geçenlerde muyene için gittiğim doktor "perşembe gel de, seninle özel bir tedaviye başlayalım" diyince, paniklemek yerine pek sevinmiştim. ulan salak kadın!özel tedavi diyo...devlet hastanesinde bi doktor özel tedaviden bahsediyorsa, orda korkman gerekir...yelkenler suda ayrıldım o gün.. adam da hoş ha.. gerçi biraz irice ama, hoş yani..komik de...

gittim bugün, tam vaktinde... hoşgeldinler, yorulmuşsunlar..allaaam dedim, sonunda beni de doktorlar isteyecek, mühendisler zulada var zaten :) yukarı çıktık..espriler ve muhabbetler eşliğinde koridorlar aştık.küçük ama sevimli bir odada bir koltuğa buyur etti beni. rahatla dedi..dedim nasıl rahatlayabilirim, çok heyecanlıyım. korkulacak bişi yok dedi. dedim ne korkması yaw! :D

sonra burnuma bişi sıktı! aman nası yandı, gözlerimden yaşlar fışkırdı..dedim naptın ya! dedi biraz acır ama uyuşturur az sonra..

niye uyuşacakmışım! ay meğer burnuma kameralı bi çubuk sokası varmış manyağın... bi de monitörü de bana döndürdü. kendi burnumun o kadar iğrenç olabileceğini tahmin etmezdim valla. herkesler ne güsel şeyler sölerler burnum için, artık aynı fikirde değilim...

aklım da karıştı biraz. her gün o görüntülere bakan bi adam, nası olur da kadınlarla ilişki kurmaya devam edebilir ki.. karşındaki allame-i cihan olsa, aklına gelmez mi insanın o görüntü...

sanki ayıp bişi yapmışım gibi, yüzümü yerden kaldırmadım hiç. o burun benimdi ya, daha ne olsun. gerçi herkesin burnu böle imiş. normal dedi, çok da kötü değilsin dedi. yani burnumun içine bakınca benim gibi şaşırmadı. ama olsun, ben yine de fenalardayım.

sora ilaç yazdı. haftaya gel, yeniden yazalım ilaçtan dedi.

bense elimde sağlık karnesi, içimde yıkılmış romantik hayallerim ve aklımdan çıkmayan burun görüntülerimle işe döndüm...

böhü!


Ben ne bok boğazlı bi insan evladı oldum yarabbim!
Ne vardı o kadar içecek? Şimdi midemi toparlayamıyorum. :(
Dün akşam, daha önce bahsettiğim uyuz adamla buluştuk. Aslında ben çalıştığı yere gidecektim ama o meğerse işten çıkmış, eve gitmişmiş. Ben de diyodum “gelince çaldır demesi telefonumu almak ve kendininkini vermek için bahane. Nasılsa gitmicem mi sanki, alla alla” meğer değilmiş işte ve ben gitmişken bi mangoyu gezeyim titremesine tutulduğum için haber vereyim dedim. İyi ki de aramışım, yoksa gidip olmadığı bi yerde beklicektim adamı. Neyse. Neticede dedim “yemek yiyim öle geleyim” dedi ki, “beraber yiyelim” alla alla işler ilginçleşiyo :)
Neyse ben mangoyu gezdim, o geldi bu arada. Güsel de bi hırka aldım bu arada :) yemek yedik bi yerde.. hayatımda ilk defa üzüm hoşafı sipariş eden bi adamla yemek yedim, daha neler görecek bu gözler bakalım. Neyse. Sonra napsak diye düşündük, dedi ortaköye gidelim. E iyi, kalktık beşiktaşa indik. Sora zor geldi oraya kadar yürümek, beer point diye bi yere oturduk. E adında meymenet yok mekanın, kahve içecek değiliz ya.. Dedik teker teker sipariş vereceğimize, biraver söliyelim. İçtik bi güsel, laf lafı açtı; bi tane daha söledik. Onu da içtik! Oha ya...nası kızıyorum kendime. Bi oturuşta 1,5 LT bira içmek ne demek ya... ama duuuuur, daha bitmedi. Artık eve dönces, dedi taksiye binelim, ben de seni bırakmış olayım. E iyi. Tam bizim kapının önüne geldik, taksiden inerken dedim gel kahve yapayım sana. Geldi :) kahveyi yaptım, sonra içine bi de baileeys koydum. Kesin kaşınıyorum ben ya... sonra baileeys sek içildi.. o bitti, martini rosso vardı. Ay onu da içtik... onu da bitirdik. Düşün bendeki mideyi şimdi, bi hayal etmeye çalış... sabah 5’e kadar da uyuyamadık...5’i geçiyodu heralde yattık, uyuduk. Yedi buçukta kalktık. Amaaaaan, halimi bak dertli çal; çok rica edicem. Gözlerimin arasına kürdan fln takmam gerekiyor. Fenalardayım.
Çok da fazla ayrıntı vermeyeceğim ama, bi takım beklentiler oluşturma diye sölüyorum. Adam hakkaten arıza..Hoş biri, bak bu gerçek... Ama ben şimdi ne desem boş..
Karıştırma kafamı, karıştırma!
25.01.2009

panda melek oldu

gençlik hastalığından kurtaramadık bebeğimi.
bugün, sabah 10.30 gibi uyuttular...
çok acı çekti, çok acı çektirdi bize.
umarım rahattır şimdi.
seni çok seviyorum meleğim.
kısacık ömrüne sığdırdığın ne büyük acıların vardı.
umarım sevildiğini hissettirebilmişimdir sana.
umarım mutlu olmuşsundur yanımda.
seni hiç unutmayacağım, güsel bebeğim benim...



Harika bir film..Zaten bekliyordum, harika bişi olacağını ama; bu kadarını beklemiyordum açıkçası.. O nasıl güsel renklerdir, o nasıl harika mekanlardır...
O ne kadar doğal Scarlett Johanson’dur, o nasıl şirret Penelope Cruz’dur, o nasıl piç Javier Bardem’dir?
O kadar doğal ve yerinde karekterler, o kadar doğru örülmüş bir hikaye.. Akdeniz insanının sıcaklığı ile ısınmış resmen film...
Woody Allen’in Amerika dışında çektiği ilk film olması sebebiyle, literatürde ayrı bir yer işgal ettiğini okumuş idim zaten. Yıllardır birlikte çalıştığı görüntü yönetmeninden de sınır dışına çıkma bahanesi ile ayrıldığını yine aynı yerde okumuş idim. (bkz: burda) Bu filmin bilindik Woody Allen filmlerinden biraz farklı olacağını bekliyorduk. Özellikle kadro, ağzımız sulandırmıştı fena halde. Hakettiğimizi de aldık...
Ben Penelpe Cruz’un bu kadar büyük bir oyuncu olduğunu bilmez idim. Ya da değildi şimdiye kadar; oynayana değil, oynatana bakmak lazım belki de. Ama ne olursa olsun, hanım kızımız devleşmiş.
Javier Bardem’i, “no country for old man” de psikopat bir katil olarak izledikten sonra, baştan çıkaran bir akdeniz erkeği rolünde görmek muhteşemdi bence. Oyunculuğu bu kadar –ödüle layık- hale getiren de bu tarz şaşırtıcı oyunlardır heralde.
Ve Scarlett Johanson. Sınırda bir oyunculuktu bence. Güzelliğinin lanetinden sıyrılmayı başarabilen bir kadın o. 5 yıl kadar sonra neler yapabileceğini tahmin etmek gerçekten güç.

Bohem bir ressam, 3 güsel kadın ve bir muhteşem şehir! İzlenmelik, seyrine doyamamalık...
Kesinlikle, şiddetle tavsiye!


allammmm
çok orkuyorum..
alerjim azdı, fenalardayım..
burnum kırmızı oldu, hatta yara oldu...
gözlerim yerinden fırlayacak sanırım..
beynim zonkluyo ve burnum hala akıyo..
korkarım beynim burnumdanakıp gidecek...
peki neden böle oldu...
gayet düzenli şekilde ilaçlarımı içer iken?
işte korktuğum nokta tam burda başlıyor...
ya Panda'ya karşı alerji geliştirdiyse vücudum?
kediye alerjim var, biliyorum.
ama köpek...
köpeğe olmamalı..
öle demişti doktor..
hatta doktor bile değil, test..
kollarımı delik deşik ettikten sonra, "hiç bi şeye alerjin yok senin. bi kediye, o da duyarlılık üzeyinde. alerji diyemem" dedi.
şimdi düştüğüm hallere bak...
allam ya..
bu ne biçim kader, illa ayrı gayrı mı koyacaksın bizi Panda'mla?
ay ağlayacam valla ya.............
23.01.2009

alexa karmaşası

ne menem bişidir bu alexa?
neden herkes bi sürü güsel şey yapabilirken, ben anlamıyorum bu işlerden?
ne derece teknoloji cahiliyim, benim için umut var mı?
öf ya......
* Pilot : Ama kesinlikle savaş pilotu. Yani askeri pilot. Dedem pilottu benim. Çocukken dinlerdim hikayelerini; bilinçaltıma kazınmış demek ki farketmeden ben. Öle üniforma merakım olduğundan değil yane.. Şimdi düşününce diyorum “benden asker olmaz” diye ama... içimde uhde kalmış bi meslektir.
* Psikiyatrist: İlk gençlik yıllarımda keşfettiğim psikoloji merakım zamanla ruh ve sinir hastalıkları konusu ile sınırlandı. Sonrasında farmakolojiye fena sardım. Eh bunları ortak paydada birleştirmenin tek yolu da psikiyatrist olmaktı. Lakin bu kararı vermek için çok geç kalmıştım. Çünkü tıp okuyamazdım, TM ciydim L
* Psikolog: Dedim madem psikiyatrist olamıyorum, psikolog olayım bari..bi yerinden tutunayım şu işe.. ama maalesef o da olmadı. Kaderin bir cilvesi olsa gerek; ÖSS ye girdiğm sene, yaptığım ilk 6 tercih psikoloji iken, 7. tercihimi kazandım.. L
* Yazar: Aslında pek peşini bırakmış olmadığım bir hayal bu. Hayatım boyunca, tabiri caiz ise, yattığım yerden para kazanmanın ne muhteşem bişi olabileceğini düşündüm durdum. Zaten yazıp duruyorum, birinin bi de bunun için para vermesi. Allam ne güsel iş yaw J
* Müzisyen: kesinlikle sesimin güsel olmasını isterdim. Tamam bi maria callas olmanın hayalini kurmadım ama, ışın karacaya ses veren allahım, biz daha ölmedik bizi de gör J yanında bir de enstrüman çalsam, yeme de yanımda yat.. şöle yaz akşamları plajda yakılan ateş atraksiyonlarının yıldızı olmakla başlasaydım işe.. sonracığıma bir grup kursaydım lise yıllarımda mesela... sahnelere transfer olsaydım ordan. Gece hayatında sahne performanslarımla adımdan söz ettirseydim... heeey, hey....
*Oyuncu: şimdiye kadar sevgililerime sölediğim gerçekçi yalanlar, istediğimde hüngür hüngür ağlama yeteneğimin, harcanmaması için sırf... hatta hiç unutmam, çocuğun birine sırf eğlence olsun diye şizofren taklidi yapmıştım. Bana deli gibi aşık olan yavrucak, ertesi gün “o yaptığın şey gerçek değildi, şakaydı di me” gibi saf bir soru sorunca, ben de “yoooo, gayet gerçekti; beni iyi tanı tamam mıaaa” dedim kendisine. O günden beri haber alınamıyor kendisinden. Ülkeyi tekettiği yolunda duyumlar aldım, kendime yordum J
* Kedi : Şaka değil, van handırıt pörsent gerçek! Şu hayata bi de kedi olarak gelmek ister bünyem.. zaten bazı reaksiyonlarımı kediye benzetenler çoğunlukta, anlam veremesem de... bi insan tatile gidip denize girmedi diye, bi insan mecbur kalmadıkça duş almaktan haz etmiyo diye, bi insan kalorifer kenarı, soba yamacını favorilerine ekliyor diye, bir insan boyunun altı kaşındığı zaman sakinleşiyo diye... hala anlayabilmiş değilim, kedi ile ne bağlantım olduğunu. Ama isterim hakkaten. O fiziki muhteşemlik bi kenara; o özgür ruh,o eyvallah etmez kişilik, o kimi ne şekilde kullanacağını bilen kıvrak zeka... hastasıyım!

Hatta ben bundan mim bile çıkarırım...ehehehe... şu blog dünyasına adım attığımdan beri sık gördüğüm bişi bu...herkes birbirini mimliyor. Ben de istiyorum, benim neyim eksik di me? Ama asıl sorun, bunu nası duyuracağım insanlara?
Du bakalım, allah kerim :)

Burdan mimlediğim kişileri yazayım ben, belki haberdar olurlar :)
* siminya
* cesetizleri
* tubanın çiziktirdikleri
* osuruktan tayyere
* kelebenk
* camilla

Hadi bakalım...
21.01.2009

IdeaL ErkeK

eveeeeeetttt.
ideal erkek tanımımı yayınlıyorum.
ilgilenenlere ya da üstüne vazife olmayanlara duyrulur....

* boyu fazla uzun olmasın. max: 175 cm fln. ben kendim kısa bi insanım şahsen. yanında düdük gib kalmak istemiyorum. :)
* sigara içsin mutlaka. kendimi kötü kokuyo gibi hissediyorum, sigara içmeyenlerin yanında.
* alkolle özel bi bağı olsun. alkolik olmasın elbet, ama içmesini bilsin.
* türkçeyi güzel kullansın. -de'yi, -mi'yi ayrı yazması gerektiğini bilsin en azından. bitişik yazılmış bir -de, beni alleme-i cihan olsa, soğutuyor kişiden.
* hitabet kabiliyeti olsun, mümkünse bu konuda özel bi yeteneği olsun. bayılırım güsel konuşan erkeklere.. dinle dinle dur, ne güsel. öbür türlü hep ben konuşuyorum, adamı ciddiye almaz oluyorum o saatten sonra.
* sinemaya ayrıca düşkün olsun. sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış filmleri izlemiş olsun, benimle aşık atabilsin, mel mel bakmasın suratıma. ve "o diil de, asıl bi film vardı ........... diye, nası güzel" diye bahsettiği filmin başrolünde boy gösteren şahıs Steven Segal olmasın. dakkada silerim ve dönüp arkama bakmam bile!
* mümkünse deneysel türk sineması, son dönem türk sineması ve avrupa sinemasına ayrı bi ilgisi olsun, amerikan filmleri yanında. konuşacak konum, konuşurken alacağım zevk artsın.
* müzikle içiçe olsun. en popüler olanından, en ezik olanına kadar; en azından fikri olsun. özellikle 90'lardaki popüler müziklere takıntılıyımdır. gençliğimde dinlediğim müziklerin yeri ayrıdır bende. onda da ayrı olsun.
* operaya gitmeyi sevsin nolur! gitmese bile, evde dinlesin. Carmina Burana dediğimde "ben tanımıyorum o ablayı" demesin suratıma; ben de ters tepki veririm suratına...
* klasik müzik dinlesin. en azından en popüler olanlarını bilsin ya... bana konser biletleri ile süpris yapsın. jazz dinlesin, blues sevsin.. yann tiersen kim dediğimde Amelie'yi yapıştırsın.
* tiyatroya fln gitsin. aptal olanlarına değil ama, kürklü merkür gibilerine... konuşabilsin bu konuda. deneysel oyunlarda eşlik etsin bana. sevmese de benimle birlikte sevmesin.
* ses sistemi konusunda hassas olsun, benim kadar. iyi bir müziğin bir ömre bedel olduğunun farkında olsun. cep telefonundan müzik dinlemek ile, iyi bir ses sisteminden müzik dinlemek arasındaki farkı bilsin, bu konuda harcama yapmaktan gocunmasın.
* ışıklandırma konusunda en az benim kadar hassas olsun. florasan lamba ışığı, intihar sebebi olsun onun için. sarı ışık forever desin, hayat felsefesi bu olsun. tavandan gelen ışığa kıl olsun. yerden aydınlatmayı sevsin. sevmeyenleri kınasın.
* hayvanları sevsin. köpeğime kendi köpeği imiş gibi davransın. kedi olur, inek olur. hepsini aynı sevgi ve anlayış ile kucaklayabilsin. ayrım yapmasın.
* istanbulda yaşamak istemesin bi de. ben gitmek istiyorum burdan. o da istesin. güneyde yaşamak istesin, mesela mersinde. mutlaka mersinde. :)
* soğuktan ve yağışın her türünden tiksinsin. bahar forever desin...
* sportif bi insan olmasın. hatta tembel olsun...
* bohem olsun...
* kendini bilsin, haddini bilsin, beni bilsin..
* yanıma yakışsın, yanına yakışayım...

evet sanırım hepsi bu.. başka bişi gelirse aklıma yazarım elbet..

ve tüm bu yazılanların ışığında, yanında yakınında bu özelliklere uyan biri varsa, beni haberdar etmeyen top olsun :)
sevgiler, saygılar..
efenim, malum iş hayatı..
ve malum, çok sıkıcı...
ama benim çalıştığım yerde, yılda bi kere büyük bi personel partisi düzenlenir.
bu sene de şubat ayında yapılacak.
her partide "yılın departmanı" seçilir bi tane.
işte bu ödülü almak isteyen departmanlar, fotoğraflarla fln "aman da ne çok çalıştık bu sene, ne çok hakettik bu ödülü ölümüne" imajı yaratmaya çalışırlar.
genel müdür ve diğer idari kadro hangisinin fotolarını daha ikna edici bulursa, o departman ödülü alır.
ödül de, kupa bi tane; neyse..
neticede prestij..
bu sene biz de sıvadık kolları, bi slayt hazırlayalım dedik.
çünkü en çok hakkı yenen departman biziz. bizden ne bir "ayın elemanı" çıkar, ne bi zam, ne bir terfi..
biz kendimizi pazarlama konusunda yetersiziz...
dedik bu makus talihe dur demenin zamanı geldi.
başladık fotoğraf çekmeye...
depolara gittik, arşivlere indik..
masaları dağıtıp, çalışıyoruz pozları verdik.
tam herşey çok güzel gidiyordu ki; bu fotoları çekip,düzenleyip, müzik seçip, slayt gösterisi hazırlayıp, yazılarını fln yazıp teslim etmek için 3 günümüz olduğunu öğrendik.
umutlarımız suya düştü :(
biz de dedik, en azından seneye..
of ya; niye hayatlarımız hep bişileri beklemekle geçiyor sanki?
:(
19.01.2009

PaNDa


işte bebeğim, işte Panda!
iyileşti oğlum, döndük evimize...
hayat yeniden çok güsel :)

edit: ben böle bi insan değildim ama hastalıktan kurtulamayınca oğlum bi türlü; nazar demeye karar verdim.
kaldırdım resmini burdan.
kimse kusura bakmasın, yok artık resim...
hıh...
(kendi bloguma puan verdim, acınası hallerdeyim...)

benim minik bebeğim Panda, bu sabah (pazar gününden beri ilk defa) yemek yedi.
davul zurna ekibi ile gideceğim veterinere.
zavallı yavrum, bir süre daha veteriner abisine gidecek.
serum yiyecek, ilaç yutacak..
o metal sedyede, küçücük görünerek yatacak...
offff, aklıma geldikçe içim acıyo ya...
canım oğlum benim :)

bu arada, bu vesile ile, burada bahsetmek istediğim biri var.
veterinerimiz Aytaç Bey..
umudumu kaybetmek üzereyken, köpeğimin öleceğini düşünmeme ramak kalmışken; onu yeniden hayata döndüren, iyileştiren ve bunu bedelsiz yapan kanatsız bir melek kendisi.
ben Panda'yı Tuzla Rehabilitasyon Merkezinden aldım. Aytaç Bey de orası ile birlikte çalışıyor. kaza geçirmiş, hasta köpeklerle o ilgileniyor. Panda da oranın köpüşü olduğu için, bizimle sınırsız şekilde ilgilendi. ilgisi de, sevgisi de sınırsızdı.
ben çok uzuuun yıllar hayvanlarla yaşadım. köpek, kedi, kuş, balık, hamster, kaplumbağa vs besledim. dolayısıyla ömrümün büyük kısmını veteriner hekimlerle içiçe geçirdim. ama ben bunca yıllık hayatımda hayvanları bu kadar seven bir veterinerle karşılaşmadım. onlara hakikaten içten bir sevgi ile yaklaşan, adeta söyleyemediklerini anlayan bir adam.. hatta benim minik Panda'm da; o kadar aşılar, ilaçlar ve canını yakan nice uygulamalar onun elinden gelmesine rağmen, dün yaladı doktorunu. hem de nasıl bir sevgiyle.
benim gibi hayvan seven, hatta hayvanlarla beraber yaşayanlara bir tavsiye olsun. kadıköy'deki "Bahariye Veteriner Kliniği" Süreyya sinemasının (artık operası) arkasındaki katlı otoparkın karşısında hemen. yani süreyyanın yan sokağından girin, solda kalıyor. Aytaç Sedat Kaval. onunla en azından hayvancağızınızı tanıştırın. ondan başka bir hekime gitmek istemeyeceğini, aşı yapılırken bile mızıklanmayacağını ve veterinere gitme işinin sancılı bir eylem olmaktan çıkacağını göreceksiniz.

Aytaç Bey,
kendi adıma size teşekkürü borç bilirim. ayrıca bizi sizinle tanıştıran İnci Hanım'a da burdan teşekkürlerimi iletmek isterim bir kez daha. hala bu kadar çıkarsız ve iyi niyetli insanların olması harika. dünyama ve gelecek kaygılarıma umut verdiniz. ben ve Panda'm size minnettarız...
fena halde gözleniyormuşum!
ben de ne güsel kimseler bilmez beni diyerekten, yazdıkça yazmaktaydım.
sırada boyumun 1,90 enimin ise 36 beden olduğu demeçleri vardı.
hayallerimi yıktın ulen!

sen anladın, bildin kendini :)
hadi hayırlı işler bakalım....
:)
şu aklıma düşen uyuz adamdan kahve teklifi aldım dün akşam için.
ama pandayı doktora götüreceğim için, kabul edemedim.
kader, sevgili blog; kader....
adını Panda kaydum oğluşumun...
siyah beyaz ve hallice tombulluğu ile benziyor hakkaten de..
çılgın gibi sevimli.
üstelik panda, her dilde panda :)

iyileşecekmiş oğlum!
gençlik hastalığı olmadığını söyledi doktor.
mide bağırsak hastalığı olduğunu sanıyor.
olsun, iyileşsin de...
oğluşumla fenerbahçe sahilde top oynayacağız, kilyoslardan fln denize gireceğiz.
daha çok şehir gezecek, çok adam seveceğiz!
oğlum iyileşecek!

herkese teşekkürler burdan; beni okuyan, bize dua eden..
en azından içi sızlayan...
14.01.2009

sevgili lafrodit

sevgili lafrodit...
o kadar moral verdi ki, yazdıkların..
sadece yazdıkların da değil, düzenli olarak köpeğimle ilgili yazdıklarımı takip etmen ve önerilerde bulunman.
acımı paylaştığını hissettim.
umarım iyileşecek benim oğlum.
umarım çok iyi olacak ve biz onunla çok güzel fotoğraflar çektirip sizinle paylaşacağız.
henüz 3,5 aylık bir bebek.
ama büyüecek ve çok yakışıklı olacak...
tüm desteğin için, teşekkür etmek istedim...
çok üzgünüm, hatta mahfolmuş vaziyetteyim, sevgili blog...
bebecik köpeciğim çok hasta..
öğlen hastaneye götürdüm onu...
serum bağladılar minicik patisine...
antibiyotik yaptılar...
sonra evimize döndük, ben mecburen işe..
annemden rica ettim, geldi ilgileniyor köpecikle..
aklım evde, elim işe gitmiyor...
çok korkuyorum, ya gençlik hastalığı ise?
maazallah bişi olursa bebecik köpeciğime?
of allam ya, niye böle olur ki?
niye miniminnacık, derdini bile anlatamayan bi köpek yavrusuna böle bişi olur ki?
offfff...
lütfen dualarınız esirgemeyin, belki yardımı dokunur..
ve ben olası her yardıma muhtaç vaizyetteyim...
çok mutluyum sevgili blog
hayvan barınağına gidiyorum bugün...
alacağım köpüşümü, herşey yolunda giderse..
o kadar mutluyum ki, içim içime sığmıyor!
bana bi haller oldu sevgili blog...
bi şıpsevdilik, bir her gördüğüme dönüp bi daha bakmalar...
herkes beni sevsin istiyorum. beni beğensin, benimle ilgilensin. şımartsınlar beni istiyorum.
dün gece, 2 seneden daha uzun zamandır birlikte çalıştığım, daha doğrusu ortak iş yaptığım bi adamın yanına gittim. aynı yerde çalışmıyoruz biz bu zat-ı şahane ile. biz onlara bişiler satıyoruz. haftada bir de telefonla konuşuyoruz, iş icabı. hatta acayip de uyuz olmaktayım kendisine. hep bi sorun, bi problem, bi ukala tavırlar vs. neyse... evime de yakın, onun çalıştığı yer. arkadaşla buluşcaz, bari oraya gidelim dedik. öğlen telefon açıp, akşam geleceğimizde yiyeceğimiz şeyleri bile ayırttım. sonra akşam gittik, sağolsun ilgilendi bizimle. 2 satten daha uzun süre yanımızda oturdu. hiç kalkıp da başka bişiyle ilgilenmedi. sohbet, muhabbet; keyifliydi. ama nedense ben bu adamı aklımdan çıkaramadım dün gece. hayırlara vesile olsun. bi sıcaklık içimde. ha yüzünü doğru düzgün hatırlamıyorum, o ayrı :) ikinci görüşümdü zaten kendisini. belki de öle sıcak davranması, sebep oldu buna.. bu sabah da bi teşekkür maili attım kendisine. fakat henüz cvp gelmiş değil. işleri yoğun olabilir, ya da aslında dün olan off gününü bugüne kaydırmış olabilir, veyahut bişi yazmak istememiş olabilir...herşey olabilir..
ben galiba fazla yalnız kaldım sevgili blog. derhal birini bulmam lasım kendime. aksi takdirde valla, sonum hayırlı olmayacak. kültür kültür, bi yere kadar.. zaten kültürlene kültürlene, insanlarla konuşacak bişi bulamaz oldum. ben tiyatroya, konsere vs. gittiğimde; insanlar tv izliyor oluyorlar ve ertesi gün de izledikleri şeyleri konuşuyorlar. ben mal gibi bakıyorum öle, dahil olamıyorum. üstelik de benimle konsere fln gelcek bi adam istiyorum. tiyatroya gidebileceğim ve bundan en az benim kadar keyif alacak bi adam. istiyorum ki, birine opera dediğimde, koşarak kaşmasın benden. çok şey mi istiyorum?
of allam ya....

kıssadan hisse: fazla kültür, psikolojiyi bozar.

Kültür mantarı olacağım diye, iyice zıvanadan çıktım ben, sevgili blog..Sonum hayrola... Efenim Pazartesi günü devlet opera ve balesinin, Kadıköy Süreyya Operasındaki “Fantastik” isimli oyununa gittik. Ben ve ebedi kültür mantarlığı yoldaşım, kadro tamam.. Bendeniz internetten biletleri satın alırkene, herhangi bir açıklama yazmıyor idi, oyunun ne menem bişi olduğu hakkında. Ben de ismi çok fantastik bulduğumdan olsa gerek; sonsuz bir güven ile, aldım biletleri.. Oyunun sergileneceği gün, internetteki sitede bir açıklama belirdi... “müzikal gençlik oyunu” İçim ürpermedi değil..Ve fekat, yapacak bişi yoktu, o oyuna gidilecek, kültürlü olunacaktı. Nitekim biz, bize yakışanı yaptık. Koştura koştura da olsa, yetiştik oyuna. Yediğimiz tostlar boğzaımızda kaldı hatta, sırf gecikmeyelim diye. Fuaye kısmındaki yaş ortalaması dikkatimden kaçmadı ama, arkadaşa bişi çaktırmadım. Onun da dikkatini çekmiş velhasıl, o bana çaktırdı. Ben de hiç farketmemiştim, o söleyince uynamış gibi yaptım.
Salona girdik, locadaki yerlerimiz aldık. Lakin ben saçma bir bilet alma olayı gerçekleştirmişim. Locada sandalyeler yanyana diziliymiş, salona dik açı ile. Ben gitmişim arka arkaya iki yer almışım. Halbuki yanyana olsa, çok daha mantıklı olacakmış. Şimdi gözünde canmlanmadığını biliyorum, sevgili okuyucu. Benim bile gözümde canlanmadı.. ama çok garipti, hakkaten bak...biz bi de can hıraş, sandalyelerin yerini değiştirdik. Locadaki koltuk sıralaması saçmaladı sayemizde. 8’in yanında 3, 9’un yanında 12 fln oldu.. Umrumuzda değildi, çünkü biz oyunu rahat şekilde izlemeliydik. Zaten locada bizden başka iki kişi vardı sadece ve yaptığımız yer değişikliği onları etkilemedi hiç. Neyse... Oyun başladı. Boylu poslu, hoş bi oğlan çıktı sahneye. Biraz –palyanço- giyimliydi ama, “sanat” dedik geçtik. Meğer değilmiş!!!!! Oyun tam bir fiyasko! Ben gittim, siz gitmeyin diye anlatıyorum.... Türkçe sözlü opera dinlemek; üstelik sadece müziğe uyumlu olsun diye yazıldığı pek belli türkçe sözlü opera dinlemek, çelik gibi sinir gerektiriyor. Oyun –gençliğe- yönelik olduğundan olsa gerek; insanı gerizekalı yerine koyan dialoglar, komik olmanın anlamını kavrayamamış oyuncular, abuk kostümler ve 40 yaşın altında olmadığına yemin edebileceğim oyuncuların 18 yaşındakileri canlandırmasıyla oluşturulmuş samimiyetsiz, çirkin, anlamsız bir şey... Kimse kusura bakmasın ama çok komik olacağım diye kendini pata küte yere atan (düştüğünü sanmalıyız biz burda) bir oyuncunun, yerden kalkarken “23. omur” demesiyle kahkahaya boğulan bir salonun zeka seviyesinden de, kendimin orda olma niyetinden de şüpheye düşüp, ağzımdaki sakızı daha bir hırsla çiğnemeye başladım. Ara olup da perde kapandığında montlarımızı dahi giymeden kendimizi kadıköyün soğuk sokaklarına attık. Nutkumuz tutulmuştu yahu..oha artık yani..
Neyse baktık gece planladığımızdan erken bitti, biz de barlar sokağına gidip “liman kahvesine” girdik. Orda bişiler içip sakinleştik. Biraz muhabbet ettik, kendimize geldik. Oyundan hiç bahsetmedik bi daha.. Hala da bi tuhaf oluyorum aklıma geldikçe..
İnsanların tiyatroya, operaya gitmediğinden şikayet eden yetkililere sesleniyorum burdan. Sen ülkenin gençlerine gerizekalı muamelesi yapmayı kendine şiar edindiysen, bari katılım göstermeyenleri kınama. Hatta ben ayakta alkışlamak istiyorum, beninle aynı hataya düşmeyen tüm insanlığı.. “23. omur” dendiğinde bunu komik buluyorsan sen, ya da bu oyunun yazarı; lütfen benim ödediğim vergilerden aldığınız maaşları geri verin... espri anlayışı ve dolayısıyla entellektüel kapasitesi bu kadar yerlerde gezen birilerinin, kalkıp da “sanatçı halkı eğitmekle görevlidir” demesi beni çileden çıkarmaktadır. Şu hayatta bu şekilde davrananlara beslediğim nefreti, bi de fok öldürenlere besliyorumdur heralde..
Biraz sakinleşmem gerektiğinin farkındayım... Bu akşam, yine açıklamasını okuma şansım olmadan bilet aldığım bir konsere gideceğim; korkuyorum. Bunun ismi “müzikal konseri” Umarım beni yine hayal kırklığına uğratıp, bir daha bilet alırken iki kere düşünmeme sebep olacak bi vaka ile karşılaşmam. Hayır, sinirlenip küfür ediyorum sağda solda, sanat düşmanı sanacaklar beni; ondan korkarım.
Kıssadan hisse: opera izlemek istiyorsan, referans al; daha önce izlemiş birilerinden.
Öneri kutusu : Carmina Burana, Carmen vs. (dünyada takdir gören ve burda da sergilenen operalar )
Hadi selematle...
Dün canım çok sıkıldı sevgili blog...
Arıza çıkardım evde, üzdüm insancıkları..
Annemin o bakışları çıkmıyo aklımdan.
Ama napiim, öğrensinler onlar da beni.
Bi anda parlar, aynı hızda sönerim.
Yanar dönerim, bi öleyim bi böleyim...
Hayır öfkenin bedelini yine ben ödedim.
Sırtımda 30 kiloluk çanta taşıdım, şehrin bi ucundaaaan, bir diğer ucuna..
Omzum hala acıyo...
Neyse, yeni yılın ilk ve umarım son arızasını çıkardım dün.
Bugün üzgün olmam dışında gayet iyiyim.
Yılbaşı yazısında da belirttiğim üzere, bu yıl farklı olacak!
Çok güsel olacak...
Kızmak, hüzünlenmek yok bu yıl..
Elimden geldiğince elbet...
Mesela bu akşam konsere gideceğimdir Kadıköy’de..
İyiiice kültür mantarı olacağımdır.
İzlenimlerimi aktarırım elbet...
Ama o kadar az kişinin ilgisini çekiyor ki, klasik müzik konserleri; insanın hevesi kırılıyor valla...

Neyse..
Eski yazılarımı getirdim evden...
Derleye derleye yazacağımdır..
Eskilerden bişiler ile şenlendreceğimdir seni...

Ya ben bu arada “kürklü merkür” e bi daha mı gitsem?
Bu yazıyı okuyup da, kürklü merkür’ü görmeyen varsa, yazıklar olsun.
Derhal gidin, hayatınız değişsin.
Bakın bu ay bitiyo, sonra isteseniz de gidemezsiniz...
Pişman olursunuz...

Neyse, bu kadar sanırım.
İşim gücüm var blog, bırak yakamı..

efenim merhabalar...

bugün 2009'un ilk günü.

koskoca 2008'i de yedik resmen...

yaşlanıyoruz, göz göre göre...

zaten Milli Piyango biletime amorti bile çıkmamış :(

çalışıyorum üstelik de şu anda ben...

sabah erkenden kalktım, işe geldim...

uykum var, moralim de bozuldu...

o ikramiye için ne hayyallerim vardı benim:(

ehuehe..

salak mıyım ben be!

ben de öle göz var mı?

 
MüTeveLLi HeYeTi © 2009. BaLıK GöZüNDeN İNeK!