hiç "örtü altı sebzeciliği" nden bahseden insanlar oldu mu etrafınızda?
domates kabuğunun kalınlığına bile israil'in parmağının karıştığını konuşan peki?
yaaa, işte.. eskiden olsa varsa yoksa cost, efendime söliim rapor, maliyet, consumption vs.. o ne öle.. varsa yoksa turizm.. ama artık öle mi?
biri örtü altı sebzeciliği anlatıyor, biri limanlarda kullanılan ekipmanların yeterliliğini tartışıyor, biri ihracat yapmanın minimum gereklerini sorguluyor..
hegel'in diyalektiğini konuşan bile var, öle diim :))
çok renkli, rengarenk, adeta gökkuşağı burası.. bi de bana "gitme oraya, sen istanbula alışkınsın, sıkılırsın çok, kaçıp gelmek istersin" diyenler olmuştu buraya gelme kararı verirken.
insan böle bi ortamda sıkılabilir mi yahu?
o diil de, karşıki dağlara kar yağmış ha.. oradan eser rüzgar, bizim havamızı azcık bozsa da; burası hala güneşli sayılır. öğlen; üstümüzde uzun kollu badiler ile bahçede 1 saate yakın üşümeden oturduk mesela..
bi yağmur yağıyor ki burda arada, öle bi yağmur yook! hani dolu yağar bazen, koca koca buz kütleleri düşer yere.. işte o buz kütlelerinden daha büyük yağmur tanesi gördüm ben burda.. hiç bu kadar büyük taneli, bu kadar uzun süren ve bu kadar şiddetli yağan yağmur görmemiştim. aslında evde olup, dışarı çıkma mecburiyeti barındırmadan, elinde sıcak kahve, önünde bir ısı kaynağı ve pohidi kıyafetlerle sıcacık şekilde yağmur izleme şansım olsa benim de, belki ben de "ne güzel memleket" derim buraya. ama benim gibi işe yürüyerek gitmek zorundaysanız, hayattan bezdirici olabiliyor. ilk geldiğim zaman, ki geçen sene bu zamanlara tekabül eder, ilk iş günümde öyle bir yağmur yağmıştı işte.. ne taksi durağı bilirim ne bişey.. işe gitcem ilk gün diye düştüm yollara.. yol toplam 15-20 dk sürüyor ama yağmurda daha da uzun tabi.. altyapı diye bişi yok zaten.. tüm su yollarda birikmiş. gelip geçen arabalarda hız kesme diye bişi de yok. bi yandan yağan yağmur, bi yandan arabaların sıçrattıkları ile yaklaşık yarım saat süren yürüyüşüm sonunda kelimenin tam anlamıyla donuma kadar ıslanmıştım..sabah 08.30 dan akşam 17.30 a kadar çoraplarım kurumadı mesela o gün. ayakkabılarımın içi-dışı da öle.. o kadar üşüdüm, o kadar perişan oldum ki; ne işim var benim burda diye bile düşünmüştüm.. ama sonra tabi öğrendim taksiye nerden binilir, öle yağmurlarda ne yapılır.. okulda, yürüyerek gidip gelen tek hoca benim, diğer herkesin arabası var.. bu şartlar değişmediği sürece, bu tarz kaçma noktalarını öğrenmekten başka da şansım yok galiba..
o diil de şu araba konusunda; annemle babam daha ayrılmadan önce hatırlıyorum, babam "senelerdir çalışıyorum, bi arabam olmadı benim" diye ağlardı. en çok arabası olsun isterdi, onun için araba önemli bi semboldü... sanırım ben de daddys girl olarak onunla aynı kaderi paylaşacağım bu gidişle.. ben de 18 yaşından beri en çok araba sahibi olmak istedim. hem öle çok istedim ki; kazık kadardım, "şu yoldan geçen Passat'ları saymaya yeltensem ve 10.000 tane saysam, benim de bi tane olur mu?" diye temennilerde bulunurdum. 30 yaşına geldim hala tık yok :)) olacağına dair en ufak umudum da yok üstelik. en iyisi bu hayale ulaşamama durumu beni aşağıya çekmesin diye, belki de ben bu konudaki hayallerimi yok etmeliyim.. ne bilim...
ne diyodum, rengarenk....
0 yorum:
Yorum Gönder