30.04.2009

UğULtU

Ben aslında böle keyifli keyifli şeyler yazmak istiyorum..
Uzuuun uzuunnn yazılar...
Ama işte; gününün yarısını iş yerinde geçiren, işi masa başında oturmak olan ve eve gittiğinde de kalbi yatağında kalan bi insan olan ben; ne kadar kasarsam kasayım, sevgi pıtırcığı yazılar yazamıyorum.
Zaten oldum olası, hüzünle yaşayan biri oldum ben.. hüzün yazdırdı, hüzün konuşturdu, hüzün yaşattı...
Neşeli ve normal günlerim, hep bi geçiş dönemi gibi geldi bana. “Bu neşe içindeki gün de bitecek ve ben döneceğim yine hüznüme”
Yazamadığım zamanlarda kendimi verimsiz hissederim.. ağzımın içi kelime dolmuş gibi gelir... konuşamam, dinleyemem... hayata dahil olamam hatta... söyleyecek bişilerin varsa, sölemeden uyuyamazsın ya; ona benzer...
Edirnede okurken bi türk dili hocam vardı. Pek kıymet verirdi bana, ben de ona; bilmukabele. O, çok güsel anlatırdı bu durumu. “doğum sancısı” derdi. Kıçı kırık, tozlu, küçük ve duman altı kantinde oturur, karşılıklı sıcak bişiler içerdik onla. Bol bol konuşurduk. Bak şimdi düşünüyorum da, ne çok konuşmuşlardır hakkımızda... :)
Zaten oldum olası, düzgün konuşabilen adamlara bir hayranlık beslemişimdir. Her kim ki hitabeti güçlüdür, cümleleri düzgündür; benim ilgi alanımda olmuştur. Şimdiye kadar yaşıtlarımda ya da yaşı bana yakınlarda böle bi özellik sezmedim. Genelde benden oldukça büyük adamlarda gördüm bu yetiyi. Bunlardan biri de işte bu sözünü ettiğim hocamdı.
Bir diğeri, yine hocamdı... ama o felsefe hocamdı.. derhanede.. daha lisedeydim :)
Bir diğeri; bak o da hocamdı yaw :) ama bu kez üniversitede. Edirnede değil ama, diğerinde.. demek ki ben öğretmen seviyorum :)
Bi de; neşeli neşeli şeyler yazınca, kendimi -yazmış- hissedemiyorum ben nedense... hep böle ağır şeyler yazmam lazımmış gibi. Gerçek ifade edişimi, bu tip yazılarda sağlıyomuşum gibi... diğerlerinin zerre değeri yokmuş gibi.. misal bu yazı... şimdi bunu yazıyorum, koycam da bloga... ama yine ağzımda kelimelerle dolanacağım... kulaklarım uğuldayacak... neye yaradı, ellerimin yorulması? Neye yaradı, bunca işimin arasında, yazmak için zaman ayırmış olmam?
Sadece yazabilmek için, zamanında çok çok üzüldüğüm olayları hatırlayıp hüzünlendiğim bile olmuştur. Sanki yeni yaşamış gibi hissederek, ellerimi tuşlarda gezdirip; adeta ağlamışımdır. Bu konuda başarılı olduğumu düşünüyorum ama.. şimdi bile istesem, heybemde çok acı var.. çıkarıp kullanırım, deli gibi de yazarım. Keyif de alırım üstelik yazmaktan... derin bi nefes verir gibi, içim ferahlar.. ama söz verdim kendime.. yazmayacağım diye.. onu kullanıp yazmayacağım diye... ya kendime yeni materyaller bulmalı, ya da bi süre kulağımda uğultularla dolaşmayı göze almalıyım...
Yeni materyaller bulmaya cesaretim yok.. elimdekileri büyütmeye niyetim yok.. geçmişimdekileri çıkarmaya yüzüm yok...

Bi uğultu duyan var mı?
Bir kadın; hiç istemese ihtiyacı olmasa bile istediğinde evden ayrılıp,kendine ev kiralayacak kadar paraya sahip olmalı

Bir kadın; giyecek mükemmel bir şeye sahip olmalı ki patronu ya da hayallerinin aşkı bir saat içinde onu görmek isteyebilir

Bir kadın; dönüp baktığında hoşnut olduğu bir gençliğe sahip olmalı

Bir kadın; yaşlandığında yeniden anlatmayı dört gözle bekleyeceği yeterince ilginç bir geçmişe sahip olmalı

Bir kadın; bir tornavida setine,bir kablosuz matkaba ve bir siyah dantelli sütyene sahip olmalı

Bir kadın; onu her zaman güldüren ve onun ağlamasına izin veren bir arkadaşa sahip olmalı

Bir kadın; daha önce ailesinde kimseye ait olmayan iyi bir mobilyaya sahip olmalı

Bir kadın; misafirlerini şereflendirecek sekiz eş tabak,ayaklı şarap kadehi ve yemek tarifine sahip olmalı

Bir kadın; kaderini kontrol edebileceği duygusuna sahip olmalı

Bir kadın; kendini kaybetmeden aşık olmayı bilmeli

Bir kadın; bir işi bırakmayı,bir sevgiliden ayrılmayı ve arkadaşlığa zarar vermeden arkadaşına karşı durmayı bilmeli

Bir kadın; ne zaman daha fazla deneyeceğini ve ne zaman yoluna devam edeceğini bilmeli

Bir kadın; baldırlarının uzunluğunu,kalçalarının genişliğini ya da ailesin in doğasını değiştiremeyeceğini bilmeli

Bir kadın bilmeli ki; çocukluğu mükemmel geçmemiş olabilir ama o bitti

Bir kadın; aşk ya da daha başka şeyler için ne yapıp ne yapmayacağını bilmeli

Bir kadın; sevmese de nasıl yalnız yaşanacağını bilmeli

Bir kadın; kime güvenebileceğini,kime güvenemeyeceğini ve bunun kişisel olarak algılanmaması gerektiğini bilmeli

Bir kadın; ruhu yatıştırılmaya ihtiyaç duyduğunda nereye gideceğini bilmeli (En iyi arkadaşının mutfak masası ya da ormanda büyüleyici bir otel)

Bir kadın; bir günde,bir ayda,bir yılda ne başarabileceğini,ne başaramayacağını bilmeli
Ne kimseyi inandırabildim, o adamı hayatımda istediğime; ne de mutlu olabildim, ard arda gelen yorumlarla savaşmaktan...

Serseri bi çocuktu işte...
Beni haketmediğini düşündüğü için..
Beni hayatındakilerden uzak tutmak için...
Beni korumak, daha fazla üzmemek için...
Ağlaya ağlaya...
Gitti....

Dün gece ayrıldık Çıtırımla.
Zaten yazıyodum sürekli, suyu ısındı artık diye..
Artık yeter, artık yapmasın fln yazıyodum...
Ama öle olmadı hiç kazın ayağı...

Çok alışmışım ben ona...
Ki kolay alışamam insanlara...
Kolay kolay yaklaştırmam kimseleri, yanıma yakınıma...
Onu almışım...
Kapıdan çıkınca, öle büyük bi boşluk kaldı ki ardında...

Karşılıklı oturduk, ağladık...
Kapıda dikildik bi süre, ağladık...
Sarıldık, ağladık...
Bağırdık birbirimize, suçladık; ağladık...

Ben sonra şarap içtim...
Biraz daha ağladım, biraz daha içtim...
Sonra uyuyakalmışım...

Bu sabah uyandığımda, içimde tam onun boyutlarında bi boşluk vardı..
Orası hala boş, biraz da kırık dökük...

Şarap bitti, rimeller çıktı, gece geçti..
Bi ben, bi de boşluğu; kalakaldık...
28.04.2009

PeTeR PeTReLLi


dün gittiğim hastanede, koluma radyasyon enjekte ettiler; sevgili okuyucu...
"koridorlarda gezme, vücudunda tehlikeli madde var" dediler..
beni bi nevi tecrit odasına aldılar...
"hamile kadınlara yaklaşma, küçük çocuklara hiç yaklaşma.. hatta mümkünse sen kimselere yaklaşma... yalnız öl!" dediler...
kendimi Heroes dizisinin, infilak etmesi pek muhtemel olduğu için tırıs tırıs ettiren karekteri Peter Petrelli gibi hissediyorum.
onun bir patlaması New York şehrine bedel, sen gel bi de beni düşün :)
hatta yazmadan duramayacağım "patlarsam yanarsın"
:D

25.04.2009

aman bea!

gecenin bi köründe, göztepeden bildiriyorum..
internet olan her evde, insanlara ve ortama aldırmaksızın, yüzsüzce çöküyorum pc başına...
ayıp günah dinlemiyorum, nezaket kuralları umrumda değil..
ben internete açım uleyn!

bugün itibari ile çıtırın suyu ısınmıştır...
sıkıldım artık ben bu adamın sorumsuzluklarını alttan almaktan yaw...
küçük dedik, anlayış gösterdik ama; o da tepeme çıktı resmen...
bu yaptığının yaşla başla değil, bildiğin nezaket kuralları ile ilgisi var..
neyse, ayrıntıya girmek istemiyorum..
ama ben her şeyi onun iyiliği için yapmakta direttikçe, o beni kendinden uzaklaştırmayı başarıyor..
bu konudaki yetenek ve azmine hayran olmakla birlikte; daha önce yazmış olduğum bir yazımda da belirttiğim gibi, başka yeteneklerin peşinde koşmak istiyorum..

ayrıca bugün ev arkadaşım bana şöle bi cümle kurdu..
"ben bu adamı senin yanına kesinlikle yakıştırmıyorum. belki sen ve vasat bi adam ya da o ve vasat bi kadın olabilirdi. ama ikinizden -siz- olmaz"

zaten karışık olan kafamı, daha da karıştırdı...
öfff ya..
ben bunlardan bahsetmek için açmamıştım sayfayı...
24.04.2009

aktarım



bu yazıyı, uzun zaman önce diğer blogumda yazmıştım.
ama benim için o kadar kıymetli ki..
burda da olsun istedim.
hayatımın her döneminde olsun istiyorum.
adı rüya ve based on a true story



rüyamda gördüm dün gece seni...ağlıyordun..ağlıyor ve bana anlatıyordun...iki yüzükten bahsediyordun..biri evlenirken taktığın yüzük, diğeri benim için aldığın...ama sanki o ben değilmişim gibi anlatıyordun..ama bendim ve sen bunu biliyordun..seni hiç öyle ağlarken görmedim ben..ağlarken gördüm elbet, ama öylesini görmedim..ağlayamıyordum bile, öyle acıyordu canım..konuşamıyor, nefes bile alamıyordum hatta..yokmuşum gibi davranmaya çalışıyordum.farkedersen orda olduğumu, o olduğumu; susar da içine atarsın diye korkuyordum.dinlemek üzüyordu beni elbet ama anlat diye yanıp tutuşuyordum..anlat da bitsin, bunca zamanlık işkencen; kendine ettiğin...yorulduğundan bahsediyordun...çok yorulduğundan..ve benim haklı olduğumdan, tanrıların genç olduğundan...yapmak istemediğini söylüyordun, artık istemediğini..ödüm kopuyordu...acil durumlarda kırılacak ilk cam hep ben olmuştum çünkü...yine beni kıracaksın diye korkuyor, ama orda olduğumu farketme diye susuyordum.elimi tutuyordun..gözyaşların elime akıyordu..ama öyle soğukkanlı ağlıyordun ki, o gözyaşların olmasa belki elime damlayan; inanamazdım ağladığına..hıçkırmıyordun hiç, nefesin bile kesilmiyordu..arada kesiliyordu cümlelerin yarıda ama, bilerek kesmişsin düşünme molası için, gibi bir izlenim yaratıyordun..avucunu açıp iki yüzüğü gösteriyordun bana..orda olduğumu biliyordun aslında..o olduğumu da biliyordun...ben susmaya devam ediyordum...ufak bir titremesi ile elinin, almamı istediğini anlıyordum..almak istemiyordum..bana ait olan, sende olduğu için kıymetliydi..ben kaybettiğini sanıyordum aslında..görünce mutlu oluyordum çok..sende kalsın istiyordum..diğerini ise, görmemem gerektiğini düşünüyordum..elini uzatıyordun bana ısrarla..seni kurtarmak için, elimi uzatıyordum..avucuma bırakıyordun..işte orda ben de başlıyordum ağlamaya..çünkü artık umrumda değildi orda olduğumu farketmen..sussan da umursamayacaktım..çünkü biliyordum ki, ben benden beklediğini yapmıştım..sana ağır geleni almıştım üstünden..bu bir acil durumdu ve sen beni kırmıştın yine..ikimiz de alışık olduğumuz görevleri yerine getirmiştik..ben ağlıyordum, hıçkıra hıçkıra..bir yandan, neden senin gibi soğukkanlı ve kontrollü ağlayamadığımı düşünüyordum.seni duymuyordum artık...göremiyordum da..orda olduğunu biliyordum çünkü elimi tutuyordun..sanırım gözyaşlarım eline akıyordu..hiç konuşmuyordun ama..muhtemelen orda olduğunu farketmemem için yapıyordun..ama avucumu yakan acının senden geldiğini biliyordum..ağzımı açmıyordum...böylesi ağlıyor olmamın senin canını yakacağını farkedip, susmaya çabalıyordum.gözlerimi açmaya çalışıyordum..ağlamaktan şişmiş olmaları işimi zorlaştırsa da, aralıyordum..bana bakıyordun...şaşkındın..ağladığımda bana baktığın gibi hep..içimden gülmek geliyordu..hala şaşırabiliyorken sen bana, ben senin her mimiğini önceden biliyordum..hiçbirşeyin sürpriz değildi bana..daha da artıyordu şaşkınlığın..saçımı yüzümden çekmek için elini uzatıyordun..elin alnıma değiyordu..avucum yanıyordu...gözlerimi kapatıyordum, elini yanağıma koyuyordun...ve ben yüzümü eline yaslayıp, öylece susuyordum..

Celine Dion - I'm Alive
alexgirl42 tarafından gönderilen video

bugün yorgunum sevgili blog...
gece gece, evine gideceğine sarhoş arkadaşını toplamak için taksime gidene, arkadaşını toplamayı başaramayıp bi de bi dünya içene, sonrasında eve dönünce bi de arkadaş derdi dinleyip sabahın dördünde yatana ne denirse; işte ben oyum...
ama herşeye rağmen, içim pek hayat dolu bugün...

eskiden leman dergisinde "gönül adamı" diye bi karekter vardı, bilmem hatırlayan var mıdır?
o adamcağız, uzun pardesü giyer, mütemadiyen boğaz kıyısında dikilir, pardesüsünün eteklerini esen rüzgara karşı sallandırarak istanbulun ya da insanların durumu için iki damla yaş akıtırdı gözünden.
kendimi o adamın gözü yaşsız versiyonu gibi görüyorum işte..
pardesü eteklerini rüzgara bırakma, boğaz kenarında dikilme falan gibi eylemlere girişesim var...

ve fekat, yer dibindeki bir ofise tıkılmış; değil deniz kenarı, temiz havaya hasret kalmış vaziyetteyim...
olsun bea, elbet çıkılacak bu ofsten.
üstelik cuma bugün...
yarın sadece 4 saat çalışmakla mükellefim.. sonrasında tüm gün benim...
ister uyurum, ister deniz kenarında pardesü etekleri sallandırırım.

bi şarkı vardı ya, onu yükleyesim var.
pek anlamıorum bu işlerden ama, du denicem...
bugünün anlam ve ehemmiyetini anlatan şarkı olsun...
benim olsun :)
22.04.2009

iLk

Ben bugün dünyanın en güsel gözlerini gördüm lan blog..
Böle içimden tozlar kalktı, kelebekler uçuştu...
Halbuki ben renkli göz sevmez bilirdim kendimi..
allam o nası yoğunluk...
günlerdir, kendimi paraladım sevgili blog...
perşembe akşamı, izmite gittim; cuma mevlüte katıldım.
çok hüzünlüydü be..
sonrasında yapılan mezarlık ziyareti daha bile hüzünlüydü..
bi de şu mezar sulayan çocuklar rahat bıraksaydı, ağlayabilirdim bile.
ama aralarında itişmelerini dinlemekten, acıma konsantre bile olamadım :(

cuma akşamı evime döndüm neticede...
kalasım gelmedi orda, kalamadım...
cumartesi günü de, kıymetli bi şahsiyetle caddebostan sahile gittik...
offf, çok güseldi be blog..
hava mis, çimenler ılık, havada hafif bi esinti...
sohbet ettik, yedik içtik..
yanımıza köpekler geldi, kulağımıza falan havladılar..
kafalar sevildi, kulak arkaları kaşındı... tam bir huzur!
sonra yerfıstığında bira içtik de, sahilde içmeye devam bile ettik..
uzun zamandır yapmadığım ve çok özlemiş olduğumu yapınca farkettiğim bi aktiviteydi...
güsel oldu, bi daha bu kadar açmayacağım arayı...

sonra pazar günü de kendimi evime adadım.
börekler yaptım, bi güsel yedik.
sonra bi de doomgünü kutladık. pastalar da indi mi mideye?
benim rejim yalan oldu resmen.
zaten nerdeyse 1 aydır kilo veremiyorum...
hüzünlüyüm...

pazartesi desen, ayrı bi alem...
sabahtan akşama eğitim mi olur yaw?
sıkıntıdan patladım, eğitimi veren adama kıl oldum..
sinir harbi resmen.
bu arada görmemiş gibi içtiğim 15 fincan kahve de gün boyunca midemi ağrıttı durdu...
akşam eve gidip bayıldım :)
10 du saat, ben uyuyodum.
oysa ki, dizim vardı...
ilk kez izlemedim engin altancığımın dizisini..
hala içimde bir vicdan azabı var, ne yalan söliim...
neyse elbet vardır tekrarı bi yerde.
vardır di me?

bugün de yetiştirmem gereken bir raporun gerginliği ile geldim işe..
sen cuma cumartesi işe gitme, pazartesini eğitimde geçir...
işlerden masamda görünmüyodum resmen.
ama altından kalktım tabii.
benden kaçmaz :)

şu an itibari ile, resmen rahatım..
uzun da bi yazı yazayım dedim...
gerçi içerik olrak son derece zayıf kaçtı bu..
ama olur o kadar..
her daim iş düşününce insan, yazısı da bu kadar oluyo..
gün içinde kafayı toparlayabilirsem, bi daha yazarım..
blog benim değil mi, istediğim kadar yazarım :)
hayat ne garip lan blog...
bi gün "artık istikrardan bahsetmeye hak kazandım" diye düşünürken; aynı gün belki, belki bi sonraki; uçup gidiveriyor bişiler elinden...
ne zaman kazanmıştım da, şimdi kaybettim diye düşünmeden önce, "kaybettim" i idrak etmek zorunda kalıyosun..
sonra sorguluyosun..
"kayıp mı ettim hakkaten, yoksa kolay vazgeçiş mi benimkisi"
insan üzülüp üzülmemeye bile karar veremez oluyo...

süregelen şeyi, "eski" ye terfi ettirip, bi de yenilikler peşinde koşmak mı?
ben bütün bunlar için yaşlandım be caaanım blog...

şimdi gitmek zorundayım ama döncem ben sana.. nerde kaldığımı unutturma :)
16.04.2009

hitaben

aslında ben hep herşeyin kolayına kaçıyorum sanırsam...
ağlamak, ya da çok hüzünlenmek; zaten her gün yapabileceğim şeyler..
sevgili barış...
sen aslında yaşarken çok şey öğrettin bana ve söylediğin her şey bir bir çıktı..
ama sen aslında ölümünle öyle büyük dersler verdin ki...
daha hiç giymediğin ve "yaz gelsin de, kutusundan çıkarıp giyerim" dediğin tshirtleri, ayakkabıları toplarken hissettiğim yürek yanmasını, bugün yine senin sayende hatırladım.
o gün verdiğim "hiç bir şeyi erteleme" kararımı, bugün; tozlu bir rüyadan uyanır gibi hatırladım.
yapmak istediğim onca şey arasından, tembelliğimle hayata baktığımı bir kez daha farkettim..
venedik'e gitmek istediğimi, mersin'de yaşamak istediğimi, bu işi yapmak istemediğimi... bunları hep kafama kafama vurduğunu; ne bekliyosun sarsak, bugün değilse ne zaman dediğini duyar gibi hatırlıyorum.
senin yazın giyme fırsatın olmayan ayakkabıların gibi, benim de gitmeye fırsatım olmayan bi venedik'im olsun istemiyorum.
sen olsan, ne güsel yaşıyor olurdun şimdi.
güsel havalarda hep dışarda...
uykusuz belki, belki çokça yorgun. ama hayatın bi anını bile kaçırmadan.
bense sabahlığımı giyip, bütün akşamı tv karşısında geçiriyorum hala.
ben akıllanacağım ama sen göremedin maalesef..
sana söz be, canımın içi...
söz..
Bugün hiç keyfim yok blog...
Yarın, ev arkadaşımın ölümünün birinci yılı...
Bu akşamdan izmite gideceğim.
O günü tekrar yaşayacak, o acıyı tekrar çekeceğim...
Daha atamamışken üstelik...
Hala en sevdiği şarkıyı, gözlerim dolmadan dinleyemezken; hala her gördüğüm maça ası bana onu hatırlatırken...

Ölüme alışıyoruz...
Hepimizin kayıpları olmuştur elbet..
Ama insan genç ölümleri kaldıramıyor be blog...
29 yaşında gencecik bi adamın, bi motor tepesinde bi anda ölmesi; yaşlı bi insanın kalp krizinden ölmesine benzemiyor..
Sabah evden çıkarken koltukta sere serpe yattığını görüp de kızdığın adamın, 2 saat sonra öldüğünü söleseler de inanmıyorsun.
Ta ki kendi gözlerinle görene kadar!

Gidemedim mezarına bi senedir.
Gidemiyorum..
Ne diyeceğimi bilemiyorum, korkuyorum..
Özlüyorum çok...
Ne kadar sevdiğimi, onu kaybedince anlamış olmaktan utanıyorum...
Sorumsuz, vurdumduymaz, dağınık diye söylenip durduğum adamı; meğer ne çok sevdiğimi farkettiğim için...
O ölünce farkettiğim için, çok utanıyorum..

Bugün hiç keyfim yok be blog..
Yarın da olmayack, sonraki gün de..
Ben yine, uzun bir süre, sanki yeni görmüşüm gibi tabuttaki yüzünü...
Keyifsiz olacağım..
Özlüyor ve utanıyor olacağım...
bazı bloglar var..
öle acı şeyler yazıyo ki içinde, benim de içimi kavuruyor çoğu..
böle zamanlarda; bu yeşile boğulmuş blogumu sevmiyorum.
böle zamanlarda, insanların içini kavuran yazılar yayınlamak istiyorum.
ama benim içim öle kavruk ki aslında..
yılların kavrukluğunu, taşır dururum her gittiğim yere...
başka bi yerde yazarım onları, buraya yazamam.
buraya kıyamam, yazılarıma da kıyamam.
ama aslında ben; içinde boyundan büyük aşk acısı taşıyan bi kadınım...
sadece bilin ve beni yeşil fonda bi inekten ibaret sanmayın istedim...
Aslında bu yazıyı dün yazmış olmam gerekiyordu ama inanır mısın okuyucu, kafamı kaşıyacak vakit bulamadım. Aman o nasıl çalışmak.. dedim “aldığın parayı hakediyosun kızım” neyse, neticede yazamadım dün ama şimdi yazacağımdır.. yazılacak kelime, edilecek kelam, akacak kan yerinde durmaz; bu böyle biline...
Dün doktora gittim a dostlar.. meşum alerjim için.. yine özel muamelelere maruz kaldım, tahminlerin aksine buna sevinmedim... “senin durumun ağır, senin sırada beklememen lasım” dediler mi insana, sevinci kursak bölgesine sıkışıveriyor...
Alerji testi yaptılar bana, kollarımda tam 30 delik var şu anda.. hala izleri geçmiş değil, kolay kolay da geçeceğe benzemiyor.. sonuç? Hiç! Tıp çaresiz kaldı benim alerjim karşısında.. efenim çok alerjik bi bünyem varmış, evet. Ama spesifik olarak şuna alerjin var diyemiyorlar. Buna da tıp dilinde “alerji panel testin negatif” diyorlar. Hayretler içerisinde kaldılar... bir dahiliyeci, bir alerji uzmanı kollarıma bakıp, çenelerini avuçları içine alıp, “hmmmmm” ladılar baya bi süre.. sonra beni kabarmış kollarımdan tuttukları gibi hocalarına götürdüler. Zaten o dedi “panel testi negatif” diye.. bu kadar alerjik olmama rağmen, hiçbişi çıkmamış olması, ellerini kollarını bağlıyor sayın seyirciler.. üjbej gün sonra, kandan alerji testi yapmak üzere randevulaştık doktorumla.. aman doktorum, canım doktorumla... hem de cep telefpnunu verdi bana, “randevu fln alma hiç, beni ara, ben geleceğin saati söliim, öle gel” dedi.. dedim acaba sen bana bişi mi ima ediyosun, genç ve yakışıklı doktorum...insanın bahtı açılmayagörsün.. hasta haliyle gittiği hastaneden bile ekmek çıkarabiliyor :D
Şimdi bana sölediği günü bekliyorum a dostlar... gidecek ve bir kez daha çare arayacağım... umarım bu sefer tıp, benden baskın çıkar :D
Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar.. ama gün içinde yine yazarım sanırsam... beni kimse tutamaz :D
Bugün canım yazmak istiyo be blog.. sürekli yazmak, yazmaktan başka bişi yapmamak... aklıma her geleni yazmak... anlamlı anlamsız düşünmeden, yorulana kadar yazmak..
Eskiden, elime kalem almadan ilham gelmezdi. Klavyede ya da daktiloda yazabilenlere gıpta ederdim. Şimdi elime kalem alınca, şaşkın şaşkın bakakalıyorum. Yazım çirkinleşmiş yazmaya yazmaya.. kendi yazımı okuyamaz olmuşum. Üstelik yavaş kalıyorum. Klavye kullanışım, kalem tutuşumdan hızlı hale gelmiş. Bu bir dejenerasyon mudur? Belki de el yazımın üstüne düşmeliyim biraz.. belki ucunu bırakmalıyım... bazı yetenekler zamanla kaybolur, yerine yenileri gelişir. Evrimin bir parçası bu da... ben de evriliyorum demek ki :)
Yine okuyamamaya başladım ben blog.. üstelik ders de çalışmam lazım... yüksek lisans yapmak istiyorum artık. İlk defa bu sene kendimi hazır hissediyorum. Ders çalışmaya ve yetersiz olduğumu kabul etmeye. Yıllarca “benim ölüm yeter” dedim ama geçen sene gördüm ki, yetmiyomuş... alamadım gereken puanı... bu sene çalışmam ve o puanı almam lazım. İngilizce dediğin nedir ki, di me ama? Sonra önümüzdeki iki senemi bloke edecek bir yüksek lisans devresi... çok şaşırıyor insanlar bana.. işime bir katkısı olmayacak, bana daha çok para kazandırmayacak bir yüksek lisans için kendimi bu kadar yıpratmam enteresan geliyor onlara.üstelik tekrar öğrencilik... ders çalışmalar, ödevler, sınavlar... şimdi böle düşününce bana da delilik gibi geliyor ama... çok istiyorum ya.. hatta belki yeni bir kariyer planı yapabilirim kendime.. çünkü çok çabuk geçiyo zaman... yaşlanıyorsun ve hep güsel günleri bekleyerek. Bunun için bişi yapmak lasım artık...
Hep de lafta kalıyor bu sözlerim benim... hep konuşuyorum, sadece konuşuyorum..benden cacık olmaz, farkındayım... o kadar tırsakım ki! İçinizde beni bu hayattan çekip çıkaracak ve mersine götürecek bir babayiğit varsa, ben evlenme teklifi alayım derhal :)
Mersin, mersin.. o kadar istiyorum ki, o şehirde yaşamayı... huzur ve dinginlik vaadediyor bana sanki. Beni çağırıyor... “deniz var burda, kalabalık da değil. Ucuz bi de.. opera da var hem, festivaller var, iki tane üniversite var. Sana benden başkası iyi gelmez” der gibi kulağıma kulağıma.. günün birinde...
Blog yarışması var bi de... ben aslında ne yalan söliim, serzeniş meraklısına oy vermek için açtım sayfayı.. ama bi baktım, kendime oy verebiliyomuşum... evet yaptım, Kendime oy verdim a dostlar.. :) başka da veremiyomuşum, onu da ikinci seferinde başkasına oy vermeye kalkışınca farkettim. Çok üzgünüm SeMe, böle olsun istemezdim. Ama sen benim gönlümün birincisisin :)
Elimde olsa kimlere oy verirdim gibi saçma bir liste yazıyordum ki, vazgeçtim. Blogumda olan “gözüm üstünüzde” kısmı, benim oylarımın yansımasıdır. Ordaki her blogu her gün okurum ben. Yeni yazılar eklendikçe, yenilenir liste. En son yazı girilen blog, en üste taşınır. Ve ben de en üstten başlayıp, her gün okurum, hatta arada açıp açıp bakarım durum nedir diye.. valla bak, ben öle “o beni eklemiş, ben de ekliim” fln yapmadım hiç.. sayfa zaten yeterince kalabalık :)
Çok yorum yazmıyor olabilirim bloglara. Ama valla okuyorum bak.. aslında evde netim olsa, çok daha kolaylaşacak hayat benim için. Ama türk telekom bizimle inatlaştı, biz de cüssemize bakmadan kafa tutuyoruz adamlara. Bakalım, neye varacak sonu. Ben de bu durumda maalesef sadece iş yerimden nete girebiliyorum. E o da sınırlı oluyo. Sadece okuyacak kadar bakabiliyorum genelde. Yazmaya vaktim kalmıyor. Arada dayanamayıp yazdıklarım da olmuyo değil hani :)
Neyse ya, zaten öğlen oldu. Yemeğe fln gitme, biraz kafa dağıtma zamanıdır. Dönünce yine yazarım be blog. Sen olmasan ben ne yapardım? canım benim!
dün geceden sağ çıkmış olmanın verdiği sevinç ile, sabah sabah hikmet yumurtlamak istedi canım..
kediye alerjim var.. böle nefes alamıyorum kedinin yanında.. hapşuruk tıksırık falan da cabası.. ama lanet hayvanları o kadar seviyorum ki....
dün gece kaldığım evde iki adet kedi var... biri bizim kendi kedimiz, uğur.. tombul (takriben 10 kilo) ve bembeyaz bir kız... diğeri de rıfkı.. yeni gelen bir bebek.. sarı ve şekilsiz.. " o kadar çirkin ki, kimse istemez bunu" diyerek sahiplendiler :)
maç izleyeceğim diye gittiğim, dönmek zor geldiği için kaldığım o evde; yine çok zor bir gece geçirdim. sabahın dördünde uyandım, hatta buraya da yazı yazdım. sonra bi daha uyuyamadım... saat 6 oldu, attım kendimi sokaklara... aman otobüste yer bulamadım. sabahın altı buçuğunda bu ne kalabalık? bu şehir giderek kalabalıklaşıyor mu yahu? gelmeyin kardeşim artık, kapasiteyi aştık valla...
geldim iş yerine, güsel bi kahvaltı etmekti niyetim. ama canım hiç bişi de istemedi.. yine de yedim.. mal mıyım neyim? hem recim yapayım, incecik olayım diyorum; hem de önüme geleni reçele bandırıp yiyorum.. töbe töbe...
neyse...
bugünün pazartesi olmasının, daha sabahın köründe bu kadar sıkılmış olmamla sanırım ilgisi yoktur..
hem bu akşam sahip olduğum yegane dizim var. bir bulut olsam :) bendeniz bir EAD hayranıyım da :) Engin Altan Düzyatan... isim uzun ya, ondan kısaltıyorum. hem daha samimi oluyo böle :)
kendisini kürklü merkür isimli oyunda izlediğimden beri, hastasıyım.. gerçi o oyunda, yarı çıplak olmasının bunda etkisi olmuş olabilir. ama hastasıyım neticede..
ayrıca burdan genç kızlara seslenmek istiyorum... o melekler korusun dizisinde oynayan çocuk var ya, serkan altunorak.. o çocuk da yarı çıplakken çok seksi.. bence o dizide mal gibi görünürken hazır, yatırım yapın... sonradan parlarsa, ben bunu baştan ayırtmıştım dersiniz :)
ee başka ne anlatmalı ki? ne kadar boktan bi başlangıç lan.. çok afedersiniz efem, küfür etmek istemezdim ama haketti... bu hafta geçer mi, bu fırtına durulur mu, benden adam olur mu, korkarım aşka zararım dokunur mu?
ya ben şu arama zımbırtısına çok özeniyorum lan blog.. nası yapıldığını anlatsanıza bana.. hani gugıla ne yazımış da beni bulmuş, benim blogda ne aramış fln gibi bişiler var ya.. cesetizleri de yazıyo arada.. üfürükten prenses de yazmış en son.. ben de istiyorum :) biri bana anlatsın :)
ben cem adrian dinlemek istiyorum sevgili blog. ama şöle kanlı canlı.. bildiğin sahnesine gitmek istiyorum ama kalabalık da olmasın isitiyorum. böle unplugged tadında olsun, hatta mümkünse şarkılarını gözlerime bakarak sölesin istiyorum.. adam da inat gibi balansta fln çıkıyo.. ben gitmem ki oralara.. gerçi büyük konuşmiim, benim çıtır kolumdan tutup götürebilir.
ahahaha, benim çıtır galatasaraylı bu arada. dün de maça gitti, gece sesi pek kötü geliyodu... ben de koyu bi fenerliyim... bakalım ilk buluşmada neler olacak :) gerçi çekiniyo benden bu konuda.. ilk adımı doğru attım zamanında, şimdi yanımda sarı ve kırmızı rengi yanyana bile taşımıyo :) maça gideceğini söleyemedi yavrucak be :)
gerçi onun tırsma sebebi başka...
ya ben gitmişim, film festivaline iki bilet almışım. kültürlensin sevgilim diyerekten. ona da vakitlice sölemişim, anlaşmışız. sonra sen cuma akşamı kalk, "ben ali sami yen'e pankart asmaya gitcem, filme gelemem" de.. ben dönüştüm tabii. o filme gidildi neticede ama çok gerildim yane..
biraz rahat bırakmamı öğütlüyor herkes. bense dizimin dibinden ayrılmasın istiyorum. valla çok güsel çocuk lan blog. sen olsan, sen de kıskanırsın.. ha içi boş biraz ama, onu isteyen hatun mu yok? hem ben kıskandığımdan değil, başka sebeplerden istiyorum.. bu da seni hiç ilgilendirmez..
bu kadar yeter sanırsam, artık biraz da gaste okuyayım sabah sabah.. sonra da çalışmaya başlamak lazım zaten.. arada uğrarım ben sana, korkma...
hayde...
saat sabahın dördü!
uyuyup duruyodum ben...
sonra bi hışım kalktım...
su içtim, kendimi burda buldum...
bi de kedi kucağıma gelmeye çalışıyo..
git yavrucuğum, benim sana alerjim var!
acaba çok mu yalnızım lan blog?
12.04.2009

BeN De BuRDaYıM :)

efenim..
şu nacizane blog sayfasını açtım açalı, kendimle az çelişmedim...
sanki anneme sırlarımı itiraf eder gibiydim...
burda kimsenin beni tanımadığını kabul etmem, oldukça sancılı oldu...
yavaş yavaş alıştım, ağzıma geleni yazmaya başladım..
zaten ondan sonra keyif kendiliğinden geldi..
dedim ne büyük medeniyetmiş anasını satayım...
anlatırım, günah çıkarırım.. kimse de "ne ayıp, cık cık cık" diyemez bana...
ve şimdi, bi de blog ödüllerine aday oldum...
ha beklenti düzeyim pek düşük.. ama bu benim "ben de burdayım" deme biçimim..
burdayım, yazıyorum, hasbel kader okuyanım da var.. sevenim, sevmeyenim...
işine gelen, buyursun oylasın...
işine gelmeyen suya sabuna dokunmasın...

küçük yeşil bir kurabaaaaaaa :)))))))))))))))))))))
10.04.2009

ÇaPa


SeMe de yazıyor, ben de yazıyorum..
Şu sıralar çok kişi yazıyor ya da bendeki algıda seçicilik...
Herkes hasta, herkesin bi şekilde hastanelerle işi var... blog yazan insanların yaş ortalamasını hastanelerle bağdaştırmayorum ben..
Bizim nesil mi çürük çıktı?
Dün çapa’daydım. Meşum alerjime çözüm bulmak umuduyla gittim..belki de son çare olarak...
Önce dahiliye bölümüne muayene olmak gerekiyor, ordan alerji birimine aktarılıyorsunuz...
Amaaaannnn, ben derdimi anlatıyorum, doktor gözlerime bakıyor...
Ben konuştukça, doktor sessizliklere gömülüyor...
Testler istedi benden ama ben ne bilirim, ne nerde yapılır..
Dedim bana bunun prosedürünü de anlatın..
Yanıma birini kattı, katmaz olaydı..
Ben “kendime sevgili yaptım, artık elimi ayağımı çekeyim erkek milletinden” dedikçe, karşıma hep su gibi adamlar çıkmak zorunda mı?
O adamın o saatte orda ne işi olabilir?
Peki öle güsel bi adamın bana refakat etme olasılığı yüzde kaçtır?
Dün başıma gelen olayla, hayatım boyunca bana ayrılmış şans yüzdemin büyük kısmını doldurduğumu, bundan sonra şanstan bişi beklememem gerektiğini düşünüyorum...
Emre!
Düştü önüme o röntgenden bu kan testine; ne güsel bir gün geçirdik seninle...
Senin önünde tüm kapılar açıldı, ben de ardından seyirttim içeriye..
Sen olmasan, beni kim sallardı?
Bir günlüğüne bile olsa, hayatımın ışığı oldun...
Neyse, çok da cıvımadan anlatmaya devam edeyim...
Efenim bende allerjik rinit var imiş...
Ayrıca allerjik astım da varmış...
Ayrıca bi sinüzüt varmış bende, evlere şenlik..
Ayrıca burnumda kocaman polip varmış..
Ayrıca da bi bezim az çalışıyormuş...
Ben o yüzden tombulmuşum böle..
Aklandım, bi sevindim ki :)
Ben diyodum ama, su içsem yarıyo diye :)

Neyse....
Daha hastane maceramın yeni başladığını, yukardaki hastalık listesinden anladınız heralde...
Daha çoook gidip gelecek bu arkadaşınız çapaya..
Belki emre de gelir benimle..belki bi geleceğimiz olur beraber..
Belki ben zayıflarsam..
Şu bez çalışmaya başlarsa :)


askere gidecek olanların, nerelere gidecekleri belli oldu; dün gece...

bi sürü genç adamın, hayatlarının 5 ya da 12 ayını geçirecekleri yerler; birer birer göründü bilgisayar ekranında..

ömürlerinin birer parçası...

en verimli zamanları...


kıymet verdiğim bir kaç kişiyi uğurlayacağım pazar günü...

kimisini kalabalıklarla, kimisini bi başıma...


tek temennim, kafalarını dinlemek için kullanmaları bu dönemi...

kendileriyle kalmayı başarmaları..

kendilerini dinlemeyi öğrenmeleri...

yalnız kalmayı becermeleri...

ve gittikleri kadar güsel dönmeleri...


askerliğin en çok, ruhları yıpratmasından korktum...

yalnızlığın herkese iyi gelmediği aşikar...

yalnız kalmamak için, kendini parça parça harcayan adamlar gördüm...


gittiğiniz kadar güsel gelin..

gittiğinizden kuvvetli gelin...

oralarda lütfen, en çok kendinizi sevin...

O kadar sıkılıyorum ki bugün... şirketteki internet kısıntısı da, canımı sıkıyor fena halde... hiçbişi yapamıyorum.
Ya bana adam gibi iş verin, ya da internetime karışmayın arkadaş..
Yani ben işimde son derece profosyonelsem, eskiden burda çalışan adamların tüm gün ancak yaptıkları işleri 1 saatte bitiriyorsam, beni niye cezalandırıyorsun ki? Beni değerlendir başka mecralarda, etimden sütümden faydalan...
Ben yönetici olunca, bu konuya eğileceğim; kesinlikle.. öle azrail gibi masaların arasında dolaşıp, yüreklere korku salmayacağım. Kaldı ki sen niye dolaşıyorsun? Senin yok mu işin gücün? Demek sen de boş geziyorsun...hmmm....
Ben de outlook açıp, sanki çok önemli mailler yazmakla meşgulmuşum havası verip, ha bire yazıyorum; napiim...
İşsiz olduğu için üzülen arkadaşlara da bir çift sözüm var. Tamam para kazanamıyor olmak, hoş diil.. ama bu da çin işkencesinden beter, yemin ederim ya...
Halbuki otursam evimde, okusam kitabımı, izlesem filmimi.. kahvem önümde, sigaram masamda... ah öğrencilik günlerim ya... devlet bile kendini senden sorumlu hissedip, para verir her ay.. böle güsel bi hayat var mıdır ya? Devlet parasıyla içmek de, ayrı bi tatlı olur ama.. bu hakkı bana devlet verdi!
Sabahtan beri sıkılıyorum diye ağlıyorum. Bugünün bitmesi, yegane temennim; kısa vadede.. peki yarın ne olacak? Aynı bokun laciverti, çok afedersin...
Yok yok, benim çalıştırılıyor olmam, insan haklarına aykırı... ben en iyisi kendime bi zengin koca bulayım da tez elden evleneyim bari..
Hoş gerçi, her akşam eve gelen bi adamı da kim çekecek?
O maç fln da izlemek ister... gürültü evin içinde...
Yani zengin olduğu için alırsan, öle olur.. ama benim kısa bir zaman önce ilanını yayınladığım adam gibi biri olursa, izlemez maç fln... Hayatımız tam olarak şöle olur sanırsam...
Öğlene kadar uyurum.. öğlen kalkar; bişiler atıştırır, filmleri karıştırmaya başlarım... şöle hoşuma gidenlerden birini izler, kah güler kah ağlarım.. sonra kalkar, bi evi dolanırım. Sonra mesela; girer nete, bloglara bakarım... yazarım bişiler, bi sürü şeyler... yaparım kahvemi, alırım kitabımı... mesela secret garden eşliğinde... arada bişiler atıştırırım, sigara içerim istediğim kadar, istediğim saatte... akşama doğru duşumu alırım, mis gibi... alırım bi kadeh beyazımı elime, açarım Callas ablayı.. duş sonrası keyfi, yaklaşık yarım saat.. sonra, canım ne isterse artık yemek olarak. İster yapar, ister sipariş ederim... başlarım sevgilimi beklemeye... gelir mi elleri kolları dolu J şaraplar, votkalar, biralar... yanında çeşit çeşit peynir, meyve, çikolata... bişiler atıştırıp, başlarız yavaştan demlenmeye. Tabi bi duş alır sevgilim, günün yorgunluğunu atmak için. Ben ona aromatik bi banyo hazırlarım. Güsel bi müzik açar, o küvette yatarken, yanına şarabını götürürüm.. sohbete orda devam ederiz.
Salona geçeriz sonra, doğru şekilde ışıklandırılmış salona J güsel bir müzik eşliğinde, ki bu sefer ona bırakırım müzik seçimini, zevkine kendimden bile fazla güvenirim çünkü. Şarap mı olur artık, katık; başka bişi mi, ona da o karar versin. O seçsin herşeyi isterim.. evdeki adımlarını severim... uzun uzun, bıkmadan sıkılmadan konuşuruz. İçki biter, müzik biter.. sevgilimin uykusu gelir.. ben onu masaj yaparak uykuya hazırlarım...uyuruz sonra ama mutlaka sevişip uyuruz ... bu hiç değişmez :) sabah sessizce uyanır sevgilim. Sessizce giyinir, sessizce öper beni, sessizce işe gider.. ben duymadım sanır, öptüğü andan sonrasını bilirim halbuki... teni, tenime değdiğinde; içim ürperir, uyanırım..
Ne manyak bişi oldum ben... bunlar buraya yazılacak şeyler değil... bunlar, diğerine yazılacak şeyler. Çünkü aslında bunlar hayallerim değil, özlediklerim... yaşadığım için tadını bildiğim, başka bişiden tat alamama sebep olanlar.. bunlar aslında benim hayatımı kaydıran yaşanmışlıklar...
Oraya yazmayacağıma söz verdim.. kendime verdim hem de.. hayatımda ilk defa onunla ilgili verdiğim bir kararın ardını kollayabilmek istiyorum. Ona yazmak, onu özlemek istemiyorum.
Ama bak hala susmuyorum.
Kimi kandırıyorum?
Oraya yazmadım da, adam mı oldum?
Yine yazdım, ona yazdım...
Yine özledim...
Çok özledim...
Ölü Ozanlar Derneği filminde geçerdi bu söz, hatırlayan var mı? Robin Williams; öğrencilerini okuldaki bir ödül dolabının önüne götürür, o gün itibari ile belki hayatta bile olmayan gencecik adamların resimlerini gösterir ve kulaklarına bu sözü fısıldardı. “Carpe Diem” Gencecik Ethan Hawke, mmmmmmm :)
“Günü Yaşa” demek, bilmeyen varsa, info olsun... Geçmiş için üzülmeyi ya da geçmişin ne de güzel olduğunu düşünmeyi bırak... Gelecekle ilgili kaygıları da, sıyır at başından.. Bırak yıllar sonranın hayallerini kurmayı.. Günü yaşa!
İşte bendeniz de dün gece, naçizane bir karar aldım efendim.. Günü yaşama kararı... “Yarın nice olacak halim” diye düşünmeyi bırakma kararı... Yeri geliyor, öyle büyük olabiliyor ki bu tarz kaygılar; yaşadığı andan tat alamaz oluyor insan. “Ya bu adam yarın bi gün beni üzerse?” deyip de, bu günü hem kendine hem de ona zehir etmenin anlamı ne? “Ne çok sevdiler beni, bu da aynı öyle sevsin” demek de, pek bir iyi niyet kazandırmıyor insana... Varsa yoksa öfke, varsa yoksa kriz... Kendimi rahat bırakma kararı aldım aslında ben... Ben kendimi ne kadar rahat bırakırsam, kontrolüm altında olan herkesi ve herşeyi de o kadar rahat bırakırım; bildim..
“Bugün bitsin artık” diye düşünmekten de vazgeçmeliyim sanırım. Çalışıyor olmak, iş yerinde mutsuz olmak ya da yaptığın işten sıkılmış olmak; bahane değil.. Her gün birbirinin aynı.. Hani şu reklam varya, “geriye dönüp baktığında, bıraktığın iz bu kadar aslında” diyen. Çok sarsılıyorum ben o reklamı izlerken.. O kadar gerçek, o kadar benim hayatım ki... Her gün aynı saatte kalk, aynı araçla işe gel, aynı masaya otur, aynı yüzlere bak, aynı esprilere gül, aynı işi yap, aynı saatte çık, aynı araçla eve dön, aynı eve gel, aynı koltuğa otur, aynı şeyi iç, aynı şeyleri izle, aynı şeyleri konuş, aynı saatte yat....Hayata bıraktığım iz, evimle işim arasındaki bir metro tünelinden ibaret aslında... Hep yorgun ve hep mutsuzum.. Hep istiyorum ki akşam olsun, çıkayım şu ofisten... ve sonra akşam oluyor, çıkıyorum şu ofisten... sonra gün bitiyor ve ben bir gün daha eskimiş oluyorum. Bir gün daha yaşlanıyorum... Hayat geçiyor işte, hep bir şeyleri bekleyerek.. Yazın gelmesini bekleyerek, tatile gitmeyi bekleyerek, haftasonunu bekleyerek, doğumgünümü bekleyerek vs..
Ama artık en azından çabalama kararı aldım. Her gün, yeni gün; farkında olarak. Bugün olan hiçbirşey, yarın olmayacak. İyisi de kötüsü de, bugünde kalacak işte... en iyisi, hatırlanacak günler yaşayabilmek... en azından seneler sonra, şu yaşımı hatırlamamı sağlayacak bir şeyler yaşamak...
İşte ben dün; naçizane bir karar aldım efendim... Robin Williams, bir ödül dolabının önünde kulağıma fısıldadı, yanımda gencecik Ethan Hawke; “Carpe Diem”
7.04.2009

ConFuSeD ?

hastalığımdan mütevellit, çıtırımdan şefkat beklediğim bir dünü geride bırakırken; bahtsızlığımın duvarları bir kez daha üstüme üstüme geldi okuyucu..
ey sevgili okuyucu...
gerçi böle bir olayı bile kendime yonttuğum için, ne kadar da hayvan doğalı, bencil, yuh arsız bir insan evladı olduğumu sen sormadan ben söliim...
akşamın erken saatlerinde benim çıtır arayıp "polly beni hızlı dinle" deyince, "o ne demek lan?" şeklinde dalga geçmek için tüm hazırlıklarımı takriben 3 sn içinde tamamlamıştım ki; cümlenin devamı geldi.
"ananem hastalanmış, acile kaldırmışlar. biz ailecek bursaya gidiyoruz acilen" dedi.
bilemedim ne diyim...
beni habersiz bırakma dedim, geçmiş olsun dedim ama...
vızıldasam daha çok şey ifade ederdi sanırsam..
hatta kızdığımı da hatırlıyorum. şimdi düşününce çok utanıyorum ama, o an kızdım napiim...
neyse; o saatten beri ses yok kendisinden. ben de aramak istemiyorum şimdi. akşam bi msg attım ama, ses vermeyince üstelemedim. şimdi de üstelemiyorum.
ama hatırlamıyorum ki ben, o yaşlarda ne kadar desteğe ihtiyaç duyardı bünye...
sessizlik bi nevi terbiyesizlik mi şu durumda?
yoksa gösterilecek saygı mı, olmadığı kadar belki...
bilmiyorum..
hayatla ilgili kafam karıştı benim yine....
onunla ilgili, kendimle ilgili..
dün gece yeniden sakin ve huzurlu hayatımıza döndük ev arkadaşımla..
çay içtik, dizi izledik, kitap okuduk..
farkettim ki, özlemişim...farkettim ki, yorulmuşum...
ve dedim ki dün akşam...
"ben, beni hayata taşıyacak bir adam değil; benimle, benim hayatımı yaşayacak bir adam istiyorum"
ve sanırım bu adam, o adam değil...
enseyi karartmayalım....
benim bencilce hezeyanlarımı taşıyacak bir adam bulmam nasılsa zor..
du bakalım...
:(
6.04.2009

ARaNıYoR

efendim, düşündüm taşındım...
bir ideal erkek profili çıkarmaya karar verdim.
neden?
çünkü böle biri varsa, ben bilmeden geçip gitmesin..
bi şekilde hayatıma girsin isterim.
buyrun..
* franz kafka kimdir, bilsin.
*big brother esprisi yaparsam, anlasın.
*maria callas' ı sevsin, tabi önce kim olduğunu bilsin.
*operaya gitmeyi sevsin.
*tiyatroyu da sevsin.
*deneysel sinemadan hoşlansın. avrupa ve türk sineması özellikle.
*az bişi edebiyattan, felsefeden fln anlasın.
*david hume, bir lost karakteri olmasın onun için.
*konuşmayı bilsin, hitabeti kuvvetli olsun.
*saygı uyandırsın etrafında, sevsinler saysınlar..
*kendiyle barışık olsun. kendini kanıtlamaya ihtiyaç duymasın.
*bağımsız olsun.
*ana diline hakim olsun. -de'leri, -mi'leri ayrırsın en azından.
*bir kadını sevmenin, bir kadın tarafından sevilmenin ne demek olduğunu bilsin.
*alkol alabilsin, şaraptan anlasın.

şimdilik aklıma gelenler bunlar.
varsa çevrenizde böle bi adam, rica edicem beni bilgilendirin a dostlar :)
çok fena hastayım yaw blog..
senelerdir hasta olmamıştım.. bırak hasta olmayı, üşütmemiştim bile.
ama tabi kendinden genç oğlanla gecelerde fink atarsan, bi de bunu aralıksız her gece yaparsan; olacağı bu..
o kadar uykusuzluğu, alkolü ve yorgunluğu; benim zavallı bünyem kaldırmadı sanırsam..
ya da 20 dk kadar tarlabaşı bulvarında soğuk ve strese maruz kalarak çıtırı beklediğim için de olmuş olabilir..
tek istediğim yatmak.
dün bütün gün uyudum...
24 saat uyur mu bi insan evladı? uyudum valla. hem de kafama kadar battaniyeler çekerek..
bi terleyip, bi üşüyerek..
eve mi gitsem, naapsam?
4.04.2009

ÇıTıRa NaSiHaT

bak şimdi; dakka bir, gol bir...
bence bir erkeğin, ailesiyle problemi olmamalı arkadaş.
yani, ergenlere has problemleri olmamalı.
varsa da onu ergen kategorisinde anmalı, erkek kategorisinde değil..

yok eve geç geldin, yok gelmedin diye terlikler uçuşmamalı havada...
sevgiliyle kaldığı gece pek erkekken, sabah eve nası gircem şimdi annem kıyameti koparcak dememeli.
niye biriniz bile uyarmadınız beni "çıtır oğlan buldun kendine ama bunun bi de böle yan etkisi vardır" diye ?
nasihat verdim sabah sabah adama ya..
"annelere ters yapılmaz, gönlünü al, şöle yap, böle de, bıdı bıdı, vıdı vıdı" diye...

bakalım daha neler göreceğiz ya....
3.04.2009

İf/Şa

kendimi ifşa edesim var bugün yaw...
kim olduğumu, ne olduğumu bir bir sıralayıp, sonra da bu diyarlardan gidesim var...
noluyo yaw?
bence varya, hayat çok boktan....
eski sevgilimin blog sayfasını okurum arada..
ama o bilmiyo bunu...
yıllar önce laf arasında sölemişti bi kere.
ben de manyak gibi ezberlemiş, okuduğumu da sır gibi saklamıştım...
eskisi kadar olmasa da ,arada bakıyorum hala..
ilk ayrıldığımızda, ayrılıkla ilgili hiç bişi yazmamış olması beni öle çok yaralamıştı ki..
"bi ben mi üzülüyorum ya?" diye düşünmüş, belki de bu sayede daha çabuk kurtulmuştum çektiğim acıdan...
sonraları hiç bir kadın adı ya da varlığına işaret görmedim blogunda.
benden sonra o da toparlayamadı kendini fln diye düşünüp keyiflenmiştim ne yalan söliim.
ama az önce uzun zamandır bakmadığımdan, bayaa eskiye dönük yazılarını okudum.
"the bed is too big without you" yazmış adam ya...
içim acıdı lan!
bana hiç böle güsel şeyler dememişti..
burdan taa mersine kadar gidip, kafasını patlatmak geldi içimden; yeminlen bak..
bi de şiir yazmış birine ait, altına da farklı renkte "nerden aklıma getirdin güselim" demiş...
insanlar böle böle katil oluyo bence..
allah cezanı versin senin!
ateşlere gelesin, sürümsürüm sürünesin, sevip de kavuşamayasın işşallaaaa!!!!!!!!!!
2.04.2009

32 DiŞ


çok mutluyum lan blog :)
ne güsel olabiliyomuş, hayat denen şerefsiz; isteyince...
bunca zamandır bana eziyet çektirir dururmuş meğer..
sanırım benimle uğraşmaktan sıkıldı artık...
hadi işalla :)

bahardan mıdır, havadan-sudan mı; bilmem..
ama içim konacak yerler bulamıyor kaç gündür...
aşık oldum ben bu adama be ya!
hoyde :)


bugünün 1 nisan şaka günü olması münasebetiyle; olduk olmadık şakalar yapan ya da yapmayı planlayan, kendi hakkında "baştan beri sölediğim herşey yalandı" diye yalanlar söleyen ve yüreğimin ağzına gelmesine sebep olan, beni bariz şekilde üzen herkesi kınıyorum...

bu cem yılmaz'ın gösterisinde anlattığı "bilim adamıysan elindeki asiti karşındakinin yüzüne atmak, amele isen elindeki inşaat demirini karşındakinin kafasına vurmak" kadar mesleki hayvan şakasıdır...

bir ben değil, herkes kınar..
bi de ben üzüldüm üstüne, bunca zaman kandırıldım diye..
ayıp ya...
 
MüTeveLLi HeYeTi © 2009. BaLıK GöZüNDeN İNeK!