kalmadı, o yüzden seni sınamamız da lazım değil artık" denmiş gibi..
kendime ait evimin mobilyalarını seçerken, aldığım ilk üç şey neydi dersiniz? *çalışma masası *rahat bir sandalye *masa lambası
ama işte; işe yaramadılar... onlar işe yaramadıkça, ben kendimi işe yaramaz hissettim.. bi ara; ruhumda oluşan bu boşluğu doldurmak için, yüksek lisans yapmaya niyetlendim.. sonra işle aynı anda yürütemeyeceğimi acı bir tecrübe ile öğrendim.. ama vücudumdaki sınav bağımlılığını hala atamadım.. arada ingilizce öğreten sitelere girip, online seviye tespit sınavlarına katılır, bunlarla avunur oldum..
demem o ki; kendinizi sınatıyorsunuz madem, sonuçların değerlendirmesini hayat memat meselesi haline getirmeyin bari.. çünkü hakkaten; gerçek hayat denilen şu bokta, hiçbiri hiçbi işe yaramıyor.. valla bak..
uzun bir aradan sonra, bir mim ile görevlendirilmiş bulunmaktayım.. Sevgili bi dost, "unutulmaz" başlıklı yazısında bendenizi mimlemiş.. benden ve benim gibi bir kaç kişiden daha, unutamadıkları anları yazmalarını istemiş.. ben de o yazıya bıraktığım "yazarım yavrum, yazarım annem" kabilinden yorumumu utandırmadan, şu mimi yazıp aradan çıkarmak istedim..

kronojik bir sıralama yapmak ister deli gönlüm. o sebepten eskilere gidiyoruz şimdi..
* ilkokul öğretmenimi unutmam, unutamam.. Kendisi benim okumayı ve de yazmayı bu kadar sevmemde en önemli etkenlerden biridir. okuma yarışları yapar ve birinci olana misket hediye ederdi. misket koleksiyonum hala kocaman bir fanusta, annemin evinde durur. bi de bişi için üzüldüğümü hatırlıyorum. "bana haksızlık edildi" demiştim. bana bu hislerimle ilgili bi şiir yazmamı söylemişti. "benim ulu ağacım" adlı bi şiir yazmıştım, okurken gözleri dolmuştu. o zamanlar kendimi çok özel hissederdim. çünkü O; bana kendimi çok özel, çok akıllı, çok yetenekli ve eşsiz hissettirirdi.. umarım hayattadır ve umarım kalbimden geçenlerin farkındadır.
*babamın; biz daha küçücükken, kardeşimle benim aramda bir yarış yapmasını ve içimizde "onu daha çok seviyor" paranoyası yaratmasını unutamam. daha çok ders çalışanı "famecity" eğlence merkezine götürüp, diğerini evde bırakmak bunlardan sadece biri. üstelik aramızda sadece bir yaş var ve herşeyi birlikte yapınca keyif alan iki kardeştik biz. o eğlence merkezine giden, hiç keyif alamadan, aklı kardeşinde kalmış şekilde; eğlenmekle cezalandırılırdı adeta.. herşeye rağmen kardeşimle mükemmel bir ilişki oluşturabilmiş olmamızı, kişisel yeterliliklerimize veriyorum..
*okuduğum ilk kitabı unutamam. "Franz Kafka, Değişim".. okumayı öğrenir öğrenmez annemin kitaplığına saldırdığımı hatırlıyorum. evet, okumayı yeni öğrenmiş bi çocuk için uygun bir kitap sayılmaz ama bir daha hiç okumamış olmama rağmen, karekterin adını ve kitabın içeriğini hiç unutmadım. hala dün okumuş gibi tazedir aklımda.
*yine o dönemlerde annemin kitaplığında bulduğum "genç kız psikolojisi" adlı kitabı da hiç unutamam. acaba büyüyünce bana ne olacak merakı ile okumuş, ergenlik dönemi denen o arada neleri yapmaya hakkım olduğunu görünce şaşırmıştım. belki de o kitabın hafızamda bıraktıkları sebebiyle o kadar zor bir ergenlik geçirmişimdir, kimbilir :)
*ortaokula başlarken, babamın saçlarımı kısacık kestirmesini de unutamam. ağlayarak karşı çıktığım, yalvardığım halde, "daha modern görünür böle" diye saçlarımı kestirtmişti zorla.. manyak!
*ilk aşık olduğum çocuğu da unutamam doğal olarak. yüzünde kocaman bi yara izi vardı.. lakabı da façaydı zaten. bana çok cool ve çok özgür gelirdi. o zamanlardan belliydi, ömrümün yarısını it kopuklara aşık olarak geçireceğim :)
*annemin zoruyla, "aman kötü alışkanlık edinmesin çocuklar, hemen spora verelim" mantığıyla başladığım atletizm maceralarımı da unutamam elbet. ortaokuldan başlayıp lise ikiye kadar devam eden bu hayat; hep istemeden yaptığım bi aktivite olarak kaldı hafızamda. çok hızlı koştuğum ve yaşıtlarım/hemcinslerim yanında çok kuvvetli olduğum bir gerçek. ama sen daha ondört yaşındaki sabi sübyanı, bacakları kuvvetlensin diye 60 kilo halterin atına sokar ve saatlerce antreman yaptırırsan, pigme kalır böle. anne; kısa boyumdan sen suçlusun...
*asi olmak adına kadıköydeki akmar pasajında geçirdiğim günlerin hiçbirini unatamam. ayrı ayrı yazmak uzun ve gereksiz olacak diye; toptan geçeyim burda.. Villa Cafe'yi, "ara" dediğimiz sokak arasını, şimdi yerinde arıtma tesisi olan çimenliği," aygır" dediğimiz dalgakıran üstü deniz fenerini... ve aldığım litrelerce alkolü... asi olmanın içki ve sigara içmekle eşdeğer tutulduğu bir dönemde ergendim ben. her gün bir şişe şarap, en az da üç bira içerdik o çimenlikte.. sarhoş bile olamayacak kadar alışmıştı bünyelerimiz son zamanlarda. şimdi düşünüyorum da; ben annemin yerinde olsam, bana bu kadar tahammül etmezdim sanırım..
*ilk sevgilimi de unutamam elbet. onunla geçirdiğim zamanı, hayatıma giren hiç kimse ile geçirebilmiş değilim. onun bana yaşattıklarını, hissettirdiklerini hala özlemle anıyorum. zaten aramaktan da vazgeçtim, uzun zaman önce... şu yaşımda, ilişkilerimde yaşadığım mutsuzluğu da, ona bağlıyorum. ilk ilişki mükemmelse, sonra gelenler hep eksik kalıyor..
*kadın gibi göründüğüm ilk anı da unutamam.. ilk kez kendi isteğimle topuklu ayakkabı ve şık bir mini elbise giydiğim gün.. lise mezuniyetim.. saçlarım kuaförde yapılmış, elbise sanki üzerime dikilmiş.. ilk kez kadın gibi görünmekten ziyade, ilk kez kadın olduğumu hissettiğim andır.. özeldir..
*edirneyi kazandığımda, annemin beni yurda bıraktığı ve kapıdan almadıkları için de el sallayıp gittiği anı da hiç unutamam. elimde valizerimle, tanımadığım bir şehirde, yalnız kaldığımı hissetmiştim ve kendi kendime "işte hayat böle bişi kızım. tüm sahip oldukların valizinde ve yalnızsın. şehri bilsen de bilmesen de" demiştim. o gün yeni bi sayfa açılmıştı hayatımda. hala aynı sayfaya yazıyorum; ayrı..
*babamın bize çektirdiklerini de unutamam elbet.. anlatacak değilim ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim ki; ışıkları yanan evlere bakıp ağladığım geceler oldu benim; babam yüzünden. "ne kadar şanslı olduklarının farkındalar mı acaba" diye düşündüğüm geceler.. unutmam, unutamam..
*bi de sayfalarca yazı yazmama sebep olacak kadar çok sevdiğim adamın evine ilk girdiğim anı unutamam.. evi; hep ilk gördüğüm andaki haliyle hatırlarım.. o adamı da unutmam, o evi de.. hayatımda yer aldığı içi gurur duyduğum, kendimi bi halt sanmamı sağlayan o adamı; üç ömür geçse de unutamam..

daha yazılacak sayfalar dolusu hikayem var benim ama ben şahsım adına uzun yazılar okurken sıkıldığımdan mütevellit; uzun olsun istemedim. en azından daha da uzun olmasın diye çabalıyorum şu an.. ve sıra gedi bayrağı teslim etmeye.. bendeniz de; godsyndrome ve parfois eva ya yolluyorum mimi.. hayatlarında neyi unutamadıklarını merak ettiğim iki kişidir kendileri.. yazıp yazmama konusundaki kararlarına da saygımın sonsuz olduğunu bildirir, yerden selamlarım :)
4.07.2009

İsYaN

hala iş yerindeyim.. 7 saat önce mesaim bitmişken üstelik.
işler bitmiyor, bilgisayar çalışmıyor, program pert..
insanlar yarına rapor bekliyor...
delirmek üzereyim.. gerçekten.. bu işin mecazi tarafı kalmadı artık...
bıktım..
evimde olmak istiyorum ya..
biz çalışan iki kişi dışında, herkesin olduğu gibi.. sadece evimde olmak...
toplamda 15 saat fazla mesai yaptım şu ana kadar ve en az 3 saatim var burda daha..
bil bakalım nolcak blog?
mesai vermeyecekler... ne izin, ne ücret...

iş arıyorum..
evet kararımı verdim...
artık burda çalışmak istemiyorum...
aranızda istihdam yaratma kapasitesi olan varsa şayet; ne iş olsa yaparım ben.. yeter ki, stressiz olsun.. hadi baba bea..
3.07.2009

Taaaa

akşamın bu vaktisinde; daha eve yeni gelmiş olmanın yazıklığı, bu saate kadar çalışmış olmanın ezikliği ile; ağzıma kadar doluyum okuyucu.. ben işini bilmeyip de switch'i çökerten IT nin taaaaaaaaa... sen günde 3 kere yedeklemen gereken programı, 15 günde bir yedeklersen, olacağı bu.. geriye dönük 10 günlük işlemlerin tamamı tekrar yapılıyor. üstelik 8 kişinin yaptığı işi, iki kişi yapıyoruz tekrardan...
amaaan neyse; yorgunum velhasıl.. yorgun ne kelime hatta, resmen bitik vaziyetteyim. şimdi ılık bi duş ve hemen ardından uyumak niyetindeyim..
nefret ettiğim postlardan birine daha imza atmış bulunmaktayım.. hayat zaten nefret edilen bi post değil mi başlı başına..
aklınıza mukayet olun, he mi?
ne biçim ay başı, ne biçim iş yeri...
program bozuldu ya, çalışamıyoruz... elimiz kolumuz bağlı, pek trajik.. sonra akşama da mesaiye kalmak gerekmese bari.. aman ya.. herkes kendi yetersizliğinden sorumlu olsa ya.. ben neden yetersiz bir IT'nin sorumluluğunu üstleneyim ki?
sabah; pek güsel başlayacak sanmıştım bugün.. duşumu almıştım, enerjik ve uyanıktım.. ama şimdi bi de şu halime bak... dün de oldukça dert yandığım gibi; herkes mal, muhtemelen ben de mallaşmışımdır..
gece; tüm sırtım ve omuzlarım ağrıdı.. o kadar sinirlenmişim, o kadar gerilmişim ki, her tarafım tutulmuştu valla.
bu akşam içinse çok daha sakin planlarım var. eve gidip askıdaki çamaşırları toplamak, bulaşıkları yıkamak, uzun ve kusursuz tırnaklarımı ojelemek, birazcık pc başında vakit geçirmek ve yatmak. hepsi bu. tahmin ediyorum 10 gibi fln yatmış olurum.. çok yorgunum, deli gibi uykusuzum..
güzelim bünyeleri dinlendirmek lazım arada; valla bak.. maazallah, mallaşabilirler sonra...
 
MüTeveLLi HeYeTi © 2009. BaLıK GöZüNDeN İNeK!