oturduğumuz yerde oturuyor ve hayatımızdan şikayet edip duruyoruz. yeterince çok kazanmadığımız, terfi alamadığımız, istediğimiz şehirde yaşamadığımızla ilgili konuşup duruyoruz. hoşlandığımız kişi bize bakmıyor hatta başkasıyla çıkıyor bile olabilir.. durduğumuz yerde ağlıyor ve hiç birşey yapmıyoruz.öte yandan şikayet ettiğimiz işimizi değiştirecek cesareti kendimizde asla bulamıyor, hoşlandığımız kişiye asla açılamıyoruz. hep bir "evdeki bulgurdan olma" korkusu.. evdeki bulgur!! oysa o bulgurdan meyhane pilavı olmuyor.. olsaydı bu durumda olmazdık.. bunu göremiyoruz.. "en azından bir işim var, karnımı doyuracak parayı kazanıyorum" diyoruz.. "tamam o kanepeyi çok beğenmiş olabilirim ama çok pahali be hacı.. onun yerine köşedeki dükkandan bi çekyat alırsam yatak olarak da kullanır kar ederim" diyor; hep vitrinden bakıyoruz. evet belki o bizim iki aylık maaşımız ediyor ama o kanepe olmadan asla evimiz istediğimiz ev olmayacak, bilmiyoruz.. istemediğimiz bir evde, istemediğimiz bir kanepede, istemediğimiz bir hayatın uykusunu uyuyarak ertesi gün gideceğimiz istemediğimiz işimize hazırlanıyoruz.
böyle böyle şizofren oluyoruz. yaşadığımız hayatın yanına, hayalini kurduğumuz hayatı da ekliyoruz. hayal kurarak başladığımız hadise, gerçeğe dönüşüyor yavaş yavaş. elde edemediğimiz her karşı cins ile hayallerimizdeki kişi sayesinde ilişkiler yaşıyoruz. ondan sıkılıyor bir başkası ile birlikte olmaya başlıyoruz. o hatıra birikiyor hafızamızda.. nefret ettiğimiz işimizi bırakıyoruz alternatif hayatımızda, yepyeni ve bol maaşlı bir iş buluyoruz. sonra onu daha büyük bir kariyer için bırakıp, bir yerlere müdürler olmaya gidiyoruz.. bu anı da birikiyor.. bir bakmışız, yaşadığımız tüm o boktan hayatın yanında bir de alternatif hayat yaratmışız. istediği kişi ile yürüttüğü güzel bir beraberliği olan, severek yaptığı bir işte çalışan ve güzel para kazanan biri oluvermişiz. evi istediği mobilyalarla dolu, istediği yerde oturan, istediği kadar kişinin ilahı olmuş, dostlarının gözbebeği...
sadece geceleri yatınca rüyaya dalmak ve mutlu uyumak için çağırdığımız bu alternatif hayat, gerçeğinden ağır basmaya başladıkça; daha fazla zaman geçirmeye başlıyoruz. daha sık çağırıyor, daha sık yüzümüzü güldürsün ister oluyoruz. daha sık çağırmalar daha sık güldürüyor yüzümüzü ama "cazibe hanımın gündüz düşleri"nden ibaret oluveriyoruz...dışarıdan bakan için gün içinde boş bakıp sırıtan salağın tekine dönüşüyoruz. insanlar bizi böyle gördükçe, saygı gördüğümüz o hayatı daha çok ister oluyoruz. bu kısırdöngü olarak hayatımızdaki yerini alıyor ve battıkça batıyoruz..
oysa dibe vurmayı da bilmeli insan.. kendi -hiç-liği ile tanışabilecek kadar cesur olmalı.. kendi hiçliği çok şahsına münhasır bir hadisedir hattızahında.. kim görebilir, kim hesap sorabilir ki? o hiçliğin derinlerinden korkmamalı.. ortada bir yerde; yarı şizofren takılıp nefessiz kalmaktansa, bi gayret dibe kadar vurup son çırpınış ile ayaklarını çırpmayı becermeli.. ya mücadele etmez, evdeki bulgurun peşine düşer, sonsuza dek daha aşağıları görmeden ama yukarı çıkma umudu da barındırmadan ortada yaşar gidersin; ya da onca zamandır ortada bekleyip durmaktan boşalmış olan ciğerlerinin yarattığı yerçekimi ile dibe doğru gider, son bir gayret ile ayaklarını tabana vurur ve kendini yukarı itersin.. o itiş belki seni ancak başladığın orta noktaya kadar taşıyacak ya da belki en iyi ihtimalle yüzeye çıkarıp tekrar nefes almanı sağlayacaktır..
denemeye değmez mi?
bir kere varız bu dünyada.. gittiğimizde izimiz kalmayacak. hayatımız; bir kaç kişinin hatırasında gözyaşı, bir kaç kişinin dilinde fatiha olmaktan ileri gidemeyecek. ve biliyor musunuz, kimse hayallerimizi merak etmeyecek! anneniz, size isteyerek mi hamile kaldı acaba? babanız belki de kız çocuk/erkek çocuk istedi hep ve siz hayalkırıklığı idiniz.. belki siz doğduğunuzda babanızın hayatı ile ilgili yapmak istediği çok şey vardı ama sizin gelişinizle herşey rafa kalktı. belki anneniz, babanızı boşamaya niyetliydi; kendisini aldattığını öğrendiğinden beri.. ama sizin yüzünüzden bir ömrü kendini aldatan bir adama küskün geçirdi.. binlerce alternatif üretemez miyiz bu konuda? şimdi bile yüzlercesini yazabilirim şuracıkta.. birileri hayallerinizi çalmadan, birileri için hayatınızı feda etmeye gözü kapalı razı olmadan; elinizden geleni yapın derim.. ölüm döşeğinde keşkeniz olmasın..
sevmediğiniz biri ile beraberseniz, yol verin gitsin.. hakettiğinizi düşündüğünüzü alamıyorsanız işinizde, alternatifleri değerlendirmekten bu kadar korkmayın.. hangi durum, şu anda yaşadığınız ömür törpüsünden daha acıklı olabilir ki!! alternatif hayatlarda mutlu olmaya çalışmayın, gerçeğini renklendirin..
dünyanın en boktan "hayatımızın kıymetini bilelim" hikayelerinden biri vardır, dinlediğimde zaman kaybı olarak baktığım ama sonra sonra kafama dank eden. kızın birine ideal erkeğini bulması için bir fırsat verirler ve bir apartmanın kapısına getirirler. derler ki her bir katta farklı özelliklerde bir adam var.. istediğini seç beğen al.. tek bir şart var; üst kata çıktığında, aşağıya inemezsin. kız ilk kata çıkar, çok yakışıklı bir adam vardır orda.. bir üst katta ne olduğunu merak ettiğinden yakışıklıyı pas geçer ve üst kata çıkar. o katta da hem yakışıklı hem de çok romantik bir adam bulur. ikinci katın ilk kattan daha iyi olması kıza umut verir ve acaba bir üst katta ne bulurum diye düşünüp merdivenlere yönelir. bir üst katta ise hem yakışıklı, hem romantik hem de çok zengin bir adam beklemektedir onu. yok artık der kız, daha ne olsun.. ama düşünmeden edemez, her çıktığım katta bir öncekinden daha iyisi ile karşılaştım, kimbilir en son katta neler beklemekte beni.. ve bir üst kata daha çıkar. son katta kendisini fakir, çirkin, kaba saba bir adam beklemektedir ve geri dönme şansı da kalmamıştır artık. o adamla evlenmek zorundadır.
hayatımız aslında bu hikayenin özeti gibi değil mi? az para kazandığımız için bir üst kata çıkarız ve daha fazla kazanma şansı sunulur bize.. merak ederiz bir üst katı ve orada hem iyi kazanılacak bir iş hem de hayallerimizin aşkı beklemektedir. bir üst katı merak etmez mi kim olsa?? işte %90 ımız merak ettiği halde "çok şükür" deyip o katta kalıyor aslında.. bir üst katta çok para, hayallerin aşkı ve başka neler bekliyor belki bizi.. asla öğrenemiyoruz.. elimizdeki yakışıklıyı kaybetmek istemediğimizden, yakışıklı ve zengin adamı kaçırıyoruz:. oysa denediği halde kaybetmek, hiç denemeden kaybetmekten daha cesurca değil mi? yarın bir gün ölüm döşeğinde, kendine hesap vermeye çalışırken "en azından denedim" diyebilmek o kadar önemli ki!!
kendinize; bu yetersiz ama güvenli hayattan daha fazlasını borçlusunuz! hatta sizin için hayallerinden vazgeçmek durumunda kalan anne babalarınıza da borçlusunuz bunu.. bir kere dibe vurmaktan hiçbir şey olmaz. yapılan ilk hatanın her zaman telafisi vardır.. hele de bunca yılı hata yapma korkusu ile sıfır hata geçirmiş sizlerin affedilmeye hazır bir öz geçmişiniz bile hazırdır.. bir hata yapın, vurun dibe, bakalım antremansız ciğerleriniz sizi yüzeye çıkarabilecek mi?
ama bir de çıkarırsa.. yepyeni bir hayat... hakkaten bak, bi düşün.. denemeye değmez mi???
0 yorum:
Yorum Gönder