bugün, ilk defa gerçekten ciddi bir girişimde bulundum sigarayı bırakmak adına..
doktora gittik, kocam ile..
nedir dedik hocam bu işin sırrı, nasıl bırakılır bu meret?
öle kolay değil dedi o da bize..

gidin önce bi kolunuzu delsinler, zaten azıcık olup da size bile yetmeyen kanınızı alsınlar..
sonra gidin, içinizi dışını radrasyona maruz bırakıp bir resmetsinler..
sonraaa... kalbinizin içinde birbirinizden başka nelere yer var onu da bi öğrenelim.. kolunuza bacağına çiçek ıslatma fısfısı ile su sıkıp garip mandallar bağlasınlar..
başkaaa... gidin bi garip alete, adeta son nefesinizi verir gibi üfleyin. tabi o üflediğiniz aletin başında bekleyen abla da cehennem zebanisine benzesin ki, son nefes benzetmesi yerini bulsun..
eh bi de "aldık bunu işe ama ne iş yaptırsak bilemedik" dediğimiz biri var. hah, gidin ona iş olun, kursağından helal lokma geçsin. bi kağıtlar vercem size ama sakın siz okumayın. bırakın o size okusun. sevaptır adamı zorda bırakmayın..

gık demedik yeminle, ne derse yaptık.. sonra sonuçlarımızı almaya gitmek için bile üşenmedik, yokuşlar tırmandık. kapısına dayandık..

evet, sigarayı bıraksak ne güzel olurmuş.. bunun için etrafımızdaki herkesi haberdar etcekmişiz. bakın burdan sölüyorum size, biz sigarayı bırakmaya çalışıyoruz :))
sonracığıma; aklımıza sigara içmek düştüğünde önce iki yudum su içecekmişiz ondan 2 dk. sonra fln sigara içcekmişiz. ona da tamam.
kahveden sonra sigara içmeden önce meyve yicekmişiz, sonra sigara içcekmişiz. insan sigarayı kahveden sonra içmez ki kardeş, kahve ile birlikte içer demedik tabi, tıbba saygımız sonsuz..
ayrıca sigarayı sol elimizle içcekmişiz. ona da tamam.
amaaaaa, bundan böyle uzun samsun içecekmişiz!!!! hadi buyur! yahu içilir mi o sigara arkadaş!
bak öylesine iyi niyetliyiz ki, eve dönerken birer paket de uzun samsun aldık hakkaten. ama ne içtiğini anlamıyor ki insan.. biri bitince hemen ikinicisini yakası geliyor.

haaa bi de ne zaman sigara içersek not alcakmışız. nerede içtik, saat kaçta içtik, neden içtik diye.. tamam ulen! ne dersen yapıcaz.. yeter ki kurtar bizi şu meretten, aman doktor dedik..

aslında dememişiz; sadece ben demişim, kocacım o sırada doktora uyuz olmakla meşgulmüş :)) tabii ben dünyanın eeeennn güzel kadını olduğumdan, etrafıma belli bi mesafeden fazla yaklaşan her karşı cins bana aşık olduğundan zavallı doktorcağız da cazibeme kapılmaktan kendini alıkoyamamış ve bana vuruluvermiş. tüm yapılacakları bana anlatmış, benimle şakalaşmış, halimi hatrımı sormuş.. lakin kocacığıma hiç bakmamış, onun hatrını sormamış.. şimdi benim kocam bu doktora kafa atmaz  mıymış :))))

tabi bütün bunlar yaşanırken komik değildi ama kocam da beni kıskandı diye sonradan eğlenceli hale geldi ne yalan söliim :)))

bu macera da böyle geçti gitii. bakalım, on gün sonra tekrar gideceğiz doktora.. elimizde sigara raporumuz ile birlikte.. ne dersiniz, kahramanlarımızı başka ne maceralar bekliyor bundan sonra?
12.12.2011

MuSiC

hani hobilerini sayarken "müzik dinlemek" eylemini söyleyenler var ya; ben onlara acıyorum!
yemek yaparken, internette gezinirken, kitap okurken fln dinleyenlerin de şuursuz olduğunu düşünüyorum.
müzik; başlı başına bir mesaidir. işi gücü bırakır, en fazla bir bardak/kadeh indirip kaldırabilirsin müzik dinlerken.
zaman ayırmak, dikkat kesilmek gerekir diye düşünüyorum. his işi çünkü bu.. adam yaratırken hissetti, sana da bişiler hissettirsin diye seninle paylaştı; sen soğan kokusuna meze ettin gitti, öle mi?
bak mesela, şu şarkıyı bi dinle.. ama anlattığım gibi dinle bi.. başka hiçbişey yapmadan beraberinde.. zaten sözleri de yazıyo altında, sözlerine de dikkat ederek, müziği bi içine çek.. o gitar ile piyanonun muhteşem uyumu arasında bi kaybol..
ne demeye çalıştığımı anlayacaksın o zaman işte..

çok bilinen de bi şarkı, muhtemelen daha önce çok dinledin. ama hiç dediğim gibi dinledin, ne anlatıyo bu adam dedin mi bakalım.. hadi sana bi şans, aç dinle!

not: Starsailor'a bayıldığımı sölemiş miydim??


ne kadar boktan bi gündü yaleppim!
çok ağladım, çok konuştum, bi de bok gibi içtim!
sora efendice sızdım.. ama tahminen 3 saat kadar uyuduktan sonra hortladım.. 23.15 civarında uyandım ve evet şu anda uyuyamıyorum. midemde iğrenç bi ağırlık var..çılgın gibi susuyorum durmaksızın ve nerdeyse 1,5 litre kola içtim uyanır uyanmaz.. ağzım felan çamur gibi yeminlen.. gözlerim ağrıyo bi de.. sanki beni bi temiz dövmüşler, bi kenara bırakmışlar gibi. başım çatlıcak sanki...

hep diyorum kendime, geçti kızım senden öle içelim hiçbişey olmasın zamanları.. içince yamuluyosun artık, bi kabul et şunu.. ağzınla iç, edebinle bırak..
8.12.2011

YoRGuN

dünyaya öyle bir yerden bakıyorum ki, hiç bir şey görünmüyor..
yanlış benim, seziyorum; lakin sahiplenemiyorum.
ben bu hayatta üzerime düşen herşeyi yapıyorum..
kavgaysa kavga, yenilgiyse yenilgi..
yoruluyorum, hırpalanıyorum, çok çok üzülüyorum.
ama hala daha; herkeslerin elde ettiği o güzel hayatı, elde edemiyorum..
yanlış benim, seziyorum; lakin sahiplenemiyorum........
hiç "örtü altı sebzeciliği" nden bahseden insanlar oldu mu etrafınızda?
domates kabuğunun kalınlığına bile israil'in parmağının karıştığını konuşan peki?
yaaa, işte.. eskiden olsa varsa yoksa cost, efendime söliim rapor, maliyet, consumption vs.. o ne öle.. varsa yoksa turizm.. ama artık öle mi?
biri örtü altı sebzeciliği anlatıyor, biri limanlarda kullanılan ekipmanların yeterliliğini tartışıyor, biri ihracat yapmanın minimum gereklerini sorguluyor..
hegel'in diyalektiğini konuşan bile var, öle diim :))
çok renkli, rengarenk, adeta gökkuşağı burası.. bi de bana "gitme oraya, sen istanbula alışkınsın, sıkılırsın çok, kaçıp gelmek istersin" diyenler olmuştu buraya gelme kararı verirken.
insan böle bi ortamda sıkılabilir mi yahu?

o diil de, karşıki dağlara kar yağmış ha.. oradan eser rüzgar, bizim havamızı azcık bozsa da; burası hala güneşli sayılır. öğlen; üstümüzde uzun kollu badiler ile bahçede 1 saate yakın üşümeden oturduk mesela..

 bi yağmur yağıyor ki burda arada, öle bi yağmur yook! hani dolu yağar bazen, koca koca buz kütleleri düşer yere.. işte o buz kütlelerinden daha büyük yağmur tanesi gördüm ben burda.. hiç bu kadar büyük taneli, bu kadar uzun süren ve bu kadar şiddetli yağan yağmur görmemiştim. aslında evde olup, dışarı çıkma mecburiyeti barındırmadan, elinde sıcak kahve, önünde bir ısı kaynağı ve pohidi kıyafetlerle sıcacık şekilde yağmur izleme şansım olsa benim de, belki ben de "ne güzel memleket" derim buraya. ama benim gibi işe yürüyerek gitmek zorundaysanız, hayattan bezdirici olabiliyor. ilk geldiğim zaman, ki geçen sene bu zamanlara tekabül eder, ilk iş günümde öyle bir yağmur yağmıştı işte.. ne taksi durağı bilirim ne bişey.. işe gitcem ilk gün diye düştüm yollara.. yol toplam 15-20 dk sürüyor ama yağmurda daha da uzun tabi.. altyapı diye bişi yok zaten.. tüm su yollarda birikmiş. gelip geçen arabalarda hız kesme diye bişi de yok. bi yandan yağan yağmur, bi yandan arabaların sıçrattıkları ile yaklaşık yarım saat süren yürüyüşüm sonunda kelimenin tam anlamıyla donuma kadar ıslanmıştım..sabah 08.30 dan akşam 17.30 a kadar çoraplarım kurumadı mesela o gün. ayakkabılarımın içi-dışı da öle.. o kadar üşüdüm, o kadar perişan oldum ki; ne işim var benim burda diye bile düşünmüştüm.. ama sonra tabi öğrendim taksiye nerden binilir, öle yağmurlarda ne yapılır.. okulda, yürüyerek gidip gelen tek hoca benim, diğer herkesin arabası var.. bu şartlar değişmediği sürece, bu tarz kaçma noktalarını öğrenmekten başka da şansım yok galiba..

o diil de şu araba konusunda; annemle babam daha ayrılmadan önce hatırlıyorum, babam "senelerdir çalışıyorum, bi arabam olmadı benim" diye ağlardı. en çok arabası olsun isterdi, onun için araba önemli bi semboldü... sanırım ben de daddys girl olarak onunla aynı kaderi paylaşacağım bu gidişle.. ben de 18 yaşından beri en çok araba sahibi olmak istedim. hem öle çok istedim ki; kazık kadardım, "şu yoldan geçen Passat'ları saymaya yeltensem ve 10.000 tane saysam, benim de bi tane olur mu?" diye temennilerde bulunurdum. 30 yaşına geldim hala tık yok :)) olacağına dair en ufak umudum da yok üstelik. en iyisi bu hayale ulaşamama durumu beni aşağıya çekmesin diye, belki de ben bu konudaki hayallerimi yok etmeliyim.. ne bilim...

ne diyodum, rengarenk....
7.12.2011

EsKiLeRrR..

işim gücüm yokmuşcasına, tüm eski yazılarımı okudum dünden bugüne.. yahu ne kadar sıkıntılı günlerde ne güzel şeyler yazmışım.. okudukça hoşuma gitti, okudukça güldüm durdum :)

uzun zamandır o kadar güzel yazamıyorum. içerik açısından değil söylediklerim, üslup bakımından.. espriler, komiklikler, bi takım enstanteneler :)

hava yağmurlu burda bugün.. rutin olarak ruhumuz karardı felan ama geçti.. işte o eski yazıları okuyup kıkırdadıkça içim açıldı..

sınav kağıtlarını okuyorum bi yandan.. oldukça fazla komik malzeme var aslında elimde ama onları sizinle paylaşmak etik dışı :p kah gülüyorum, kah kızıyorum..

eskileri okudukça; eski işimde nasıl da sıkıldığımı, boğulduğumu bir kez daha farkettim. ve dolayısıyla şu anki işimdeki huzurumun kıymetini bi kez daha anladım.

yanımda yakınımda gençler; gülüp kıkırdayan genç kızlar,  kendi üsluplarınca şakalaşan genç delikanlılar... hepsi de sana saygılı, seninle zaman geçirmeye hevesli.. insan gençleşiyor yeminle :))

hadi bu da bugünün şarkısı olsun :))
eğlenin durmayın!!!!


6.12.2011

EvReKa!!

çözdüm sonunda!
devlet dairelerinde işlerin neden yürümediğini, neden hep "bugün gidip yarın gelmemiz gerektiğini" çözdüm.
insan, içinde olunca daha net görebiliyo çünkü.. özellikle "özel sektör" terbiyesi aldıysanız (ki ben buna özel sektör dayağı yemek diyorum)...

devlette; hiç bir iş, spesifik olarak birinin işi değil! evet, olay bu...
her iş ortada, artık kim yaparsa.. sen yaparsan temelli sana kalıyor, o yüzden kimse üstüne almak istemiyor.. herkes "ben beceremem" takılıyor..
hiç bir iş yürümüyor..
e her iş de birbirine bağlı maalesef.. biri -beceremeyince- sen de kendi işini yapamıyorsun.
işte böle durumlarda, dayak yemiş bi cengaver çıkıyor ve "yeter ulan; çekilin şöle, ben yaparım" diyiveriyor.
heh işte o saatten sonra artık o cengaver "her konunun uzmanı" oluveriyor.
adeta çalışmayan sifonlar bile o cengavere sorulur oluyor :)

e bu cengaver de ölümüne cengaver değil, bu olayın çarkları arasında ezilip gitmeye mahkum.. "her cengaver, stabilitenin cazibesine kapılacaktır" hah, yaz bunu da bi kenara, büyük laf :) ne oluyo sonunda, kapısına gelen her işe "ben anlamam" demeyi öğretiyor ona sistem.. sonunda her iş yine ortada.. ta ki yeni bir cengaver çıkana kadar..

şanslıysanız; devlet ile işiniz cengaver doğuşlarına denk gelir.. işte bu da en baba hayır duadır zannımca.. hani anneler der ya "allah işini rast getirsin" diye. heh işte benimki de bu :)))
1.12.2011

ALaYıNa İsYaN

kendimi tekrarladığımın farkındayım ama...
kim antalya sıcak memleket dediyse b..k yemiş! donuyoruz burda yahu! ufo denen zımbırtı, ruhumdan, kalbimden, kocamdan daha yakın bana :) onunla yatıp onunla kalkmak, onu her gittiğim yere yanımda taşımak istiyorum!!
"nasıl olsa antalya sıcak yaee, ısıtma tesisatı yapmaya ne gerek var" diyen yetkiliyi bi bulsam; alıcam yetkilerini elinden, elleri bomboş kalıcak! istanbulun doğalgazını, kombisini seveyim..
ısıtma sistemi olmadığı gibi (ya da bundan mütevellit), su ısıtma sistemi de yok! günısı diye bişi var. aman ne kadar çevreciyiz efeeem.. güneş enerjisi ile ısıtıyoruz suyumuzu her daim, çevreyi koruyor, penguenleri kutuplarda üşütmüyoruz. ama biz burda üşüyoruz, smokinli bıdıklar! ısınmıyor arkadaş o su! sıcak su musluğundan ipten hallice bi su akıyor, çoğalması için soğuk su musluğunu açmak icap ediyor ve fakat insanın eli gitmiyor! zaten banyo da buz gibi..
velhasıl kelam; son günlerde biraz pis gezmek zorunda kaldım, gücüme gidiyor! zaten saçlarım ince telli böle, yağlanıyor çabucak.. sanırsın evsizim, homelessım.. böle bi zor durumdayım...
tüm isyanım buna aslında benim, büyütülecek bişi değil. bi ufak doğalgaz anlaşmasına bakar ecnebi memleketleriyle.. ufak bi boru hattı ihalesi.. azıcık altyapı fln. maksat gelecek nesiller üşümesin. kendim için bişi istiyosam namerdim :)

29.11.2011

BeLLe (EsMeRaLDa)






hani "görmeden ölmeyin" denen şeyler var ya, bence bu müzikal onlardan biri..
ama maalesef bu güzel insanların temsili artık yok..
bu durumda zaten ölmeyin :))
çok isterdim bu adamlardan dinlemeyi, şöle kanlı canlı..
maalesef mezarda takladan başka şansım yok şu durumda :p


ama şöle de bi durum var ki; bu insanın içini acıtan müzikal, şu videoyu izlediğimden beri artık benim için eski romantizmine sahip değil. her dinleyişimde bu sözler geliyor aklıma, başka türlü dinleyemez oldum.. ehu :))




"ne yazık ki, dansözler burs almalı" eki eki :))
daha dün gibi, yediğim muzlu pasta..
sahi; kaldı mı acaba, dünden bu güne muzlu pasta?
27.11.2011

HeY GiDi 90'LaR

senesini hatırlamasam da, bu şarkının hissettirdiklerini ve ruh halimi gayet net hatırlıyorum.. çılgıncasına ergendim :))
her duygumu müzikle yaşardım, anlatmıştım zaten.. bu şarkı da bana umut verirdi.. hatta umut yüklerdi; hatta pompalardı :)
eh zaten sözlerine dikkat ederseniz, ancak bir ergene bunları hissettirebileceği konusunda benimle hemfikir olacaksınız :)
ama hala daha içimi umutla dolduran bişiler var bu şarkıda.. müziğinden olabilir, anılarla yüklü oluşundan olabilir.. bilmiyorum..
yine de dinliyorum..
hey yoo.. respect yourself, ok? :D





21.11.2011

SaBaH HaBeRLeRi

sabah sabah haberleri izlemek kadar kötü gelen bişi yok bünyeye...

aslında bugün boş günüm benim, okula gelmemem lazımdı ancak kayıt sorunsalı nedeniyle gelmem gerekti ve kocacığımın akşamki yol yorgunluğu münasebetiyle erkenden yattığımızdan kelli, sabahın 7 sinde uyandım üzerinize afiyet.. üstelik iyi de hissediyordum kendimi.. güsel bi kahvaltı patlattıktan sonra çay sigara keyfi esnasında haberlere baktık ister istemez..

bebeğini emzirdikten sonra üşümesin diye başına elektrik sobası koyarak kısa süreliğine evden çıkan kadının, evinde çıkan yangında bebeğinin yanan cesedi ile karşılaştığını...

senelerdir beraber yaşadığı imam nikahlı(!) karısını, ayrılmak istediği için 4 yerinden kurşunladıktan sonra yakalanan adamın, takılan kelepçeler canını acıttığı için polise "ayyyy, abiğ çok acıdığ beeeğğ" dediğini...

bir ev kadınının; bir ömrün diş tırnak artığı olan 11 adet bileziğini evinde sakladığı için kargo elemanı kılığında gelen soyguncular tarafından 15 yerinden bıçaklanarak soyulduğunu...

45 yaşında bir kadının senelerce ev kadını olarak yaşamını idare ettirip 2 çocuk büyüttükten sonra kocası tarafından -çocukları da kaçırılarak- terkedildikten sonra hayatta kalabilmek için mendil satmak zorunda kaldığını ve üstelik zabıtanın mendillerine el koyarak 60 TL ceza kesmesi sonucu belediye binasının önünde çocuklar gibi "kalacak yerim yok benim, sokaklarda yaşıyorum. nasıl öderim bu parayı, ne yerim bu gece" diyerek ağladığını...

dinlemek/izlemek zorunda kaldık.. bu son anlattığım görüntüler bende önlenemez bir gözyaşı seli yarattı.. hızla kalktım masadan ve kendimi banyoya attım.. ağladım bi süre çünkü durduramadım gözyaşlarımı.. sürekli aklımda aynı soru.. "nerede kalacak bu kadın bu gece, ne yiyecek, başına neler gelecek"

sonra çıkmam gerekti evden.. hava güzel, güneşli burda.. biraz serin ama umutlu yine de.. içim ezildi.. hava umutlu diye, içim ezildi.. bu kadar kötülüğün üzerine, hava da umutlu olmamalı diye..

oysa ne güzel bir gün olabilirdi bu gün.. ne güzel şeyler getirebilirdi, bekleyene.. bu saatten sonra bana getirmeyeceği kesin..
19.11.2011

HeP ŞiKaYeT

çok zor bir haftayı geride bıraktık, önümüz haftasonu.. happy shiney bi şeyler yazmak isterdim ama o kadar yorgunum ki, düşünmek bile ağır geliyor kafama..

perdeleri sımsıkı kapatıp yatmalı şimdi.. sabah gün aydınlandığında bile güneş içeri sızıp da uyandırmasın diye.. gerçekten uykuyu alana kadar uyumalı.. dış etkenlerden bağımsız olarak, gerçekten uyku ihtiyacı kalmadığında uyanmalı..

öyle çok ihtiyacım var ki dinginliğe.. işim gereği sakin geçmiyor bir tek günüm.. evde desen; hiçbişi olmasa iki köpek.. oysa yapmak lazım gelen ne çok şey.. herşeyin üst üste ve üstüne üstüne geldiği anlardan.. tek umudum, spor yapanların daha zinde olması gibi; yorulan beyinlerin daha verimli ve hızlı olması üzerine.. ne kadar boş kalır, beynini zorlamazsan, o kadar eblehleşiyor çünkü.. 1 hafta sadece oturup, televizyon izle mesela, haftanın sonunda 6*7 işlemini yapmak için hesap makinesine ihtiyaç duyar hale geliyorsun..

şöyle sakin bir ortam bulsam, vakit öldürebileceğim akıl çelicilerden uzak olsa.. sorumluluklarımı hatırlatacak ama yerine getirilmeyen sorumluluklar için beni cezalandırmayacak; hatta işe bi yerden başlamam için uygun motivasyonu sağlayacak biri olsa yanımda.. sonra; kahvem olsa, yeterince sigaram.. sıfır sorumluluk.. ve sadece yapmak için çok şey feda etmek zorunda kaldığım ve yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiğim şu yüksek lisansıma odaklansam.. okusam artık şu ingilizce makaleleri, yazsam tezimi.. en azında bi kısmını, literatür kısmı bile yeter.. daha hafif hissetmez miyim?

belki daha az ağrır başım akşamları, daha kolay gelir ders hazırlamak çocuklarıma.. şimdi herşeye üşeniyor beynim.. çünkü biliyor "herkes için bişeyler yapmak uğruna kendini parçalayacağına, acuk da kendin için çalış kadın" demenin zamanının geldiğini...

zor bir hafta ve hakedilmiş haftasonu.. oysa temizlik ve hazırlık yapmam gerekiyor.. şikayetçi olduğumdan değil; tezimden başka herşeyi yapmaya daha hevesli olduğum aşikar!

keşke ben de "sadece öğrenci" olabilsem tekrar!


bu şarkılarla büyüdük biz..
"sözlerimi geri alamam, yazdığımı yeniden yazamam" diye..
üstelik "hiç bi kere hayat bayram olmamıştı" ya da "her nefes alışımız bayramdı" da biz farketmemiştik. ne de olsa ergendik :)
"Bir umuttu yaşatan insanı" ve son çare olarak "almıştık elimize sazımızı"
üstelik Serdar Öztop vardı o zamanlar; dinlemelere doyamadığımız, ne de olsa ergendik..
Kurt Cobain'in hırkası hepimizindi..

üstelik bu şarkı hayata bağlardı bizi, isyan değildi.. sadece sazımızı elimize alışımızı açıklıyorduk.. bir de gelecekte sözlerimizi geri almayacağımızı beyan ediyorduk..
şarkılarla şekilleniyorduk..

şimdiki nesli bilmem ama; bizim her duygumuz bir şarkıydı..
wind of change ile değişiyor, alive ile hayata tutunuyor, lithium ile herkese bağırıyor, alma mater ile karalara bürünüyorduk..

haluk levent'lerimiz de vardı ama.. cumartesi bu şehir dinlerken kendimize acıyorduk.. çünkü adam "aynalardan kaçarken, özlenmeyi beklemek; ne kadar acı, ne kadar komik ve ne kadar bana ait değil mi?" diye soruyordu.. verecek cevabımız olmuyordu.. biz -headbang- yapmayı bile haluk levent'le öğrendik misal :))

aklıma gece vakti geliverdi "nejat yavaşoğulları", neredense artık :) metallica'nın 99 konserinde yanında takılmıştık da, havamızdan yanımıza varılmamıştı. ne kadar az kişi tanıyor oysa şimdi onu..

işte insan yaşlandığını böyle zamanlarda anlıyor.. birinin saç modelini Nejat Yavaşoğulları'na benzetince, "o kim" diye soruyorlar.. "bulutsuzluk özleminin solisti" desen anlamayacaklarını o dakka idrak edip, "amcaoğlu bizim" diyesin geliyor..

oysa hiç gerek yok bu kadar tantanaya di mi? metallica 99 konseri diyorum :D:D:D:D:D


14.10.2011

Yooo

sabahın 08.30'undan merhabalar, sabah şeriflerine!
az sonra derse gircem, 23.30'a kadar..
aa pardon, arada yemek yicem 1 saat kadar :(
o yüzden kimse, öğretim görevlisinin işi ne rahat demesin!
demesin!!!!!
bişiler yazmaya kalkınca, en zorlandığım şey şu başlık bulma olayı.. ben de artık bu konuda kendimi sıkmaktan vazgeçip, o an aklıma ne gelirse yazıyorum. bu başlık da, bu tarz bir düşüncenin ürünü :))

bir süredir yazamıyordum, yazacak bişiler bulamıyordum, yaşadıklarımı yazmaya değer addetmiyordum belki. gerçi şimdi de muazzam bir şey yaşamış da anlatmaya niyetlenmiş değilim. sadece paslanmamak için bir iki bir şey karalayayım dediğim noktadayım.

iş güç insanı meşgul ediyor azizim. üstelik de kalitesiz bir meşguliyet. dönüp arkana baktığında anlatacak hiçbirşey kalmadığını görüyorsun.. öle işte öğrenciler geliyo, kayıt neyin yapıyoruz. sonracığıma dersler başladı. bu dönem girdiğim ilk ders birinci sınıfların olunca, 3 saatlik dersin sonunda sesim travestiden hallice bir hal almıştı mesela. bağır çağır, koğuş sistemi.

bu eğitim sisteminin şöyle bir handikapı var zannımca; hocalar yaşlandıkça öğrenciler gençleşiyo. aradaki uçurum giderek açılıyor. mesela bu sene 93 doğumlu öğrencilerin kaydını yaptım yahu! 93 te doğan insan mı olur! seneye ben bir yaş daha yaşlanmış olacağım ama 94 doğumlular gelecek! yok yok, ondan sonra hocalar öğrenciyi anlamıyor derler. ben nası anlayayım seni, sen doğduğunda ben liseye başlamıştım! ben kurt cobain dinlerken, sen anne sütüyle besleniyordun!
bak sinirlendim yine..
bişi değil, nazar değdircem elaleme..
biz niye beceremiyoruz allahım?
neden!!!
28.08.2011

İki Ara BiR DeRe

son zamanlarda bir okuma hevesi basmıştı beni tekrardan, aman pek sevinmiştim ben de. çünkü bayaa bi zamandır okuyamıyordum hiçbirşey.
önemli şeyler okumaya başlamadan önce, çıtır çerez şeyler okurum önden. hevesim yerine gelsin, hazırlanayım diye. bu sefer de öle yaptım. çok komik olduğuna ve tek solukta yorulmadan okuyacağıma inandığım bir kitabı seçtim ve düşündüğüm gibi de oldu. hemencecik okudum, bitti. hazırdım! bir süredir aklımda yer etmiş bir kitabı okumaya hazırdım artık. kitabın ağır olduğunu biliyordum. edebi olarak ağır değil ama, içerik olarak ağır. beni sarsacağını, zorlayacağını da biliyordum. ama okumalıydım.
aç parantez: benim böle de bi huyum var. kitap eğer tarihte yer edindiyse, önemliyse ve pek çok kişinin okumaya cesaret edemeyeceği kadar sıkıcıysa, ağırsa fln; mutlaka okumam gerektiğini hissederim. tarihte adı geçen bir şeyden eksik kalmamam gerektiğini düşünürüm. "ben bunu da yaptım" diyebilmek için belki. evet, çirkin bir şey, hiçbir entel dantel hadiseden eksik kalmak istememek ama ne yapayım, birileri bir yerlerde entel mevzulardan bahsediyorsa ve benim söyleyecek tek sözüm yoksa, kendimi -hiç- hissediyorum. o yüzden de hiçbir konuda uzman değil ama her konuda söyleyecek sözü olan kişi olmayı seçiyorum. kapa parantez.
nitekim öyle de oldu. kitap beni fena sarstı. elime alasım gelmiyor. aslında sıkıldım da belki biraz. psikolojide buna "duyarsızlaşma" deniyor. bir uyarana çok fazla maruz kalan kişi, artık o uyaran tarafından uyarılmaz oluyor. (burada konuyu gay olmayı seçen erkeklere getirebilirdim, yapabilirdim bunu, ama yapmayacağım.) mesela çiçekçide çalışan birinin, siz girdiğinizde midenizi bulandıran baygın çiçek kokusunu duymaması, çöpçülerin çıldırmadan çöp toplamaya devam edebilmesi ve hatta savaşlarda insanların yaşanan herşeye rağmen orada kalabilmesi gibi... işte bu kitap da bende buna benzer etki yarattı. ilk başlarda şaşkınlık, tiksinme, gözlerimi belertme efektleri eşliğinde okuduğum kitap; sonra sonra, sıradan bir kitap gibi gelmeye başladı. ve sıradan oluverince, sıkıcı da oluverdi. belki de çevirisi çok kötü olduğundan, bilemiyorum.
bu kadar bahsettikten sonra, kitabın ismini fln da vermeliyim sanırım. önce yazarından başlayalım. "Marquis de Sade" (ilgilenenler için ayrıntılı bilgi) uzun uzun okuyamam ben onu diyenler için kısa bilgi: Sadizmin kurucusu kabul edilen zatı-şahane :)) 29 yılını hapiste, 13 yılını akıl hastanesinde geçirmek zorunda kalmış, bu yazdıkları yüzünden; o kadar diyim ben sana... ve ben şu anda onun en önemli kabul edilen eseri olan "Sodom'un 120 günü" adlı kitabı okumaktayım. (bunun filmini de yapmışlar ağa) adamcağız bu kitabı hapiste yazmış ve ölümünden uzun yıllar sonra bulunup yayınlanmış.
şimdi.. sadizmin kurucusu kabul edilen, hatta bu akımı adı verilmiş olan adamın başyapıtı hakkında neler hissettiğimi az buçuk kavramışsınızdır sanırsam.
bir tarafım "at kenara bu sıkıcı kitabı" derken diğer tarafım "ama bilmen lazım, okumuş olman lazım" diyor. kitap kötü de olsa, "kitap kötüydü hocam" diyebilmeliyim. benzetmek gerekirse; hiç kafka okumamış birinin, "ben kafka sevmem" demesi gibi bişi benim için.
(not: bence kafka okumamış insan olmamalıdır, böyle de kafatasçı olabilirim yeri geldiğinde. tabi bu benim fikrim. hatta bu fikrim yüzünden çok yakın bir arkadaşımdan azar bile işitmiştim. ben kendisine 1984'den bir örnek veriverdim bigün. örnek dediysem de "big brother watches us" dedim yani, konuyla çok alakalı bi yerde. suratıma boş boş bakınca, "1984 yahu :))" dedim. o boş bakmaya devam etti. ben de açıklamaya giriştim. "var ya abicim george orwell'ın kitabı, 1984, okumadın mı?" diye.. o da bana kızdı; herkes beni okuduğum kitapları okumak zorunda değilmiş. "ama" dedim "bu bi klasik yahu" o daha da patladı. insanları okudukları kitaplarla, dinledikleri müziklerle sınıflandıramazmışım, herkes benimle aynı zevke sahip olmak zorunda değilmiş, herkes klasikleri okumak zorunda da değilmiş, hatta insanlar okumak zorunda da değilmiş, bu onları gerizekalı yapmazmış. eğer bu sebeplerden insanlara gerizekalı muamelesi yapmayı, onları küçümsemeyi bırakmazsam çok arkadaş kaybedermişim, insanların hakkımdajki fikirler değişirimiş vs vs.. işitiiğim bu azardan sonra fikirlerim çok değişmemiş olsa da, dışa vurmamayı öğrendim :))

neyse efenim, velhasıl kelam; son zamanlarda kaybettiğim okuma hevesimi yeniden kazandığım şu günlerde okumakta zorlandığım ama "kötü içerikli" de olsa okumak zorunda hissetiğim bir kitap tarafından ikilemde bırakılmış bulunmaktayım. zorlanıyorum, sıkılıyorum. ne yapsam bilemiyorum. okumamayı kendime ne kadar yediremediğimi, üstteki paragraftan anlamışsınızdır zaten. çok kararsız kaldım. bu kitap yüzünden hevesimi tekrar kaçırmak da istemiyorum, çünkü sırada "anne frank'ın hatıra defteri" var :)) ne yapsam bilemedim :))))



26.08.2011

O DiiL De..

ben yazmayalı beri godsy 3, pucca 2 yazı yazmış nan!
ne kadardır yazmıyorum, anlamadım ki!!
23.08.2011

KoNuNuN ÖzÜ

dünyanın tam tepesinden bakıyorum.
yuvarlak bir cismin "tam tepesi"nde olmadığımı iddia edecek bi done olmadığından, bu savımda iddialıyım üstelik.
eskiden yüksekten korkmazdım ben. takribi 17 yaşımda, yağmurlu bir günde arkadaşımın odasının camından 45 derece eğimli çatının ıslak kiremitleri üzerine çıkıp, ayaklarımı da aşağıya sarkıtıp bira içmişliğim bile var.
insan gençken daha az korkuyor herşeyden. "bana bişey olmaz" larla dolu oluyor ceplerin. olsa da zaten kimse seni anlamadığından, kaybedecek hiçbirşeyin yokmuş gibi geliyor.
yanından geçerken laf atan iri yarı krolara küfür edebiliyor, sabaha karşı taksimde bi başına sarhoş yürüyebiliyor, en iddialı kıyafetleri giyip dolaşabiliyorsun. ne yüksekten, ne insanlardan korkuyorsun.
ama büyüdükçe/yaşlandıkça; hayatın mı kıymetleniyor, anılar oluştuğundan mı yaşadıkların sürdürülmeye değer görülüyor, "yapacak çok şey var daha" diye mi düşünüyorsun; orasını bilmem. ama yüksekten de, insanlardan da korkar oluyorsun. yanında geçen eli yüzü düzgün adamdan bile tırsar, cam silmekten dahi ürker oluyorsun.
oysa insan büyürken en çok acı biriktiriyor.
güzel anılar, tatlı heyecanlar, dahiyane bilgiler, eşsiz deneyimler.. evet! ama en çok acı.. dost kazığı, arkadaş çelmesi, aile hilesi fln.. e bu hainliklerle dolmuş taşmış hayatın nesi, ergenliktekinden daha kıymetli?
belki de kilit cümle, "daha yaşanacak çok şey var" dır? her insanoğlunun şu ahir ömründe başına gelenler benim de başıma gelmeli diyorsun. ben de okumalıyım, ben de iş bulmalıyım, ben de evlenmeliyim, benim de çocuğum olmalı, hatta çocuğumun da çocuğu olmalı ki ki kendisi benim torunum olur. (evet, tam olarak bu sırayla sevgili fevkalade olağan)
hatta şebnem ferah'ın şarkısı bile var yahu bununla ilgili. "gelinlik giymeden, ışığı görmeden, bebeğimden önce, vazgeçtim dünyadan" fln diye. demek ki bir beklenti ile yaşıyor insan. bazı şeyleri yaşamadan ölmek istemiyor. belki de ergenlikte, tüm bu hayaller yaşanamayacak kadar uzak göründüğündendir.
düşünsene daha 17 yaşındasın; kim çocuk yapacak, ohoooo.. sırayı şaşırmayalım; lise bitecek, üniversite kazanılacak, bir sürü çirkin kurbağa öpülecek, şanslıysan belki yakışıklı prens bulunacak, iş bulunacak, para kazanılacak, yakışıklı prens ülkesini beklesin diye beklenecek, evlenilecek, kariyer yapılacak, sonra hamile kalınacak, 9 ay paytak yürünecek, sonlara doğru atom bombasına benzenecek, yavrulanacak.... şaka mı bu be!

her ne ise...
konunun özü anlaşıldı heralde, di mi gençler?




17.08.2011

ÇoK SıKıCı!!!!

ne kadar sıkıcısınız bağyan!

o sizin şahsi sıkıntınız!

bütün yazı yedik; okullar açılayazmışken, tez aklımıza düştü. sıkıl şimdi ey insanoğlu! sıkıl ki, işe bi yerinden başlayabilesin.

yok yok ama bugün fazladan bi sıkıcılık üstümde..
ya da sıkıntı, keza kendimden başka yok kimseye zararım :)
gözlerim açılmıyo sabahtan beri. gerizekalı facebook oyunlarıma bakasım bile gelmiyo. dizi izleyeyim desem, ı ıh, o da olmuyor.
ayakkabı bakıyorum ben de sağda solda. mango ayakkabı sayfasını 5 modele kadar düşürmüş :(
zara desen, hepsi yazlık. şöle bi yağmur botu bakamaz mı insan ağız tadıyla?
zaten her bir modelin birbirinden güzel ve fiyatların da güzellikle doğru orantılı olduğu günümüz dünyasında, benim yerim çok, çok belli!

bi sürü makale buldum, indirdim. lakin sadece 1 tanesi türkçe. iyi hoş güzel de, ben nası okuyacam o kadar ingilizce makaleyi yahu? ben de insanım bi yerde, değil mi ama?
üstelik üds'den gereken puanı alamamış bi insan. benim üstüme niye bu kadar geliniyo anlamış değilim.
tabii ki herşey benimle ilgili, tabii ki dünya benim etrafımda dönüyo ve tabii ki herşey bana göre organize; ne sandın!

allam bana şöle bir 500 milyar falan versen de bi rahatlasam ben ya.. valla bak, herşey çok güzel olur o zaman. mütemadiyen benden duymak zorunda kaldığın homurtuların sonu gelir sen de kafanı dinlersin hem. nası fikir?



13.08.2011

İYoT YoRGuNu

sonunda yaşadığım yeri idrak etmiş bulunmaktayım. sıcaktan beynim sulandıydı, ancak açıldı idrak yollarım. dedim ki kendi kendime; "yahu kadın, antalyanın tüm o leş sıcağına felan katlanıyosun da neden sefasını sürmüyorsun?" ve sonunda uzun zamandır ısrar eden iş arkadaşımın teklifini kabul ederek kendimi plaja attım.
aslında dün de atmıştım ama dünkü kısaydı, sözünü etmeye değmezdi. oysa bugün takriben 8 saati plajda geçirerek, tam mesai yapmış bulunmaktayız.
çılgın gibi esen rüzgardan üşüdük desem inanır mısınız? 5 gibi üstüme havlu serip yattım :)

sabahtan yerleştiğimiz şezlonglarda kitap okuduk, sohbet ettik, uyuduk, müzik dinledik ve huzur bulduk. resmen huşu içindeyim şu an. hepi topu 10 ailenin olduğu kocaman bir plajdan bahsediyorum, ki antalyada böylesi pek de mümkün görünmüyor. özellikle kemer için yazdığım o yazıyı okuyanlar, ne demek istediğimi anlarlar.
sadece dalga sesleri, konuşursak kendi sesimiz; hepsi bu.. harikaydı..
gerçekten iyi geldi..
şu anda çok yorgun hissediyorum kendimi, muhtemelen iyottan. keza denize sadece 1 defa girdim, onda da ıslanıp çıktım. efor sarfetmedim yane. yorulmam için insancıl bir bahanem yok. ama hissettiğim yorgunluk, çok güzel bir yorgunluk.
gerçi eve geldiğimde, berbat durumda bulmasaydım daha iyi olcaktı. (kafan yarılsın canım kocam :)
ama zaten içimden hiçbişi yapmak gelmiyo. oturacak ve bu tatlı yorgunluğun tadını çıkaracağım. ve okullar açılmadan bunu mümkün olduğunca sık tekrar edeceğimdir.

yaşasın antalyanın nimetleri :)))
10.08.2011

MuHaSeBe


farklı olacak kadar cesur değilim artık. ama farklı olanlara gıpta etmeme engel değil bu..
ben farklı olmaktan çekiniyorum nicedir.
ergence bir ihtirasla, tüm gözlerin üzerimde olmasının ve o gözleri kaptırmaksızın taşımanın nasıl bir şey olduğunu bilirim.
ama bir zamanlar bayıldığın şeylerden artık korkuyor olman da imkansız değil.
sonradan ortaya çıkıveren yükseklik korkusu gibi...

her gün, defalarca "ne güzeeel" dediğin resimlere bakmak ve onlardan biri olmak istemek. ama her sabah aynı sıradan insan olarak çıkmak evden.

kimsenin kafasını çevirip bakmadığı.. görünmez olmanın güvenli duvarları arkasından yaşamak..
benim durumumda, yüksek topuklu ayakkabılara bakmak uzuun uzun.. bir kaçına sahip olmak hatta. dolabımdaki varlıklarını, hayata geçirememek.
eskiden daha cesurdu ayaklarım.

kısa kestirilmiş, doğal renginde saçlar.. eskiden sarıydı saçlarım, upuzundu, her daim fönlü..

ve eskiden daha az yer kaplıyordu bedenim uzay boşluğunda, bunu görünür olmaktan saymıyorum.

dikkat çekmeden, farkına varılmadan, çok da umursanmadan yaşıyorum.
buna alışıyorum ama hala içerliyorum...


kendimle bitiremediğim ne çok hesabım var.
kendini olduğu gibi sev diyenler var ya; onlardan gerçekten ikna edici olabilenlerden bir kaçına cidden ihtiyacım var sanırım.
ve ben narsist idim bir zamanlar.

sakin, sessiz, herkes kadar..
yaşıyoruz..
buna da şükür..


Franz Kafka, "Değişim"i yazdığında, 32 yaşındaydı; "Aforizmalar" ı yazdığında, 34... öldüğünde ise, 41..
iki sene sonra kendimi böceğe dönüştürecek gücüm, dört sene sonra hayatı anlatmaya çabalayacak kudretim olmayacağından emin olarak; onbir sene sonra ölmeyeceğimi varsayıyorum. ama istersem 100 yıl daha yaşayayım, sadece 41 yıl yaşamış olan bu adam kadar izim kalmayacak dünyada; ona yanıyorum!

kendimi Kafka ile kıyaslayışıma bakarak, boyumdan büyük egomun ben öldükten sonra bile peşinizi bırakmayacağına emin olabilirsiniz :)

çok abartmaya da mahal yok gerçi. benim boyumdan büyük olması, gerçekten büyük olduğu anlamına gelmiyor :D

buralar çok sıcak..
ama nelere alışmıyor ki insan..

hani doktora gidersin de, sana sorular sorar.
"son zamanlarda nefes alışınızda bir problem var mı?"
"sırtınızda hafif bir ağrı hissettiniz mi?"
"uykularınız huzursuz mu?" gibi..
işte ben o soruların her birine "bilmiyorum" diyenlerdenim. ki çoğu doktoru şaşırtmıştır bu cevabım. şaşırmayanlar ise, zaten alacakları cevapla ilgilenmeyecek olanlardır.
kendimi dinlemem, kendimin farkına bile varmam. sadece alışırım, görmezden gelirim..

işte bu sıcağa da alışıyor insan.

2 ya da 3 sene önce tatile geldiğimde buraya, arkadaşımın yanına - ki kendisi o zaman evlenmemişti daha, şimdi ise ölümüne hamile- sokağa bile çıkmamıştım hiç. hepi topu bir haftalık tatilim vardı ve ben antalyaya gelmiştim. ama klimalı odadan kafamı çıkarınca bile nefes alamıyordum. bu durumda tatilimin %67'sini odada ahmet altan okuyarak ve kaplan belgeseli izleyerek geçirmiştim.

ama şimdi evim burda. o evimde klima da yok üstelik. haftada 2 gün çalışıyorum. iş yerimde klima var evet ama sadece 2 gün. diğer günler -mesela bugün- sadece evde bilgisayar başında oturuyor ve mümkün olduğunca az hareket etmeye çalışıyorum. nefes alıyor olmak bile terletiyor insanı.

zaten suyu sevmem ama kendime kokmayı da sevmem. mecburen her gün duş alıyorum, almak zorunda kalıyorum..

ha şimdi sorsan bana doktor edasıyla, "son zamalarda kendinizde bir tükenmişlik hissediyor musunuz" diye; "bilmem ki" derim. alışıyorum, alışıyorsunuz, alışıyorlar...
5.08.2011

TeOMaN

şimdi şu iki videoyu izlemenizi istiyorum.

ilki Teoman - Romantik







ikincisi ise, bir Kustarica filmi olan "black cat white cat" 'ten bir sahne








ben şimdi bu benzerliğe ne diyim?
çalmış diyemem, çünkü pek severim teoman'ı.
hatta bazı sitelerde "sevdiğiniz yazar" , sevdiğiniz şarkıcı" kısımlarına yazdığım şey bile sabittir benim.

"Ahmet Altan adını yazsa okurum, Teoman adını söylese dinlerim"

çok üzüldüm keşfettiğimde. belki bir çok kişi bu benzerliği benden çok önce farketmiş olabilir. sosyal medyadan, televizyondan fln oldukça uzağım, habersizim. ama ben bunu teoman gibi çok yaratıcı birine yakıştıramadım.

zaten böyle şeyler beni hep çıldırtmıştır. ne yani, bu şarkıyı senden başka kimse bilemez mi? insanın dinleyici kitlesini salak yerine koymasıdır bence bu. onun müzik zevkine sahip olamayacağımızı düşünmesidir.

ben bu lafları teoman için etmiyorum. hatta telif hakkı ödemiş bile olabilir. umrumda değil.
zaten müziği de bırakıyormuş!!!! (http://www.teoman.com/aciklama.php)

şimdi elimizde kalan tek şey, -şaşılacak şey ama- müzik zevklerimizin benziyor oluşu. aynı şeyleri dinliyormuşuz! aman tanrııımmm!!!

seni kustarica için sevmeye devam edebilirim bebeğim :))



3.08.2011

İNdiRiM!!!

işte indirim diye ben buna derim!!!
dikkatli bak ama tamam mı?
ne kadarmış aslında ve bizi ne kadara alabilirmişiz?
we lucky bastards :))




çocukken; insanların hayatlarının aşkına nasıl oup da ulaşabildiklerini merak ederdim.
bizim sokaktan ayşe abla ile, yukarı sokaktan mehmet abi evlenirdi mesela.
nası bir şans bu derdim, hayatının aşkı bi arka sokakta yaşıyormuş meğer.
sonra sınır denen şeyle tanıştım.
insanlar sınırları dahilinde bi gerçeklik yaratıyorlardı kendilerine.

ilk aşk denemelerimde de benzer kaygılar taşıdım.
"şimdi bu adama aşık olduk ama ya afyonda yaşıyorsa hayatımın aşkı" demekten geri kalmadım.
bu da insanı çok deneme ve çok yanılmaya götürüyor elbet.

bi laf var ya -bayılırım- "yakışıklı prensini öpene kadar, pek çok çirkin kurbağa öpmek zorundasın" diye.
o hesap.

ama teknoloji denen şey, sınırların çoğunu ortadan kaldırdı. şimdi insanlar internet üzerinden, karşılaşma şanslarının hiç olmadığı birileri ile tanışıp aşık olabiliyorlar.

ya da gitmenin imkansız olduğu yerlere gidiverip yeni insanlar tanıyabiliyorlar.

ben mesela kocamla internet sayesinde tanıştım.
bir arkadaşım; 10 sene süren ilişkisini zor da olsa bitirip yeni bir başlangıç yapmak için gittiği almanyada hayatının aşkı ile tanıştı ve evlendi.

ha; almanyadan biri ile evlenmek bana pek olası gelmese de, o inanmış o adamın hayatının aşkı olduğuna. eskiden olsa o adamı görme şansı hiç yoktu. değil ki tanışıp aşık olmak vs.

velhasıl kelam, teknoloji güzel şey.
26.07.2011

TaTiLDeYDiM

yeni döndüm.
yaklaşık 6 günlük bir aile yanı kaçamağı yaptım.
kardeşim, kuzenim ve ben; eski günlerdeki gibi kızkıza takıldık..
oysa artık çok zor derdik hep. çünkü kuzenimin nur topundan hallice bi oğlu oldu 7 ay kadar önce. evlendik ve çoluk çocuğa karıştık diye zor gibi gelirdi ama başardık valla :))
yanımızda 7 aylık bebekle plaja da gittik, çarşı pazar da gezdik, içip sarhoş da olduk...

insan değişmiyor, sadece uyum sağlıyor.
bunu bilmek çok güzel. şartlarını yeni hayatına uydurabilirsen, herşey güllük gülistanlık.

tabi evlerimizi, kocalarımızı özledik. ama bu bile güzeldi. insanın ardında özleyeceği birini bırakması ve özlendiğini bilmesi de çok güzel.

annelerimizle de beraberdik üstelik. benim annem candır, canandır :)
teyzem de hallicedir hani.. yanında sigara içilemiyor olması dışında, mis gibi insandır. ama onun bu kuralcı katılığı bize, çatılarda sigara içme zevkini tattırdı yeniden. ergenler gibi hissettik kendimizi :)

bol bol eskilerden konuştuk, yenileri paylaştık. hayat ne yaparsa yapsın, ne kadar uzak köşelere savurursa savursun; insan kardeşinden ve kardeş bildiklerinden uzaklaşmıyor. bu da güzel.

ne çok güzel şey yaşadım şu 6 günde.

beni üzen tek şey Amy Winehouse'un ölüm haberi oldu.
çok severdim, çok..
sabah kahvesi yanında gazetemi elime aldığımda gördüm haberi, şok oldum.

pek çok kişi için artık eskidi bile bu haber. neler yazıldı, neler çizildi.
ama ben yazmak zorundayım. görevimi ifa etmek mecburiyetindeyim.

benim için önemliydi onun müziği.
kendimden çok şey bulduğum, sıkılmadan dinlediğim..

beni bilen bilir; bir şeyi sevdiysem, defalarca yapmaktan sıkılmam hiç.
beğendiğim kitapları (hiç abartmıyorum) 20 defa okumak da, tüm gün boyunda kesintisiz tek şarkı dinlemek de; tam benden beklenecek hareketler.
işte bu kız, benim için; tek gün şarkımdı, aynı şarkımdı, yeterdi artık sıkılmadım mıydı..

hatta bir başsağlığı telefonu bile aldım o gün.
amy öldü, benim başım sağoldu..

çok üzüldüm, bir daha müzik yapamayacak diye..
ben aynı şarkıları dinlemekten sıkılmam ama, yenilerini de reddetmezdim.
uysalca onları da dinler, ezberler ve ezberletirdim.

keşke daha yaşasaydı..

18.07.2011

Die WeLLe



çok değişik bir film..
izlerken tüylerimiz diken diken oldu..
öyle korku filmi de değil, sadece ürkütücü...

almanya'da geçiyor (adından da anlaşılacağı gibi)
onların eğitim sistemi bizden farklı olsa gerek, son hafta "proje haftası" yapıyolar.
iki sınıf var; biri otokrasi, biri anarşi..
normalde beden öğretmenleri olan adam, eskiden sıkı bir anarşist olmanın verdiği azimle, anarşi sınıfını istiyor. ama onu,başka bi adam almış. mecburen bizimkine otokrasi kalıyor.
o da öc almak istercesine, farklı bir şekilde işliyor dersi.
zaten tantana burda kopuyor.
kendi tarihleri ile yüzleşiyorlar, hitler konuşuyorlar.

beni en çok sarsan diyaloglardan biri şöleydi.

öğretmen: sizce yeniden otokrasi hakim olur mu almanya'ya?
öğrenci: mümkün değil; bizler artık çok eğitimli, çok farkındayız.

ve sonrasında ortaya çıkan sonuç korkunç!

güç insanı sarhoş eder, güç insanı sallar..
gücü eline geçiren, başkalarına zulmeder.

grup olmanın bilinci, insanları sarhoş eder, sarsar.
grup olanlar, dışarda kalanlara zulmeder.

hitler nasıl ki, buradan bakınca "bize sapkınca gelen" düşünceleri ile dünyanın tarihini değiştirdi.
bu filmde nasıl olduğunu anlıyorsunuz.
tüyleriniz dikile dikile hem de...






not: based on a true story
anam!
paul simon geliyomuş ya...
niye kimse bana haber vermiyo?
allahtan gazete okuyoruz.

neyse ki, bu adamın gelişi bende hezeyan yaratmadı.
pek de öle dinlediğim biri değil.
ha yaşayan efsane, ölmeden görsek iyiydi ama; napalım antalya'dayız :p

o zaman biz de burdan saygılarımızı iletelim kendisine..





bazı insanlar tanırsınız
tanıyor olmanıza rağmen sevilecek bi taraflarını bulamazsınız..
güzel /yakışıklı değildirler..
akıllı ya da zeki değildirler..
iyi insanlar değildirler; herkes kadar iyi, herkes kadar kötü..
onları sevilesi yapan herhangi bir tarafları yoktur.

ama onları çok seven, çok çok seven birileri vardır yanlarında, kıskanırsınız.
basitliğin, sıradanlığın şansıdır bu..
belki basit insanlar tarafından sevilirler ama çok sevilirler.
ellerinde çiçekler ve yanlarında sevgilileri/eşleri ile poz verirler.

onlara istedikleri herşey verilir, sonsuz destek görürler, haklarında kötü laf ettirilmez, yorulmalarına bile tahammül edilmez.
çünkü çok sevilirler.

bu kadar sevilmek için ne yaptıklarını anlayamazsınız..


ya da onlarınki gibi bir hayatınız yoksa, kendi suçunuzu arasınız.
neyi eksik yaptığınızı düşünür durursunuz.
gecelerce uykusuz kalırsınız.
onların hakettiklerini haketmek için ne yapmak lazım geldiğini bulamazsınız.
birilerinin prensesi/prensi olamadığınızı düşünürsünüz.
olmak istersiniz, hakettiğinize eminsinizdir.
ama olamazsınız.

onlardan daha güzel, daha akıllı, ya da iyi, daha başarılı olduğunuz halde; sonsuz vericiyken üstelik; birilerinin prensesi / prensi olamazsınız..

kimse siz yorulmayın diye rahatından fedakarlık etmez, etse de kafanıza kakar.
bir gün yapsa, ertesi gün aynını bekler.
yorulup yorulmadığınız umrunda değildir.
yaptığınız fedakarlıklar görülmez, görülse de mecburiyetiniz olarak alınır.

boşuna demezler, "allah insana çirkin şansı versin" diye...................

13.07.2011

Oooff..........

uzun zamandır shiny happy olduğumdan mı, bu duruma uyum sağlayamadığımdan mı, ruhumun bi tarafı karanlık olduğundan mı bilmem; taşımayı reddettiğim kadar ağır bu gece.

ben de ezberlediğim rotadan şaşmadan, diyetimi ödemeye niyetliyim.

buyrun sizin de içiniz kararsın.

ben de kendime bi votka hazırlayayım..






ölümsüzlük varsa da sıkı pazarlığa tabi ise, bu adam için kullanasın.
sonsuza kadar müzik yaptırasın; çaldırasın, söyletesin.
biz fanilere de dinletesin.
bu sayede arındırasın, temizleyesin..
dinimiz, amin.
12.07.2011

Ne Ki?

dünya sizin oyun alanınız, onu iyi kullanın :p

bir kaç gündür aklımda bu slogan var. hangi reklamda kullanılmıştı hatırlamıyorum ama aklımdan da çıkartamıyorum. ne bir adım geri gidebiliyorum, ne bir adım ileri.

buralar acayip sıcak. haftasonu kemerdeydim. sevdiğim bir arkadaşım geldi diye gittim. e antalyaya gelen kişi denize girmek ister. burda 4 ten önce sahile gidilemiyor. ben de 1 saat için şezlonga para vermeyelim dedim çünkü en geç 6 da dönmek istiyordum eve. bu durumda biz de belediye plajı tabir edilen ve halk arasındaki adı amele plajı olan yere gitmek durumunda kaldık.
bir ara suda iken etrafımda - ki takriben yarım metre mesafede- adamlar görünce midem ağzıma geldi.

maalesef antalya -diğer tarafları bilmem ama özellikle kemer- bitmiş durumda. bu kadar talebi kaldıramıyor. üst yapı olanakları tamam ama, alt yapı dediğimiz doğası kaldıramıyor. tanımadığınız insanlarla aynı küvete girmiş gibi. bi de herkes çıplak doğal olarak. mayo diyorsunuz ama amele plajına gelen halk tabakasının mayo estetiğine sahip olduğunu söyleyemeyeceğim. o kadar çok pansiyon-motel-otel var ki, rekabetten dolayı fiyatlar dipte. e hal böyle olunca, herkes orda. eğer deniz kıyısındaki lüks otellerde kalmıyorsan, mecburen ya o otellerin kapattığı plaja para vereceksin ya da amele plajına gideceksin. oysa o kadar güzel bir yer ki kemer.
benim gittiğim arkadaşın ailesi orda yaşıyor uzun zamandır. iki katlı bahçeli bir evleri var. hayat o kadar tatlı ve o kadar rahat ki orda. ama sahile inince meridyen atlamış gibi oluyorsun. başka bir dünya. zaten çarşısında dolaşmaya kalkınca türkçe hariç her dille rahatsız ediliyorsun, satıcılar tarafından. cevap vermeyince de, "haaa türk la bunnar, ehe" diyorlar. aralarında bir kod fln olmalı.
antalyada en güzeli, klimalı bir mekanda film neyin izlemek. biz de öle yaptık. amele plajından korkup eve dönünce açtık kendimize bir güzel dizi. (V adlı diziye başladık. zuzaylı hikayesi) bira aldık, cips aldık, yayıldık koltuklara, mis :)
siz de şayet antalya tarafına tatile fln gelmeye niyetliyseniz, ucuz pansiyona gitmeyin. kıyın paraya sahil otellerine gidin. hem astarı yüzünden pahalıya geliyor; yemekti, plajdı derken; hem de istemediğiniz bir halk kitlesiyle burun buruna kalıyorsunuz.benden sölemesi.

Polly, antalyadan bildiridi :))
7.07.2011

Mırmır


hayvansever olmak, bir sıfat değil; bir sorumluluktur.
hayata, canlılara ve varoluşumuza karşı sorumluluğumuzdur.
başına kötü şeyler gelmiş ya da yaralanmış bir hayvanın yaşaması için gereken tedavi insan beynindeyse, gereken aletler insan tekelindeyse; ihtiyaç duydukları şeyleri sağlamak bizim insanlık görevimizdir.
elimizdeki imkanları kullanmak ve kullandırmak; mecburiyetimizdir.

veteriner hekim değilim. bu durumda beynimdekiler Mırmır'ın işine yaramaz. bu durumda benim elimde, onun işine yarayacak ne var? para!

ben elimde olanı Mırmır'la paylaşmaya hazırım. şimdilik elimdekini paylaştım. paylaşmaya da devam edeceğim. sizler de, "çok şükür, yaşıyoruz" diyebilmek için, dünyaya ve hayata borcunuzu ödeyebilmek için; Mırmır'a yardım etmek zorundasınız. elinizde ne varsa. beyniniz yardımcı olabilecekse beyninizle, paranız varsa paranızla, o da olmadı duanızla; bu güzel hayvanın yanında olmalısınız!

Mırmır'ın hikayesi: bir apartmanın kapıcısı tarafından omuriliğine tekme yemiş bu güzel kedicik. kendi halindeyken üstelik. sokakta yaşar iken. onu himayesine almış ve bakımını üstlenmiş olan kişinin notu da burda. hayvan sahipleri bilirler, her türlü veterinerlik ücreti yüksektir. her ne kadar veterineri de büyük oranda indirim yapmış olsa, beynindekiler için ücret talep etmese de, kullanılan ilaçlar için bile olsa, bir masrafı var bu bakımın. ve Mırmır'ın bakımını üstlenmiş olan Funda hnm'ın tek başına bu tedavinin altından kalkacak gücü kalmamış durumda. elimizden geleni yapmak biraz da bize düşüyor. buyrun, Mırmır'ın hikayesine.



ŞUAN MIRMIR HİÇ YÜRÜYEMİYOR!KAFASINI KALDIRAMIYOR. ARKADAŞLAR! VETERİNERİN SÖYLEDİĞİNE GÖRE DİREK ENSE OMURİLİK BAŞLANGICINA TEKME YEMİŞ! RÖNTGENLERİNE GÖRE TEDAVİSİ ÇOK ZOR VE UYUTMAK İSTİYORLAR! MR ÇEKİLMESİ LAZIM AMA ÇOK PAHALI! NOLUR YARDIM EDİN!!!!!ÇOK ACI ÇEKİYORRRRRRRRRR!YATALAK ŞUAN YEMEĞİ BİLE TEK TEK ELİMLE YEDİRİYORUM AMA AKŞAMA KADAR ÇALIŞIYORUM.VETERİNER BAŞKA ÇARE YOK MR PAHALI AMA SİNİRİN ZARAR GÖRÜP GÖRMEDİĞİ BİR TEK ÖYLE ANLAŞILIR MR ÇEKTİRİCEK YER BULMAK LAZIM DİYOR. KESİN SONUÇ O ZAMAN BELLİ OLUR DEDİ. YoK MU MR'I UCUZA ÇEKEBİLECEK BİRİNİ TANIYAN?

ŞUAN ÇOK KÖTÜYÜM! BİRLİK OLUP MIRMIR'I KURTARALIM NOLUR!ONU YAŞATMAK İSTİYORUM UYUTMAK DEĞİL! İNSANLARDAN ÇOK KORKAR! BU ADAMLARINDA CEZA ALMASINI İSTİYORUM!KALBİM ACIYOR YAAA :(


http://www.facebook.com/media/set/?set=a.160553910680941.38152.100001789991983



5.07.2011

UCuZ

ucuz kadınları severim.











ucuzdan ne anladığımız da önemli tabii bu aşamada..


çok güzel kadınlardır, burası su götürmez bir gerçek.


ama onlar "çok güzelim ama çok da safım; gün görmemiş bi meleğim, az önce gökten düştüm" havasında gezmezler. onlar güzelliklerinin farkındırlar ve bunu da ele güne göstermekten çekinmezler. süslenirler, giyinirler.. en yüksek topuklar, en iddialı kıyafetler hep bu hanımkızların üzerindedir. sexy olmaktan, dikkat çekmekten korkmazlar. hatta severler de...


bir de cesurdur bu kadınlar.. mücadelecidirler. toplum baskısına boyun eğmez, canları ne çekerse onu yaparlar. haklarında ne deneceğini zerre umursamadan arz-ı endam ederler sağda solda. en gözde erkeklerle gezer, en güzel yerlerde görünürler.


üstelik bir de aşık oldularsa, uğruna mücadele ederler. kendilerini ortaya koymaktan çekinmezler. el değmemiş güllerle mücadelede, kalın botlarla gelincik tarlasına girmekten çekinmezler. gözleri kara, kulakları söylenenlere tıkalıdır.


onlar ne isterlerse alırlar.


hayat uzun yol elbet. sonrasında kendilerini nasıl bir hayatın beklediğini bilmezler, söylenenleri de kulak arkası ederler. carpe diem kadınlarıdır onlar. yarına daha çok vardır. mühim olan bugünün en güzeli olmaktır.


karşı konulmaz kadınlardır. elde etmeyi kafalarına koydukları hiçbir erkek uzak kalamaz onlardan. ha bu ilişkiler uzun da sürebilir, kısa da.. acı da çekebilirler. hatta çekerlerse de en ağırını çekerler.en fazla onlar içer, en ağır rezaleti de yine onlar çıkarırlar.





niye anlatıyorum bunları. Lale Devri dizisindeki Yeşim karakterinin ucuzluğuna hayran kaldığımdan sanırım. aşık olduğu için çıkardığı rezaletlere parmak ısırdığımdan. takdir ettiğimden değil ama helal olsun dediğimden. aklına koyanı yapan, istediğini alana kadar mücadele eden ve gecelerce yatakta ağlayarak bekleyen kadınlardan olduğu için.





yalnız bahsettiğim ucuz kadınları, gerçek ucuz kadınlarla karıştırmayın lütfen. bar köşelerinde erkek bekleyen kadınlar değildir anlattıklarım, sevdiklerim. ucuzluğun da bir asaleti vardır. zaten diziyi izleyenler, ne demek istediğimi anlayacaklardır.

aşık olan, olduğunu anladığında alışık olduğu şekilde savaş baltalarını çıkaran, yetmediği yerde bin türlü oyun çeviren; ama aşık olduğu adamın karşısında ağlamadan tek kelam edemeyen.. ben; güçlü ama zayıf, kudretli fakat savunmasız, gösterdiği ile sahip olduğu arasındaki fark uçurum olan kadınları severim. siz ister ucuz deyin, ister muhteşem..
3.07.2011

AkşaM YeMeĞi

karnıyarık-pilav-cacık

annem bile bölesini yapamadı şu ahir ömrümde :))

vay beeeaaahhh!!!
26.06.2011

kjgljkbj

ben olumlu, yapıcı olmaya gayret ettikçe; herşey daha da üstüme geliyo sanki..
o fütursuz halimi özledim..
22.06.2011

DiZi MaNYaAa



izlediğim son süpersonik dizi de bitince, yerli dizilere sarmak durumunda kaldım. çoh yakın bi arkadaşımın gazına gelince de; lale devri isimli diziyi izlemeye başladım. ama tabi yabancı dizilerin bi bölümü 40 dk, yerlilerinki ise 1,5 saat olduğundan; alışkanlıklarımdan vazgeçmek ve bi günde max 2 bölüm izlemek durumunda kaldım. gerçi bugün evdeyim ve şimdiden 2 bölüm izledim. sırada 3. sü var. ama öte yandan yurdum polisini eğitmek için hazırlamam gereken bi eğitim sunumu da var. offf of...



o diil de, bu başroldeki kızcağız; ki kendisi mustafa sandal'ın karısı, mirsad türkcan'ın kardeşi olur; ne kadar yeteneksizdir arkadaş. içime fenalıklar geliyo izlerken. bi de sanırım seslendirmişler kızı. senkron tutmuyo bazı yerlerde. senaryonun da ibneliği öte taraftan. öle insan mı olur! "çok kırıldım, şimdi intihar edicem" diyip, eve gelen güvenlik görevlilerini duymuyo fln. algıları zayıf onun, beynine kan gitmiyo bence :))



eskiden ben bu kızcağızı güsel de bulurdum üstelik. mustafa sandal'a bi kaç gömlek büyük olduğunu düşünürdüm. ama şimdi hiç de öle gelmiyo. çok selebriti bi insan değil esasında öle çok fun şeysi fln yoktur ama benim kendisine olan beğenimi bu dizideki muhteşem yeteneksizlik gösterisi ile kaybetmiş bulunmakta. artık buna da kırılıp intiharın eşiğine gelmese bari :))



neyse efem, burası çeok sıcak.. parmaklarımı klavyede gezdirirken bile terliyorum. o yüzden fazla uzatamıcam. bi bölüm daha izleyip, sunumumu hazırlıcam sanırım. o diil, polislerden de pek hazetmem haa.. siz benim köpeğim havladı diye evime gelen polisler misiniz diye hesap sorcam kendilerinden :) ihi hihi :)))




STARSAILOR - FOUR TO THE FLOOR huntylch


Böle bişi olur mu!
9.06.2011

ZoR DuRuMDaYıM

amaaaannnn, ne kadar sıkıcı!
okula gelip hiçbişi yapmadan oturmak ne kadar yorucu; fikriniz var mı?
üstelik kantin fln da açık değil. sabah dokuz buçukta yaptığım kahvaltı ile duruyorum ve midem sırtıma yapışmış vaziyette :(
üstelik uykusuzum da... sabaha karşı 5 te yattım, 9 da kalktım. ki beni bilen bilir, 10 saat uyumadan kendime gelemem ben.
fringe adındaki diziye sardım da üzerinize afiyet.. sabahlara kadar onu izliyorum.
şimdi özet geçeyim; bak bi, ne zor durumdayım..
*çok açım ve yemek alabileceğim hiç bi yer yok.
*uykusuzum çok..
*eve gitmeme daha en az 1,5 saat var.
*evde de hazır yemek yok zaten.
*üstelik bi de burası lanet bi sıcak.
*eve de yürümek zorundayım. (takriben 15-20 dk)

haydi şimdi toplanalım ve bana acıyalım.
7.06.2011

BoŞ

okul bitti...
bu saatten sonra, yapacak işimiz kalmadı.
sınavları okuduk, sisteme girdik.
öğrencileri de gönderdik.
şimdi artık boş oturma zamanı :))
kitap getirdim bugün yanımda. klimalı odamda, sessiz sakin okuyacak ve mesaimin dolmasını bekleyeceğim :))
true blood dizisinin ilk kitabı olan "gündüz ölüsü" nü okuyorum şu ara.
izlemeyenler için, vampirli bi dizi işte.
aşk konulu değil ama içinde aşk da var. biraz hard sahneler de içeriyor. uyarayım.
neyse, diziyi sevdiğimden mütevellit, kitabını da edineyim dedim. lakin kitap, dizi kadar sarmadı beni. belki de aklıma kazındığı için tüm sahneler, kafamda canlandırma sorunu yaşadığımdan bilemiyorum.
bir kitap okurken, tüm karakterleri kafamda canlandırırım ben. tip olarak yane. sonrasında kafamdakine uymayan birilerini görürsem de hayal kırıklığına uğrarım.
o yüzden düsturum vardı benim aslında. okuduğum kitabın filmini izlemem diye. tabi bunu tersine çevirmek de mümkün. izlediğim filmde kafama kazınan karakterleri romanın içine adapte etmekte zorlanıyorum. hayal gücümün önüne set çekmiş oluyorum.
ama alacakaranlık serisinde böle olmamıştı. önce ilk iki filmi izledim, sonra kitapların tamamını okudum. kitapları okurken kafamda o tipler canlanmadı. hayal gücüme sınırsız oyun alanı kaldı. demek ki, onun yazarı ile bunun yazarı arasındaki fark bu :)
velhasıl kelam; bu kitap beni çok sarmış olmasa da, okuyacağım. hatta belki diğer romanları da alırım. bilmiyorum.
mühim olan, bu aralar kendime oldukça fazla zaman ayırabilecek olmam.
yaşasın!

Not: tez yazmam lazım aslında benim bu yaz. geçen sene kaldığım dersten bu sene geçtim ve artık tez dönemine ayak bastım. hazır vaktim de varken, yazmam lazım şu tezi :((


2.06.2011

KaĞıTLaRRR


çok kağıt var, çoookkk...
nasıl okunur bu kadar kağıt allaamm...
içime fenalık geliyo baktıkça bile..

insan oğlu ne nankör yahu...
eski işimden nefret kustuğum, bu işi yaptığım gün hayatın bana bayram olacağını ilan ettiğim yazılarımın mürekkebi kurumadı daha halbusi :)
hemen bu işten de şikayet edecek bişiler buldum.. ama yok, valla çok sıkıcı iş.. artık sınavlarda "ek kağıt alabilir miyim hocam?" diyen öğrenci benim can düşmanımdır.. baban mı okuyacak o kadar yazıyı, eşşeoğlueşşek :))

neyse ya, yarın mezuniyet var. keplerini atcaklar, biz de orda buluncas.. çoh duygusal anlar yaşanacak tahminimce :) ben de ilk mezunlarımı vermiş olucam. breh breh breh demek istiyorum. okudum adam oldum resmen :))

herkese şiddetle tavsiye, muhteşem bi meslek bu.. valla :))
1.06.2011

SıCaK!!





bugün burası çok sıcak!
odada klima var ve güneş almıyor diye, nispeten rahat oturuluyo ama eve kadar yürüme düşüncesi beni benden alıyo..
üstelik daha yaz gelmiş de değil...
korkuyorum anlıyor musun!
1- Cem Adrian canlı dinlenecek!
2- Mercan Dede canlı dinlenecek!
Not: İkisi birarada olursa, tadından yenmez! Bu Nedir Arkadaş!!!!

14.05.2011

GeRi GeLMişLeR

yeeiii :))

izlediğim blogların hepsi kayboldu!


noldu bu bloggera yahu?


yazmasak da, severek okuyoduk..


ben şimdi reader peşinde koşup, teker teker onları eklemekle mi uğraşacağım?


evli barklı kadınım, işim gücüm var :Pp


Pffff.... :(((

12.02.2011

KuŞ


geçen hafta bahçede bi kuş ölüsü gördüm..

kan yok, darp yok..

ya ecel onu uçarken yakaladı; ya da cesedinin duvar dibinde olmasından hareketle, uçarken hızını alamayıp duvara çarptı.

ilk gördüğümde içim cız etti... bakamadım..

geçenlerde bi kere daha gördüm, aynı yerde ööle yatıyodu..

ve bugün tekrar..


neden kimse sahipsiz kuş cesetlerini kaldırmaz ki ayak altından..

sadece insanların ölüsü mü kıymetli, sadece insanın ölüsüne mi saygı duymalı?
28.01.2011

DeLi :p

arada bir "fairytale" adlı şarkıyı açıp dinliyorum. ne kadar sevdiğimden daha önce bi yazımda da bahsetmiştim hatta. bayılıyorum o şarkıya.
ama ne zaman dinlesem o şarkıyı, hemen ardından athena' nın "for real"i, kenan doğulu'nun "shake it up shekerim"i, hadise'nin "düm tek tek"i fln geliyo. kendime engel olamıyo, eurovision manyağı oluyorum. bu her seferinde böle oluyo, hiç değişmiyo arkadaş..
"herkes akıllı, bir ben deli" sanırsam :)
27.01.2011

Ne GüSeL

Aslında anlatmam gereken bi dünya şey var. ama hırs yaptım anlatmayacağım.
nispet yaparcasına, havadan sudan bahsedeceğim. :)
bariz şekilde paranoyak olduğumu ve her fırsatta "big brother watches us" diye düşünmekten kendimi alamadığımı bilmeme rağmen; yine de vazgeçemiyorum bu halden. eskiden sağda solda "duvar yazıları" derlemeleri vardı. onlardan birinde okuduğum bir şeyi paylaşmayı arzu etti deli gönlüm apansızın. "kim demiş benim paranoyak olduğumu ve neden bilmek istiyorlar!" benimki de bu hadise; benim paranoyak oluşum, kimsenin beni izlemediği anlamına gelmiyor neticede.
sanki kendi hayatımla ilgili ser versem, sırrımı alacaklar, beni uzaydan tespit edecekler sonra da beni tanıyan herkes özel hayatımla ilgili detayları öğrenecek ve yazdığım saçma sapan şeyler için, vakti zamanında "jenga" isimli oyuna çekilmiş reklamdaki çocuk gibi işaret parmağını suratıma doğru uzatıp "ha-ha-ha" diyecekmiş gibi hissediyorum. bu sebepten istanbuldan taşındığımı belirttiğim halde nereye olduğunu sölemek istemiyorum. yaşadığım bu cennet mekanın fotoğraflarını burada yayınlayıp herkesi hasetinden çatlatamıyorum. benim derdim çok büyük, kimse bilmiyor :(

neyse efendim asıl anlatmak istediğim, şu sıralar hayatımızda büyük bişeylerin hazırlığı olduğu. ama dediğim gibi, hırs yaptım anlatmayacağım. siz sadece önemli bişilere hazırlık yapılmakta olduğunu bilin yeter. big brother olmaya ne gerek var milletin hayatında. bilmenize izin verildiği kadarını bilin, üstünüze vazife olmayan şeyleri bilmeyin. öğrenmeye çalışmayın, sağda solda sormayın. fazla merak iş açar başına insanın.

(bu vesile ile kendimi selebriti sanma egomu da tatmin etmiş oldum :) herkes peşimde, herkes özel hayatımı merak ediyor. hiç mutlu değilim şekerim)

o zaman oldu..
iyi günner..
cennetten selamlar...
yıllarca istanbulda ne eziyetler çekmişim meğer ben...
trafikte kalmışım, daracık sokaklarda sıkışmışım... paramla rezil olmuşum, varoşlarda yaşamışım.. dünyaya -2. kattan bakmışım da kendimi "ama evim güzel" diyip kandırmışım :)

şimdi dört tarafı pencereli, dört yandan güneş alan; dört başı mahmur evimde yaşıyorum... hem de dördüncü katta :)
sabah kalktık köpeciğimle.. çayı koyup kendimizi sokağa attık.. köşe başındaki markete gittik, gazetelerimizi aldık.. ordan da fırına yürüdük.. taze ekmeklerimizi aldık. bi kepek, bi buğday.. sonra da eve dödük. ortalığı toparladık, evi havalandırdık.. bi güsel kahvaltı hazırladık... kahvaltı sonrası gazetelerimizi okuduk.. şimdi keyfi zamanı.. sonra da ev için bişiler yapmaya başlayacağız. toplamamız gereken, bize ait olmayan şeyleri toplayıp kaldıracak ve hatta göndereceğiz gidecek.

belki akşam üstü parka gideriz kızımla.. koş oraya koş bıraya, kaz orayı kaz burayı yaparız :)
burda köpeciğim de çok mutlu, ben de öyleyim..

iyi ki yapmışım be atom!
 
MüTeveLLi HeYeTi © 2009. BaLıK GöZüNDeN İNeK!