28.08.2011

İki Ara BiR DeRe

son zamanlarda bir okuma hevesi basmıştı beni tekrardan, aman pek sevinmiştim ben de. çünkü bayaa bi zamandır okuyamıyordum hiçbirşey.
önemli şeyler okumaya başlamadan önce, çıtır çerez şeyler okurum önden. hevesim yerine gelsin, hazırlanayım diye. bu sefer de öle yaptım. çok komik olduğuna ve tek solukta yorulmadan okuyacağıma inandığım bir kitabı seçtim ve düşündüğüm gibi de oldu. hemencecik okudum, bitti. hazırdım! bir süredir aklımda yer etmiş bir kitabı okumaya hazırdım artık. kitabın ağır olduğunu biliyordum. edebi olarak ağır değil ama, içerik olarak ağır. beni sarsacağını, zorlayacağını da biliyordum. ama okumalıydım.
aç parantez: benim böle de bi huyum var. kitap eğer tarihte yer edindiyse, önemliyse ve pek çok kişinin okumaya cesaret edemeyeceği kadar sıkıcıysa, ağırsa fln; mutlaka okumam gerektiğini hissederim. tarihte adı geçen bir şeyden eksik kalmamam gerektiğini düşünürüm. "ben bunu da yaptım" diyebilmek için belki. evet, çirkin bir şey, hiçbir entel dantel hadiseden eksik kalmak istememek ama ne yapayım, birileri bir yerlerde entel mevzulardan bahsediyorsa ve benim söyleyecek tek sözüm yoksa, kendimi -hiç- hissediyorum. o yüzden de hiçbir konuda uzman değil ama her konuda söyleyecek sözü olan kişi olmayı seçiyorum. kapa parantez.
nitekim öyle de oldu. kitap beni fena sarstı. elime alasım gelmiyor. aslında sıkıldım da belki biraz. psikolojide buna "duyarsızlaşma" deniyor. bir uyarana çok fazla maruz kalan kişi, artık o uyaran tarafından uyarılmaz oluyor. (burada konuyu gay olmayı seçen erkeklere getirebilirdim, yapabilirdim bunu, ama yapmayacağım.) mesela çiçekçide çalışan birinin, siz girdiğinizde midenizi bulandıran baygın çiçek kokusunu duymaması, çöpçülerin çıldırmadan çöp toplamaya devam edebilmesi ve hatta savaşlarda insanların yaşanan herşeye rağmen orada kalabilmesi gibi... işte bu kitap da bende buna benzer etki yarattı. ilk başlarda şaşkınlık, tiksinme, gözlerimi belertme efektleri eşliğinde okuduğum kitap; sonra sonra, sıradan bir kitap gibi gelmeye başladı. ve sıradan oluverince, sıkıcı da oluverdi. belki de çevirisi çok kötü olduğundan, bilemiyorum.
bu kadar bahsettikten sonra, kitabın ismini fln da vermeliyim sanırım. önce yazarından başlayalım. "Marquis de Sade" (ilgilenenler için ayrıntılı bilgi) uzun uzun okuyamam ben onu diyenler için kısa bilgi: Sadizmin kurucusu kabul edilen zatı-şahane :)) 29 yılını hapiste, 13 yılını akıl hastanesinde geçirmek zorunda kalmış, bu yazdıkları yüzünden; o kadar diyim ben sana... ve ben şu anda onun en önemli kabul edilen eseri olan "Sodom'un 120 günü" adlı kitabı okumaktayım. (bunun filmini de yapmışlar ağa) adamcağız bu kitabı hapiste yazmış ve ölümünden uzun yıllar sonra bulunup yayınlanmış.
şimdi.. sadizmin kurucusu kabul edilen, hatta bu akımı adı verilmiş olan adamın başyapıtı hakkında neler hissettiğimi az buçuk kavramışsınızdır sanırsam.
bir tarafım "at kenara bu sıkıcı kitabı" derken diğer tarafım "ama bilmen lazım, okumuş olman lazım" diyor. kitap kötü de olsa, "kitap kötüydü hocam" diyebilmeliyim. benzetmek gerekirse; hiç kafka okumamış birinin, "ben kafka sevmem" demesi gibi bişi benim için.
(not: bence kafka okumamış insan olmamalıdır, böyle de kafatasçı olabilirim yeri geldiğinde. tabi bu benim fikrim. hatta bu fikrim yüzünden çok yakın bir arkadaşımdan azar bile işitmiştim. ben kendisine 1984'den bir örnek veriverdim bigün. örnek dediysem de "big brother watches us" dedim yani, konuyla çok alakalı bi yerde. suratıma boş boş bakınca, "1984 yahu :))" dedim. o boş bakmaya devam etti. ben de açıklamaya giriştim. "var ya abicim george orwell'ın kitabı, 1984, okumadın mı?" diye.. o da bana kızdı; herkes beni okuduğum kitapları okumak zorunda değilmiş. "ama" dedim "bu bi klasik yahu" o daha da patladı. insanları okudukları kitaplarla, dinledikleri müziklerle sınıflandıramazmışım, herkes benimle aynı zevke sahip olmak zorunda değilmiş, herkes klasikleri okumak zorunda da değilmiş, hatta insanlar okumak zorunda da değilmiş, bu onları gerizekalı yapmazmış. eğer bu sebeplerden insanlara gerizekalı muamelesi yapmayı, onları küçümsemeyi bırakmazsam çok arkadaş kaybedermişim, insanların hakkımdajki fikirler değişirimiş vs vs.. işitiiğim bu azardan sonra fikirlerim çok değişmemiş olsa da, dışa vurmamayı öğrendim :))

neyse efenim, velhasıl kelam; son zamanlarda kaybettiğim okuma hevesimi yeniden kazandığım şu günlerde okumakta zorlandığım ama "kötü içerikli" de olsa okumak zorunda hissetiğim bir kitap tarafından ikilemde bırakılmış bulunmaktayım. zorlanıyorum, sıkılıyorum. ne yapsam bilemiyorum. okumamayı kendime ne kadar yediremediğimi, üstteki paragraftan anlamışsınızdır zaten. çok kararsız kaldım. bu kitap yüzünden hevesimi tekrar kaçırmak da istemiyorum, çünkü sırada "anne frank'ın hatıra defteri" var :)) ne yapsam bilemedim :))))



26.08.2011

O DiiL De..

ben yazmayalı beri godsy 3, pucca 2 yazı yazmış nan!
ne kadardır yazmıyorum, anlamadım ki!!
23.08.2011

KoNuNuN ÖzÜ

dünyanın tam tepesinden bakıyorum.
yuvarlak bir cismin "tam tepesi"nde olmadığımı iddia edecek bi done olmadığından, bu savımda iddialıyım üstelik.
eskiden yüksekten korkmazdım ben. takribi 17 yaşımda, yağmurlu bir günde arkadaşımın odasının camından 45 derece eğimli çatının ıslak kiremitleri üzerine çıkıp, ayaklarımı da aşağıya sarkıtıp bira içmişliğim bile var.
insan gençken daha az korkuyor herşeyden. "bana bişey olmaz" larla dolu oluyor ceplerin. olsa da zaten kimse seni anlamadığından, kaybedecek hiçbirşeyin yokmuş gibi geliyor.
yanından geçerken laf atan iri yarı krolara küfür edebiliyor, sabaha karşı taksimde bi başına sarhoş yürüyebiliyor, en iddialı kıyafetleri giyip dolaşabiliyorsun. ne yüksekten, ne insanlardan korkuyorsun.
ama büyüdükçe/yaşlandıkça; hayatın mı kıymetleniyor, anılar oluştuğundan mı yaşadıkların sürdürülmeye değer görülüyor, "yapacak çok şey var daha" diye mi düşünüyorsun; orasını bilmem. ama yüksekten de, insanlardan da korkar oluyorsun. yanında geçen eli yüzü düzgün adamdan bile tırsar, cam silmekten dahi ürker oluyorsun.
oysa insan büyürken en çok acı biriktiriyor.
güzel anılar, tatlı heyecanlar, dahiyane bilgiler, eşsiz deneyimler.. evet! ama en çok acı.. dost kazığı, arkadaş çelmesi, aile hilesi fln.. e bu hainliklerle dolmuş taşmış hayatın nesi, ergenliktekinden daha kıymetli?
belki de kilit cümle, "daha yaşanacak çok şey var" dır? her insanoğlunun şu ahir ömründe başına gelenler benim de başıma gelmeli diyorsun. ben de okumalıyım, ben de iş bulmalıyım, ben de evlenmeliyim, benim de çocuğum olmalı, hatta çocuğumun da çocuğu olmalı ki ki kendisi benim torunum olur. (evet, tam olarak bu sırayla sevgili fevkalade olağan)
hatta şebnem ferah'ın şarkısı bile var yahu bununla ilgili. "gelinlik giymeden, ışığı görmeden, bebeğimden önce, vazgeçtim dünyadan" fln diye. demek ki bir beklenti ile yaşıyor insan. bazı şeyleri yaşamadan ölmek istemiyor. belki de ergenlikte, tüm bu hayaller yaşanamayacak kadar uzak göründüğündendir.
düşünsene daha 17 yaşındasın; kim çocuk yapacak, ohoooo.. sırayı şaşırmayalım; lise bitecek, üniversite kazanılacak, bir sürü çirkin kurbağa öpülecek, şanslıysan belki yakışıklı prens bulunacak, iş bulunacak, para kazanılacak, yakışıklı prens ülkesini beklesin diye beklenecek, evlenilecek, kariyer yapılacak, sonra hamile kalınacak, 9 ay paytak yürünecek, sonlara doğru atom bombasına benzenecek, yavrulanacak.... şaka mı bu be!

her ne ise...
konunun özü anlaşıldı heralde, di mi gençler?




17.08.2011

ÇoK SıKıCı!!!!

ne kadar sıkıcısınız bağyan!

o sizin şahsi sıkıntınız!

bütün yazı yedik; okullar açılayazmışken, tez aklımıza düştü. sıkıl şimdi ey insanoğlu! sıkıl ki, işe bi yerinden başlayabilesin.

yok yok ama bugün fazladan bi sıkıcılık üstümde..
ya da sıkıntı, keza kendimden başka yok kimseye zararım :)
gözlerim açılmıyo sabahtan beri. gerizekalı facebook oyunlarıma bakasım bile gelmiyo. dizi izleyeyim desem, ı ıh, o da olmuyor.
ayakkabı bakıyorum ben de sağda solda. mango ayakkabı sayfasını 5 modele kadar düşürmüş :(
zara desen, hepsi yazlık. şöle bi yağmur botu bakamaz mı insan ağız tadıyla?
zaten her bir modelin birbirinden güzel ve fiyatların da güzellikle doğru orantılı olduğu günümüz dünyasında, benim yerim çok, çok belli!

bi sürü makale buldum, indirdim. lakin sadece 1 tanesi türkçe. iyi hoş güzel de, ben nası okuyacam o kadar ingilizce makaleyi yahu? ben de insanım bi yerde, değil mi ama?
üstelik üds'den gereken puanı alamamış bi insan. benim üstüme niye bu kadar geliniyo anlamış değilim.
tabii ki herşey benimle ilgili, tabii ki dünya benim etrafımda dönüyo ve tabii ki herşey bana göre organize; ne sandın!

allam bana şöle bir 500 milyar falan versen de bi rahatlasam ben ya.. valla bak, herşey çok güzel olur o zaman. mütemadiyen benden duymak zorunda kaldığın homurtuların sonu gelir sen de kafanı dinlersin hem. nası fikir?



13.08.2011

İYoT YoRGuNu

sonunda yaşadığım yeri idrak etmiş bulunmaktayım. sıcaktan beynim sulandıydı, ancak açıldı idrak yollarım. dedim ki kendi kendime; "yahu kadın, antalyanın tüm o leş sıcağına felan katlanıyosun da neden sefasını sürmüyorsun?" ve sonunda uzun zamandır ısrar eden iş arkadaşımın teklifini kabul ederek kendimi plaja attım.
aslında dün de atmıştım ama dünkü kısaydı, sözünü etmeye değmezdi. oysa bugün takriben 8 saati plajda geçirerek, tam mesai yapmış bulunmaktayız.
çılgın gibi esen rüzgardan üşüdük desem inanır mısınız? 5 gibi üstüme havlu serip yattım :)

sabahtan yerleştiğimiz şezlonglarda kitap okuduk, sohbet ettik, uyuduk, müzik dinledik ve huzur bulduk. resmen huşu içindeyim şu an. hepi topu 10 ailenin olduğu kocaman bir plajdan bahsediyorum, ki antalyada böylesi pek de mümkün görünmüyor. özellikle kemer için yazdığım o yazıyı okuyanlar, ne demek istediğimi anlarlar.
sadece dalga sesleri, konuşursak kendi sesimiz; hepsi bu.. harikaydı..
gerçekten iyi geldi..
şu anda çok yorgun hissediyorum kendimi, muhtemelen iyottan. keza denize sadece 1 defa girdim, onda da ıslanıp çıktım. efor sarfetmedim yane. yorulmam için insancıl bir bahanem yok. ama hissettiğim yorgunluk, çok güzel bir yorgunluk.
gerçi eve geldiğimde, berbat durumda bulmasaydım daha iyi olcaktı. (kafan yarılsın canım kocam :)
ama zaten içimden hiçbişi yapmak gelmiyo. oturacak ve bu tatlı yorgunluğun tadını çıkaracağım. ve okullar açılmadan bunu mümkün olduğunca sık tekrar edeceğimdir.

yaşasın antalyanın nimetleri :)))
10.08.2011

MuHaSeBe


farklı olacak kadar cesur değilim artık. ama farklı olanlara gıpta etmeme engel değil bu..
ben farklı olmaktan çekiniyorum nicedir.
ergence bir ihtirasla, tüm gözlerin üzerimde olmasının ve o gözleri kaptırmaksızın taşımanın nasıl bir şey olduğunu bilirim.
ama bir zamanlar bayıldığın şeylerden artık korkuyor olman da imkansız değil.
sonradan ortaya çıkıveren yükseklik korkusu gibi...

her gün, defalarca "ne güzeeel" dediğin resimlere bakmak ve onlardan biri olmak istemek. ama her sabah aynı sıradan insan olarak çıkmak evden.

kimsenin kafasını çevirip bakmadığı.. görünmez olmanın güvenli duvarları arkasından yaşamak..
benim durumumda, yüksek topuklu ayakkabılara bakmak uzuun uzun.. bir kaçına sahip olmak hatta. dolabımdaki varlıklarını, hayata geçirememek.
eskiden daha cesurdu ayaklarım.

kısa kestirilmiş, doğal renginde saçlar.. eskiden sarıydı saçlarım, upuzundu, her daim fönlü..

ve eskiden daha az yer kaplıyordu bedenim uzay boşluğunda, bunu görünür olmaktan saymıyorum.

dikkat çekmeden, farkına varılmadan, çok da umursanmadan yaşıyorum.
buna alışıyorum ama hala içerliyorum...


kendimle bitiremediğim ne çok hesabım var.
kendini olduğu gibi sev diyenler var ya; onlardan gerçekten ikna edici olabilenlerden bir kaçına cidden ihtiyacım var sanırım.
ve ben narsist idim bir zamanlar.

sakin, sessiz, herkes kadar..
yaşıyoruz..
buna da şükür..


Franz Kafka, "Değişim"i yazdığında, 32 yaşındaydı; "Aforizmalar" ı yazdığında, 34... öldüğünde ise, 41..
iki sene sonra kendimi böceğe dönüştürecek gücüm, dört sene sonra hayatı anlatmaya çabalayacak kudretim olmayacağından emin olarak; onbir sene sonra ölmeyeceğimi varsayıyorum. ama istersem 100 yıl daha yaşayayım, sadece 41 yıl yaşamış olan bu adam kadar izim kalmayacak dünyada; ona yanıyorum!

kendimi Kafka ile kıyaslayışıma bakarak, boyumdan büyük egomun ben öldükten sonra bile peşinizi bırakmayacağına emin olabilirsiniz :)

çok abartmaya da mahal yok gerçi. benim boyumdan büyük olması, gerçekten büyük olduğu anlamına gelmiyor :D

buralar çok sıcak..
ama nelere alışmıyor ki insan..

hani doktora gidersin de, sana sorular sorar.
"son zamanlarda nefes alışınızda bir problem var mı?"
"sırtınızda hafif bir ağrı hissettiniz mi?"
"uykularınız huzursuz mu?" gibi..
işte ben o soruların her birine "bilmiyorum" diyenlerdenim. ki çoğu doktoru şaşırtmıştır bu cevabım. şaşırmayanlar ise, zaten alacakları cevapla ilgilenmeyecek olanlardır.
kendimi dinlemem, kendimin farkına bile varmam. sadece alışırım, görmezden gelirim..

işte bu sıcağa da alışıyor insan.

2 ya da 3 sene önce tatile geldiğimde buraya, arkadaşımın yanına - ki kendisi o zaman evlenmemişti daha, şimdi ise ölümüne hamile- sokağa bile çıkmamıştım hiç. hepi topu bir haftalık tatilim vardı ve ben antalyaya gelmiştim. ama klimalı odadan kafamı çıkarınca bile nefes alamıyordum. bu durumda tatilimin %67'sini odada ahmet altan okuyarak ve kaplan belgeseli izleyerek geçirmiştim.

ama şimdi evim burda. o evimde klima da yok üstelik. haftada 2 gün çalışıyorum. iş yerimde klima var evet ama sadece 2 gün. diğer günler -mesela bugün- sadece evde bilgisayar başında oturuyor ve mümkün olduğunca az hareket etmeye çalışıyorum. nefes alıyor olmak bile terletiyor insanı.

zaten suyu sevmem ama kendime kokmayı da sevmem. mecburen her gün duş alıyorum, almak zorunda kalıyorum..

ha şimdi sorsan bana doktor edasıyla, "son zamalarda kendinizde bir tükenmişlik hissediyor musunuz" diye; "bilmem ki" derim. alışıyorum, alışıyorsunuz, alışıyorlar...
5.08.2011

TeOMaN

şimdi şu iki videoyu izlemenizi istiyorum.

ilki Teoman - Romantik







ikincisi ise, bir Kustarica filmi olan "black cat white cat" 'ten bir sahne








ben şimdi bu benzerliğe ne diyim?
çalmış diyemem, çünkü pek severim teoman'ı.
hatta bazı sitelerde "sevdiğiniz yazar" , sevdiğiniz şarkıcı" kısımlarına yazdığım şey bile sabittir benim.

"Ahmet Altan adını yazsa okurum, Teoman adını söylese dinlerim"

çok üzüldüm keşfettiğimde. belki bir çok kişi bu benzerliği benden çok önce farketmiş olabilir. sosyal medyadan, televizyondan fln oldukça uzağım, habersizim. ama ben bunu teoman gibi çok yaratıcı birine yakıştıramadım.

zaten böyle şeyler beni hep çıldırtmıştır. ne yani, bu şarkıyı senden başka kimse bilemez mi? insanın dinleyici kitlesini salak yerine koymasıdır bence bu. onun müzik zevkine sahip olamayacağımızı düşünmesidir.

ben bu lafları teoman için etmiyorum. hatta telif hakkı ödemiş bile olabilir. umrumda değil.
zaten müziği de bırakıyormuş!!!! (http://www.teoman.com/aciklama.php)

şimdi elimizde kalan tek şey, -şaşılacak şey ama- müzik zevklerimizin benziyor oluşu. aynı şeyleri dinliyormuşuz! aman tanrııımmm!!!

seni kustarica için sevmeye devam edebilirim bebeğim :))



3.08.2011

İNdiRiM!!!

işte indirim diye ben buna derim!!!
dikkatli bak ama tamam mı?
ne kadarmış aslında ve bizi ne kadara alabilirmişiz?
we lucky bastards :))




çocukken; insanların hayatlarının aşkına nasıl oup da ulaşabildiklerini merak ederdim.
bizim sokaktan ayşe abla ile, yukarı sokaktan mehmet abi evlenirdi mesela.
nası bir şans bu derdim, hayatının aşkı bi arka sokakta yaşıyormuş meğer.
sonra sınır denen şeyle tanıştım.
insanlar sınırları dahilinde bi gerçeklik yaratıyorlardı kendilerine.

ilk aşk denemelerimde de benzer kaygılar taşıdım.
"şimdi bu adama aşık olduk ama ya afyonda yaşıyorsa hayatımın aşkı" demekten geri kalmadım.
bu da insanı çok deneme ve çok yanılmaya götürüyor elbet.

bi laf var ya -bayılırım- "yakışıklı prensini öpene kadar, pek çok çirkin kurbağa öpmek zorundasın" diye.
o hesap.

ama teknoloji denen şey, sınırların çoğunu ortadan kaldırdı. şimdi insanlar internet üzerinden, karşılaşma şanslarının hiç olmadığı birileri ile tanışıp aşık olabiliyorlar.

ya da gitmenin imkansız olduğu yerlere gidiverip yeni insanlar tanıyabiliyorlar.

ben mesela kocamla internet sayesinde tanıştım.
bir arkadaşım; 10 sene süren ilişkisini zor da olsa bitirip yeni bir başlangıç yapmak için gittiği almanyada hayatının aşkı ile tanıştı ve evlendi.

ha; almanyadan biri ile evlenmek bana pek olası gelmese de, o inanmış o adamın hayatının aşkı olduğuna. eskiden olsa o adamı görme şansı hiç yoktu. değil ki tanışıp aşık olmak vs.

velhasıl kelam, teknoloji güzel şey.
 
MüTeveLLi HeYeTi © 2009. BaLıK GöZüNDeN İNeK!