15.04.2013

YaRıM

ne acı gerçekleri usturuplu anlatmaya çalışmana gerek var, ne kelimeleri özenle seçmene.. doğrular sunman da gerekmiyor bana.. ağzından çıkan her sözü, kulaklarım değil, kalbim dinliyor.. kalbimin bildiği bir dil yok.. kalbim sana inanıyor.. ne söylersen, hangi dilde söylersen..
gözlerim, yüzünü izliyor sen konuşurken.. mimiklerini.. sol kaşının hafifçe kalkmasının, ciddiyet belirtisi olduğunu biliyor mesela.. utandığında dudağının yukarı kıvrıldığını çok önce öğrendi.. gözlerini kaçırıyor olman, suçluluğun; gözlerim biliyor.. heyecanlandığında, daha hızlı konuştuğunu; ne söyleyeceğini bilemediğinde, harfleri gevelediğini..
hafızam ise, oyunbozan; böyle durumlarda.. dinlemem, anlamam hatta belki cevap vermem gerekirken sana; başka diyarlara atıyor beni.. her seferinde ilk önüme sürdüğü şey, seni ilk gördüğüm an.. üstündeki lacivert sweatshirt.. sonra o sweatshirte çamaşır suyu damlattığım gün.. o çay bahçesinde, kendini anlatırken bana; ellerini ne çok kullandığını hatırlıyor.. dikkatleri başka yöne çekme çaban.. o zaman daha bilmiyor tabi gözlerim bunun anlamını.. zaten şuursuzdum ya o gün.. ilk defa birini, kalbimle dinlemekteydim.. ağzımı kapalı tutmam gerektiğini söylüyordum kendime sürekli, hayranlıktan açılmamalıydı.. işte kalleş hafızam hep bunları çıkarıyor önüme.. çayını açık ve tek şekerli içtiğini hatırlatıyor bana.. tam şu an; konuşmanın ortasında, kalkıp çay koyasım geliyor sana.. güneş karşıdan vuruyordu; batmak üzereyken bile, senin gerçek olamayacağını kanıtlamaya çalışır gibi bulanıklaştırıyordu silüetini.. kibarlığından, güneşe karşı sen oturmuştun.. gözlerin kısıktı bu yüzden.. ayakkabılarının çok çirkin olduğunu hatırlıyorum.. öyle düşünmüştüm o gün.. hala da beğenmiyorum ayakkabılarını.. hiçbir aldığın ayakkabıyı beğenmedim.. bir defasında birlikte çıkmıştık ayakkabı almaya sana, umutluydum belki güzel bir şey aldırabilirim diye.. gidip yine en çirkinini almıştık, onu beğenmiştin.. neler anlatmıştın bana o çay bahçesinde, net hatırlayamıyorum.. çok küçüktün daha, çok küçüktük ikimiz de..ben sadece ses tonuna aşık olabilecek yaştaydım.. sen benim gözlerimi, bir de ağzımı beğenmiştin.. öyle söylemiştin..ağzımı beğenmiş bir adamla tanışmayı neden kabul ettiğimi hala anlamıyorum.. kaderdi belki, sen ve ben olmak.. bana ne söylemiş olsan, tanışacaktım seninle; sen ve ben olacaktık belki.. o kış günlerinde çatlayan dudaklarım için nöbetçi eczane aradığın zamanlar.. romantik bi adamsın sen.. bu yapılabilecek en romantik davranış bence.. ağzımı bu kadar sevmiyor olsan, arar mıydın acaba o karda kışta eczane? gece karanlığı çöküp, ellerimiz donmasına rağmen oturmaya devam ederdik aslında o çay bahçesinde, değil mi? ama adamlar kovalamıştı bizi, hatırlıyorum.. hesabı sen ödemiştin.. masadan yumuşak bir hareketle kalkıp, kasada ödemiştin.. her hareketin yumuşaktır zaten, kuğu gibi.. asla yanımda, cebinden para çıkarmadın mesela.. nasıl bir inceliktir..hesabı hep benden uzakta ödedin.. kalktığımızda çay bahçesinden, ne ben gitmek istiyordum, ne sen göndermek.. sokak ortasında; gitmek istemeyen iki çocuk, kalakalmıştık.. yürürken, eline uzanmıştım ben.. elimi tut istiyordum, o zaman senin bunu yapmayacak kadar utangaç olduğunu bilmiyordum.. bir kaç kez yanlışlıkla eline değdikten sonra, anlamıştım yapmayacağını.. ben tutmuştum en son, biraz zorla sanki.. yüzüme bakamamıştın, ne güzeldin... ellerin buz gibiydi.. incecikti parmakların, upuzun.. ellerim kaybolmuştu avcunda.. nasıl bir güven vermişti bana varlığın.. ilk o zaman anlamıştım, sen ve ben olduğumuzu.. hikayemizin başladığını, orada anlamıştım.. aradan geçen onca yıl.. çok şey değişti, çok değiştik.. büyüdük, akıllandık, kocaman insanlar olduk.. müzik zevklerimiz değişti, çok filmler izledik.. bir tek senin ayakkabı zevkin değişmedi.. saçların döküldü mesela.. ben bayağı kilo aldım.. beraber koltuk aldık, bir de boy aynası.. senin boyuna göre assak, benim kendimi göremediğim; benim boyuma göre assak, senin eğilmek zorunda kaldığın.. ben ayaklarımı görmemeyi, sen ise azıcık eğilmeyi göze almıştın en son.. anahtar yaptırdık defalarca.. yeni yeni evlerin yeni anahtarları.. ben çok nevresim aldım, sen hep çok kızdın.. bir sürü evin camını sildin, bir sürü biber doldurdum.. kazak örebileceğime, ayakkabı yapabiliyor olsaydım keşke... bir kaç defa, aynı rüyayı gördüğümüz geceler oldu, inanılır gibi değil.. bir sürü para biriktirip manyak bi ses sitemi aldık, sonra da onu üç kuruşluk mp3 çalara bağlayıp dinledik.. bir kanepe, bir ayna, bir ses sistemi.. ha bir de düdüklü tencere.. seninle yanyana uyuyana kadar, tüm erkekler horlar sanıyordum ben.. sen horlamayan tek erkeksin dünyadaki.. her şey gibi, uykunda da nasıl zarif, nasıl kuğu.. yataktan makyajlı gibi kalkılır mı be adam.. bir tek anneni sevmedim, sevemedim.. o seni sevmiyordu çünkü, bunu biliyor muydun? neyse, bilme zaten.. her çocuk, annesinin kendisini sevdiğini sanmalı.. ve her anne; ne olursa olsun, çocuklarını sevmeli.. çok şehir gezdik değil mi? bizim kadar çok şehir gezmiş başka birileri var mıdır acaba.. her fırsatta, uzaklaştık hep.. kısacık kalmak için, uzun uzun kalmak için.. aşık olup yerleşmeyi düşündüğümüz yerler oldu.. emeklilik planları bile yaptık.. senden habersiz gökovada çok ev baktım ben.. sen benim annemi sevdin mi acaba? sana doğumgününde kahve makinesi almıştım da, üşendiğime yormuştun.. oysa ben sana her şeyi ellerimle yapmayı seviyordum, biliyordun.. senin o kadar sevdiğin bir şeyi yapmaya üşenir miydim ben? ben sana her gün tekrar aşık oldum, biliyor musun? her gördüğümde, tekrar tekrar.. ağzını açıp su istediğinde bile, dünyanın en muhteşem aşk şiirini okumuşsun gibi hayran oldum sana.. sarhoş olup kustuğunda bile, hayrandım.. gözlerim dolardı sana bakarken.. sen ise buğulu sanırdın bakışlarımı.. sadece sana bakarken buğulu bakardım ben.. gözlerim kamaşırdı güzelliğinden.. hala da kamaşır.. şu an mesela, karşımda oturuyor ve bana bir sürü saçma sapan şey söylüyorsun.. muhtemelen yine sana buğulu buğulu baktığımı düşünüyorsun.. oysa benim karnım ağrıyor aşkından.. duymuyor kulaklarım söylediklerini, kalbime güveniyorum.. kaydediyordur, gece yatınca ondan dinlerim artık.. kaşın hafifçe kalkmış, demek ki ciddi bir şey konuşuyoruz.. gözlerime bakamadığına göre, pek de güzel şeyler anlatmıyorsun.. ama eminim kelimeleri seçerek konuşuyorsundur yine.. olabilecek en kibar şekilde.. ellerin kucağında sabit, demek dikkatimi dağıtmak istemiyorsun.. yani aslında benim seni dikkatle dinlemem gerekiyor şu anda.. ama hafızam bana, yaptığım ilk yaprak sarmasını nasıl yediğini hatırlatıyor.. çok kalın olmuştu sarmalar ve dağılıyordu eline alınca.. kaşıkla sarma mı yenir, yemiştin.. kaç yıl önceydi, bak onu hatırlamıyorum.. şimdi yaptıklarımın mükemelliğini düşünecek olursak, bayağı zaman geçmiş olmalı üstünden.. daha fazla saçın vardı, evet çok zaman geçmiş.. beni almaya gelirdin iş yerimden.. kapıda beklerkenki halini görmeden önce derin bir nefes alır, öyle açardım kapıyı.. kalbim yerinden fırlayacak gibi olur, kulaklarım uğuldardı heyecandan.. senelerce, bu hiç değişmedi.. ellerin ceplerinde, alçak bir duvara yaslanmış, gözün kapıda.. gülümser, yavaşça doğrulurdun beni görünce.. kolunu omzuma atar, hafifçe sıkardın omzumu.. sokakta sarılmaz, öpmezdin hiç.. ayıptı sana göre.. yapılabilecek en samimi şey, kolun omzumda yürümekti.. elele yürümek ayıp değildi.. benden önce eve gitmezdin hiç.. sevmezsin sen, kapıyı anahtarla açmayı.. kapıyı açanın ben olması mı sevdiğin, yoksa kapının açılması mı.. bunu hiç söylemedin.. ama ben geleceğin saatlerde tuvalete bile gitmezdim.. kapıda bekletmeyeyim seni diye.. ne manyağım ya; eve koşa koşa gelip, izmir köfte yapan kaç kadın vardır; seneler sonra bile, en büyük aşkla.. bir defasında traş makinesi aldım sana, yılbaşı hediyesi.. her traş olduğunda yüzünü kesiyordun çünkü.. ama sen her traş olduğunda yüzünü kesmeye devam ettin.. babadan kalma alışkanlık derdin, jiletle olunurmuş traş.. ama baban kesmezdi ki yüzünü.. sen beceremiyordun işte.. bir yıldönümümüzde orman göndermiştin bana.. bak nereden de geldi aklıma.. böyle gösterişlerin adamı değilsin aslında.. istemiştim hatırlıyorum.. herkese çiçekler çikolatalar gelirdi ofiste.. özenmişsem demek ki.. sen de resmen orman göndermiştin.. yıllar yılı, her yeni işyerime taşıdım o ormanı ben.. hepsine isim verdim.. bu yüzden, hep garipsendim, yeni tanıştığım iş arkadaşlarım tarafından.. kucağında iki saksı çiçekle ofise giren ve elindekileri bırakıp, saksı taşımaya devam eden garip kadın oldum.. sustun.. soru mu sordun acaba, cevap mı vermeliyim.. sadece başımı sallasam? yanık kokuyor.. ocakta yemek mi unuttum? ona bakmaya gidiyorsun sen de, koku alma yeteneğin hep benden iyi olmuştur.. bir defasında evi yanmaktan son anda kurtarmıştın.. çaydanlık yanmıştı.. hatta alev almıştı.. avuçların yanmıştı, onu söndürürken, nasıl kızmıştın bana..
kapı..
ayak sesin yok..
gittin mi?
e ışık açık, bırakmazsın ki sen ışığı açık..

sen bana gideceğini anlatıyor olabilir misin bunca zamandır?
gidecek olabilir misin?
gitmiş olabilir misin?
terliklerin yok..
bornozun?

olabilir misin?


0 yorum:

 
MüTeveLLi HeYeTi © 2009. BaLıK GöZüNDeN İNeK!