30.06.2009

SoN DaKiKa

hayırlara vesile olsun işalla...
bu gecede bişi var ama; du bakalım...
çıtır aradı az önce! hani şu benim eski sevgili...
ayrıldığımızdan beri, iki üç mailden başkası yaşanmamıştı aramızda.. ki geçen süreyi göz önüne alacak olursak bu devede kulak hakkaten...
önce msg attı, terslendim ben de.. bizim buralardaymış da, göresi gelmişmiş. uygun muymuşum..
"uykum var" dedim, "moralim de iyi değil" dedim... "kapının önüne çıksana" dedi!... biçimsiz emrivakiler konusunda hep iyiydi zaten.. pijama converse şekliyle çıktım kapı önüne.. benim şekilsizliğme inat, grantuvaletti... işten daha yeni dönüyormuş da, burda bi arkadaşına uğraması gerekmiş.. beni de görmeden gitmek istememiş..
sözün özü; görüşelim dedi. kaç kere demiş kendine, git polly' e diye.. ama kapıda onu sopayla karşılamamdan korkmuş.. eh, tanımış bi yerde beni.. neticede dedim ki; "ben o defteri kapatalı çok oldu. görüşürüm de senle, bana komaz. ama giderken beni üzdüğünün farkına var. bedelini ödemeye hazır olarak gel..ancak bu şekilde hayatımda yer alabilirsin"... " eyvallah" dedi :)
ne bilim.. hayat garip, bu gece garip... hakkımda hayırlısı...
eski arkadaş iyidir ya.. zaten kaç tane arkadaşı yıllandırabilir ki insan hayatında... insanlar gelir, insanlar geçer.. yıllardır tanıdığın insanlar, yıllardır tanıdığın insanlardır aslında; arkadaşın değil.. arkadaşlık kolay edinilen bişi değildir ki zaten... oturup kendini anlatman gerekir en baştan.. "ben aslında bundan nefret ederim" diye açıklamanı gerektirir. arkadaşın olacak kişi, bir dahaki sefere nefret ettiğin o şeyle muhattab olmamanı sağlayan kişidir işte.. hatırlayandır çünkü, senin o şeyden nefret ettiğini.. senin de hatırlamandır..
mesela bir arkadaşım var benim.. liseye yeni başladığım sene tanışmıştık kendisiyle. aynı yerde oturmamız münasebetiyle başlayan tanışıklığımız, zaman içinde arkadaşlığa dönüşmüştür.. ve ben aradan geçen bunca seneye rağmen, her dokuz ekimde "armağan'ın doğum günü" diye kalkarım yataktan..
liseden beri hayatımda kalan bir başka arkadaşımla, uzun zaman aralıkları ile görüşebilsek de; birbirimizin hayatını o kadar ince ayrıntısına kadar biliriz ki, o daha bi isim söyler söylemez neler yaşamış olabileceğini tahmin etmiş olurum ben..
bir başka arkadaşım; ki kardeşim derim ben kendisine; öyle bi parçamdır ki benim, canının sıkıntısı malum olur bana.. izmitte okudu o misal.. sakaryada okulumda, yurdumda iken ben; bir gece içime kapanan kapaklar ile sabah ilk iş kendimi izmite attığımı ve kapıyı çaldığımda bütün gece uyumadığını ele veren göz altı torbalarıyla karşılaştığımı bilirim.. şehirde sakin sessiz gezerken "benim gitmem lazım" diyip yanımdaki herkesi o an bırakıp arkadaşıma gittiğimde, erkek arkadaşıyla ayrıldığını ve ben kapıdan girdiğim anda cama attığı yumruğun bileğini kestiğini gördüğümü bilirim.. onun bileklerine dikiş atılırken ondan daha çok ağladığımı.. "canım sıkkın" dediğimde izmitten kalkıp, istanbula geldiğini, beni kolumdan yakalayıp, üstelik kedimle birlikte izmite götürdüğünü de...
az önce bir arkadaşım burdaydı misal.. üniversiteden bir arkadaşım.. evine beş parasız gidip "canım içmek istiyor" dediğimde bana kral içki sofraları kuran, sarhoş olduğumda sızdığım yerden yatağa taşıyan, salya sümük ağlayıp da masa altlarına saklandığımda, beni çıkarmaya çalışmayıp, gelip yanıma kıvrılan... ne çok ağladığım yanında, ne çok omzumda ağlattığım.. yıllar çok şey götürdü ondan da benden de.. evlendi o misal.. zamanında çok yalvardım yapmasın diye, dinlemedi.. şimdi boşanma arefesinde.. çok mutsuz ve benim de içimi acıttı mutsuzluğu.. konuştuk saatlerce ama insanın basiretinin bağlandığı anlardan biri bu da.. "ne diyebilirim ki" dedim hep içimden. ne bildiğim bir konu bu; ne de hak verdiğim.. keza ben seni uyarmıştım be adam.. ama diyemedim tüm bunları.. "yakınındayım be adam; kaç gel canın sıkıldıkça.. benim evim, her zaman senin evin.. eskiden senin evini paylaştık kriz zamanlarında, şimdi sıra benimkinde" diyebildim sadece. o anladı..
eski dostlar hep anlar.. ne buruşukluk görmüşlerdir yüzünde.. ne kocaman kahkahalar, ne salya sümükler.. içini acıta acıta kurduğun cümlelerin kıymetini; paylaşmayı vaad ettiğin iki göz odanın kıymetini bilirler.. beraber içilen kahvenin de tadı ayrı olur işte bu insanlarla..
hayatıma değer katan, anlatmaya layık bulduğum; anlatabildiğim için kendimi kıymetli hissettiğim tüm arkadaşlarım.. iyi ki varsınız be ya.. hakkaten bak...
ne kadar susar ki insan.. ne kadar;hiç birşey olmamış gibi davranabilir..
aptalca şeyler yüzünden ben; çok önemli bişeyi yitirdim hayatımdaki.. zaten tüm yitirişlerim aptalca şeyler yüzünden oldu, şimdiye kadar.. çoğunda benim hiç bi suçum yoktu.. ama şimdi şimdi idrak ediyorum ki,benim suçum da vardı elbet. suç der miyim? eskiden demezdim.. şimdi hiç bir şeyin tek tarafı yapılamayacağını idrak etme yaşındayım.. tahammülsüzlük bir eylemdir.. eylemsizlik bile bir eylemdir... susarak bitmesini, susarak gitmesini sağlamak; kesinlikle bir eylemdir..
bu kez susmadım ama.. bu kez konuştum deli gibi.. ağzıma geleni söyledim.. "ben sana tahammül etmek zorunda değilim hayat" dedim. yanlış muhattab seçtim :(
bu kez ben, git diyendim. tavrını net şekilde ortaya koyan.. öfkeyle kalkıp da, yalnız oturan.. pire için yorgan yakan..
keşke yapmasaydım demiyorum; buraya dikkat.. bazı şeyler gerçekten sınırları zorlamak, kişinin eline kredi sunmaktır.. sadece keşke böyle bir şey yaşanmasaydı diyebiliyorum.. keşke... ama yaşandı, ama ben konuştum, ama o yorgan yandı...
şimdi ilacımı içmeyi unutmadan yatmam lazım.. bi de ufak pinçiği yarın sabah içmem... artık kendi ilaçlarımı takip edebilecek kadar büyüdüm ne de olsa...
odam da büyük aslında.. bilgisayarım çok ısınıyor ve çarşaflarım da mor eflatun kırması desenli.. canım sıkkın, moralim bozuk..
üzgünüm ama bu olması gerekendi...
beni affet hayat, sadece "çarpa çarpa kendisi öğrenen" lerdenim..
29.06.2009

BeN ŞiMDi

27.06.2009

YeNiLiK iYiDiR

valla iyidir ya...
bak yenilendik, temizlendik.. genişledik hem, yazılarımız daha güsel görünür oldu... orta uzunlukta yazılar bile, upuzun görünmekten kurtuldu. emeği geçen herkese teşekkür ediyorum burdan.. keza ben yeni tema, header fln yapabilecek kadar anlamıyorum bu işten.. hatta header meader, daha dün öğrendim :)
zormuş ama ya.. web tasarımcısıyım diyenlere "oturduğu yerden para kazanıyo, pis herif" demekten vazgeçmeye karar verdim. saatlerce minçik minçik kodlar arandı... deneme yanılmalar ile, yazı tipleri ve temalarla oynandı. bi sürü deneme blogları oluşturuldu. tema önce orda denendi fln.. yazarken bile yorgun düşüyo insan.
neyse; ellerinen öper, gözlerinden sıkarım; tüm yardımı dokunanların..
26.06.2009

incendio forestais

cam kırıkları saçıyorum yine ağzımdan.. bir kere yırtıldı mı ucundan, giderek büyüyor o yırtık.. kontrolden çıkıyor.. sivri sivri cam kırıkları, paslı çiviler, küçük jilet parçaları..

içimde nefessiz kalmış gibi acı çeken, ilgili merci önünde kendini ateşe veren bi yer var.. bir de durduk yere, öyle bir yakıyor ki canımı; acı boşaltıyorum ağzımdan... o sırada dokunan olursa tenime, en çok ona... ben aslında, kendi acımla başa çıkamıyorum...

söylediğim her bir kesici kelimenin muhattabına, nemli gözlerle bakıyorum. ben aslında en baştan sizi uyarıyorum. ama siz ısrarla tenime bir dokunma mesafesinde kalmayı seçiyorsunuz. sonra canınız yandığında, ilk çaldığınız kapı Hamurabi'ninki oluyor. yine, en çok benim canım acıyor..

iyisi mi; bırakın beni.. çekin gidin, yanımdan yakınımdan. benim; kendim dahil kimseye sunacak "iyi" kabilinden bi şeyim yok.. gözlerimde akmaya hazır yaşlarla, deniz suyu içmiş kadar susuzum... üstelik çare olmadığınızı göremeyecek kadar büyük egolarınız.. beni bırakın; yıkılan eski meyhanelere çıkan, bu harap caddelerde..

bir çizgi daha aşılmadan, ben uysal bir kız çocuğu olamayacağımı üç milyonuncu defa keşfedip yeni buhranlara gark olmadan..
ve lütfen, talepkar olmayın bana.. lütfen..

Michael Jackson Ölmüş....
sabah sabah, aldığım ilk haber... bütün günüm ve belki daha da uzun sürem karardı işte.. çok mu severdim; son zamanlarda olmasa bile, evet bayılırdım kendisine.. o benim çocukluğumun popstarı... "Dangerous" albümü, edindiğim ilk yabancı albüm... "In the Closet" şarkısı, bir kadının ne kadar güsel olabileceğini keşfettiğim ilk şarkı ve daha neler neler... sesi, şarkıları, dansları ile; o benim hayatımda çok özel bir yere sahipti.. bir kere türkiyeye konsere gelmişti, onda da izmirde kalmıştı diye hatırlıyorum;izmir hiltonda.. bilmem doğru mu hatırlıyorum...

sadece benim için değil, benim gibi pek çok kişi için çok kara bir an; onun öldüğünü öğrendikleri an.. çünkü o facebook'ta fln dolaşıp duran "80'lerde çocuk olmak" videoları, yazıları fln var ya; işte onun olmazsa olmazı, michael jackson idi. onun şarkılarını öğrendik, onun gibi dans etmeye çalıştık... gerçi o bizden bir büyük nesili de ihya etmişti.. nesillerce çocuğun, gencin kahramanı oldu. sonrasında; gerçektir ya da yalandır, ben bilmem; çocuk pornosu iddiaları ile kirlenen ünü, onu evine kapattı. cildinin durumunun kötüleşmesi, artık sesini de kaybediyor olması onu hem sahnelerden hem de insanların gözünün değdiği her yerden uzaklaştırdı. oysa; elvis presley'in kızı lisa mary presley ile bir evlilik yapmış, bu evliliğinden bir kızı olmuş ve "bu kız çocuğu elvis ile michael'ın genlerinin buluşması, mucize çocuk" diye ne umutlar bağlanmıştı.. şimdi ne yapıyor acaba o kız çocuğu? ya lisa mary? kardeşleri ne durumdalar acaba? peki ya milyarlarca hayranı? ben milyarlarca hayranından biriyim işte. istanbulun bir köşesinde, mecburiyet prangalarıyla bağlı olduğumdan mütevellit, hiçbişi yapamıyorum onun için. ama imkanı olanların, evine, cenazesine, mezarına fln gitmelerini; bir kere de benim için "heal the world" diye bağırmalarını istiyorum.

bu hayat herkese herşeyi unutturuyor. ama ben seni unutmak istemiyorum.. huzur içinde yat..
Edit: şimdi iş yerinden dailymotion' a giremiyorum. eve gidince unutturmayın, klip eklicem bu yazıya..


25.06.2009

BaK Ya...

yaw, niye kimse bişi yazmıyo?
ben bugün iş yerimde sıkılıyorum ya...
bişiler okumaya, yorumlar yazmaya ihtiyacım var ya..
aman, sakın yazmayın bişiler; olur mu?
ben burda kendi kendime sıkılayım, hatta kuruyup kalayım...
te allam ya, kızdım bak şimdi..
Ben bu toplumun belli tabakaları arasındaki ayrımcılığa hiç anlam veremiyorum..
Kast sistemi mi var bu ülkede arkadaşım? Nedir yani?
Misal: çalıştığım company’de normal çalışanlar ile müdürler arasında ciddi bi kayrılma farkı var..
Bendeniz işe girdiğimin ilk yılında terfi edip süpervisor olmuş olmama rağmen, müdür kategorisinde sayılmıyorum. Bu nedenle ne normal çalışanların yararlandığı maddi desteklerden faydalanabiliyorum, ne de müdürler gibi kayrılıyorum. Aslında bu yılan bana dokunmasa, ne kadar yaşadığında bana ne idi; değil mi? Ama bana bu naniği yapmayacaktın yılan!
Ne gibi kayrılıyorlar, hemen aktarayım.. sadece müdürlere, özel sağlık sigortası yapılıyor mesela... pek kıymetli bünyelerini, ssk hastanelerine emanet etmek istemiyor yönetim kadromuz. Aman onların totolarına yanlış yerden iğne vurulmasın, o totolar çok kıymetli.. ya da mesela; müdürlerden otopark ücreti alınmıyor. Hoş gerçi personelinden otopark ücreti alan, verdiği üç kuruş maaşa da göz diken bir işletmecilik anlayışını ben bilmemnaaaapıyım da..neyse.. yaw sen zaten personeline verdiğinin iki katı para veriyosun müdürlerine. Bi de neden attıkları adım bedava bunların? Ya da soruyu tersten sorayım.. sen zaten 2 kuruş para veriyosun personeline.. niye attıkları adım paralı bı insanların? Hastaneye gider, para öder; arabasını parkeder, para öder.. günahtır yaw...ondan sonra, çalışan memnuniyet anketi yaptır insan kaynaklarına; çıkan olumsuz sonuçlar gözünü öle bi korkutsun ki, sonuçları yayınlamaktan çekin de, anket başarısız oldu, istediğimiz veri range’ini yakalayamadık gibi saçma bahaneler uydur.. hadi bari ders al... personelinin ne kadar mutsuz olduğunu gör de, üstünde biraz çalış di mi? Yook, “bu adamlar bizden memnun değil,o zaman gitsinler!” diyip, personelin bi kısmına zam yaparken, bi kısmına yapma.. istifaya zorla, maksat tazminat vermemek... valla ben derim ki; eğer adalet diye bişi sözlükte yer işgal eden 6 harflik bir sarfiyat malzemesi değil ise, bunu yapanların ödeyeceği çok ah var daha..
Tamam bunlar ölümcül haksızlıklar değil.. daha ne haksızlıklar yapılıyor dediğinizi duyar gibiyim.. ama bu bahsettiğim, olmaz denilen yerlerde yaşananların bir örneği.. çalıştığım yere dışardan bakan birinin “orda çalışanlar en az 5 milyar alıyodur, bizi oranın kapısından sokmazlar” dediğini işitmişliği vardır, iş arkadaşlarımdan birinin.. bu şartlar içinde, bunlara maruz bırakılmak insanın gücüne gidiyor.. yine de kuyruğu dik tutmak adına, sağda solda iyi şeyler söylüyoruz.. kol kırılıyor, yen içinde kalıyor..
Günün birinde devran dönüyor.. terfiler alıyor, müdürler oluyorsun.. sana sunulan imkanlar arttıkça; aynı imkanlardan senden başka kimlerin faydalandığını düşünmez oluyorsun.. yükseldikçe kartvizit yazıların, hayatın kolaylaşıyor.. daha rahat, daha geniş, daha mutlu ve daha kolay çalışmaya başlıyorsun.. toton kıymetleniyor da, kendini ssk hastanelerine emanet edemiyorsun.. öğlen arasında iki dakka hastaneye gidip, dişine baktırıp işine dönebiliyorsun, sıra beklemeden, insan gibi muamele görüp.. sonra altında çalışan personelin senden hastaneye gitmek için izin istediğinde, bütün gün işe geri dönmemesini iznini suistimal ettiğine yoruyorsun.. çünkü ne de olsa, hastanede muayene olmak en fazla yarım saat sürüyor senin dünyanda.. zaten hastanede insan muamelesi görmemiş, canı sıkılmış, saatlerce sıra beklemiş, azarlanmış, tartışmış personelinin bir de sen kalbini kırıyorsun.
Günün birinde masana bırakılan istifa dilekçesine anlam veremiyorsun sonra. “Neden ayrılmak istiyorsun” soruna “kendimi kıymetli hissetmiyorum burda. Sürekli işten kaytarmakla itham ediyorsunuz beni.. oysa benim ciddi ciddi tedavi görmem gereken bir hastalığım var. Ve maalesef ssk hastanelerinde bir muayene bir tam gün sürüyor. Siz beni işten kaçmaya çalışmakla suçladıkça, ben sizden de işimden de soğudum. Artık burda, sizinle çalışmak istemiyorum” cavebı da sana fransızca gibi geliyor.
Bak yazdıkça coştum, sinirlerim tepeme çıktı. Yeter!
24.06.2009

DıZzZzZzzTTTT..


bi Murat Kekilli vardı..
noldu ona?
"döndüm yedi kere kendi üzerime, sekizi de dön dönebilirsen" adlı şarkısının mana ve ehemmiyetini açıklaması için, kendisine ihtiyacı var bu toplumun...
ya da sadece benim...
biri açıklasın bari, madem adam kayıp..
aloowww... ışıkları kim söndürdü?

bu aralar farkediyorum ki, ne çok insanın ayvalık ile yakınlığı var yahu... kimisi bu yaz için orda olacağını yazıyor (üfürükten prenses), kimisi benim kafamdaki ayvalığa benzer hayaller kuruyor (otobüs maceraları)
sevgili blog yazarları.. benzer yaşanmışlıklar mıdır, benzer ilham kaynakları; ya da benzer hayaller midir bilmiyorum ama; bu yaz ağustos ayında bir hafta ve eylül ayında 10 gün süreli olarak ben de orda olacağım.. beni görür de el sallamadan geçerseniz kırılırım. ben olur da yakalarsam sizi, kokunuzdan tanırım.. ona göre organize olun :)
döndüm evet...
aklım orda kaldı ama.. zaten oldum olası, oralarda olasım olmuştur hep... hep ayvalıklı gibi davranırım, ister istemez. eminim pek çoğunuz bunu bilmez. misal; deniz kenarına gidilir, ya da boğazda bi yere; manzara izlenecek, yemek yenecek vesairedir. gerçek bir ayvalıklı, denize arkasını dönerek oturur. denize değil, yola bakar, bunu da istemsiz yapar. bi dikkat kesilin bakalım, hiç bir ayvalıklı ekstra çaba sarfetmeden, denize bakan tarafa oturamaz. ancak kendine defalarca tekrar etmesi, kendini şartlaması lazım..
ayvalık merkezde, denizin dibinde pek tatlı çay bahçeleri vardır.. bütün sandalyeleri caddeye bakar şekilde konmuştur mesela.. yüzler yola, totolar denize bakar... denize doğru çevirip sandalyeyi oturunca da kendinizi pek isyankar, pek aykırı, pek asi sayarsınız.. gençliğiniz gelir bulur sizi adeta.. "ne kadar farklıyım, kimse beni anlamıyo" bile dersiniz yeri gelir :D
ayvalık ya...
eve gidince şimdi, bahçemizden topladığım kayısıları yıkayacak ve afiyetle yiyeceğim.. böle bi lüks var mı şu hayatta yahu? bahçendeki ağacın gölgesinde otururken, elini uzatıp hafifçe, daldan bi kayısı koparıp yemek.. elindeki kitabı bırakmana bile gerek kalmadan üstelik.. musluğundan akan suyu da içilir.. susarsan da, bahçe hortumundan içersin, ne güseel... ayaklarda sandaletler, çıp çıp su içinde, çocuk gibi...
of offff.. daha fazla yazarsam, herşeyden nefret etmeye başlayacağım ya.. bu yazımı burda kesiyorum efenim. sizler de kendinize iyi bakın.. bi gün benim gördüklerimi görebilmek ve dahi sahip olabilmek için bol bol çalışın, didinin.. hoyde bre..
19.06.2009

AYvalık


efendiiiim...

şu mübarek cuma günü itibari ile, bana ayrılan sürenin sonuna gelmiş bulunmaktayız...

bendeniz zaten bi süredir out of order idim.. şimdi devreleri temizlemeye gidiyorum...

ilk hedefimiz ayvalık, ileri!


haftasonu için ayvalıkta olacağımdır.. ayacıklarımı çıp çıp denize sokacak, kızgın kumlardan serin sulara atlayacak, sahilde kitap okuyup dalga sesi dinleyecek ve geceleri sahil boyunda dondurma yiyeceğim...

pazar günü döneceğim ama.. maalesef izin alamadım.. ben olmadan dönmediği için koskoca company :p batar maazallah, ben olmasam... bi koşu gidip gelicem yani..

ama ne koşu.. gerçi starsailor burda santralistanbul'u "way to fall" ile inletirkene burda olamayacağım için üzgünüm ama... yine de kendilerini ayvalıkta mehtaba karşı kulaklıktan dinleyip ayağına vuran dalgalarla şakalaşmak çok da beter olmaz sanki :)

ben gidiyorum kısacası. bi süre buralarda olamayacağım. gerçi bana pek de meraklı olduğunuzu sanmıyorum ama :) varsa oralardan bişi isteyen, tez elden bana mail atsın.. valla 14.00 itibari ile, arasan bulamazsın..

hadi bakayım, kalın sağlıcakla...


18.06.2009

GüNayDıN!

bütün akşam ve gece uyumuşum sevgili blog... hem nası uyumak.. şimdi ise çılgın gibi uyanıkım, mutluyum.. dinlenmişim, iyi gelmiş...
güzel bi gün olsun, bugün... bu yazıyı okuyan herkese iyi şeyler getirsin...
yarın akşam ayvalığa gidiyorum hem, daha nolsun...

gün içinde, ulaşırım ben sana yine; bu böle güsel bi günaydın olsun...
hadi bakalım..
17.06.2009

YoK ArTıK!

sen esirliğim ve hürriyetimsin,
çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
sen memleketimsin.

Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
sen büyük, güzel ve muzaffer
ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin...

Nazım Hikmet Ran


(allam; neler oluyoooor bana, yine neler oluyor kuzum?)

ben isterim ki, her ettiğim kelam yerini bulsun...
okuyucu kitlem olağanüstü bir farkındalıkla çevrili olsun...
ben daha leb demeden çorumla ilgili bilgiler saysın döksün..
çok da uyanık olmasın ama, saklamak istediklerimi de saklayabileyim.
neyse yane..
bu bir göndermedir...
hşşttt!!!! hafiyelik yok!
evden çıkmıyorum günlerdir..
işe gidiyorum bi tek, bi de eve dönüyorum; hepsi bu..
istemiyorum...
evim, huzur garantim..
müziğim, filmlerim,bilgisayarım..
benim dünyam..

bi de geçen gün michael buble ile fingirdedim rüyamda; hayırlara vesile..
dans ederek hem de...
dans etmek istiyorum sanırım; eksik olarak şu ara hayatımda..

kedi dadandı pencereme...
mamaları araklamış içeri girip...
ev arkadaşım sevmiyo kedileri..
bir kedim bile yok şu durumda..
zaten muhtemelen alerjim var kendisine..
olsun; zaten ben, imkansız aşklar için yaratılmışım...

sizler için gelsin o zaman :)


15.06.2009

BriTisH EngLisH

ingilizlerden hiç hazetmiyorum!
o, konuşurken yuvarlayı yuvarlayıveriyorlar ya kelimeleri; ifrit oluyorum!
ne dediklerinin anlaşılmıyor olması bi yana, anlamadığın için sana hödük muamelesi yapan bakışlarından da ayrıca tiksiniyorum...
gözünü sevdiğimin amerikan aksanı ya...

bi keresinde bi arkadaşım, bununla ilgili başından geçen bi olayı anlatmıştı.. bir ingiliz grupla iş yemeği yemek zorunda kalan esas oğlan, ingilizlerin ne demek istediklerini anlamak için bütün akşam mahfolur.. sürekli dikkat kesilmekten, başı ağrımaya fln başlar. en sonunda da dayanamaz, patlar. kendisine soru yöneltip bi de cevabını bekleyen ingilize, son derece soğukkanlılıkla şöle der. "sen türk müsün? adam şaşırır.. soruya anlam veremez elbet.. "hayır...." der, tereddütle... arkadaş devam eder. "ben de ingiliz değilim. o yüzden lütfen yavaş konuşun" ingilizin suratından bir gölge geçer, özür dilerler arkadaştan. sonrasında bütün gece güsel güsel anlaşırlar...
ingiliz manyakları, kendilerinin dünya üzerinde en güzel konuşanlar olduklarına öyle bir inanmışlar ki; sen onları anlamadığın için eziksin. hatta yazıksın.. oha sana, yuh sana... nası bi özgüven bu arkadaşım.. kim kaldırdı ulus olarak sizin totonuzu bu kadar? kelime yuvarlayıcılar sizi! gidin, çift katlı otobüsünüze binin ve kırmızı telefon klübesinde inin.. hadi bakayım...

az önce ofiste yurtdışından gelen bir telefona cevap vermek durumunda kaldım da, üzerinize afiyet.. konu kesinlikle benimle ilgili değil ve telefonu aktarmam gerekiyor. ama adam bi yerde durmadı ki, araya girip de aktarayım. mecburen dinledim sonuna kadar.. e o ingiliz aksanını duyunca da tüylerim diken diken oldu.. bu kadar nefret kustum buraya..

kıssadan hisse: ingilizler ingilizce konuşamıyor..
13.06.2009

ŞüPHe

"demek bıraktın ha sigarayı?"
"tam olarak değil, akşamları içiyorum ama burda içmiyorum gündüzleri"
"e bırakmış olmuyorsun ki sen böyle"
"bayağı azalttım ama..."
"kaç tane içiyorsun günde?"
"en fazla 7 tane, o da alkol alırsam falan"
"alkol haram değil mi?"
"hangimiz değiliz ki?"
"?"
12.06.2009

BeNDeN -1-

*Bence şu hayatta yaşayan en yakışıklı erkek “Tayfun Korkut” tur, aksini söleyen toptur...
*Bence çay açık içilemez, su demli içilebilir.
*Bence kaktüs, en -olduğu gibi olan- çiçektir.. yalanı dolanı yoktur; zordur, dikenlidir...
*Telefonun kapaklısı, kapağın pembelisi favorimdir... bu seriden devam edeceğimdir...
*Esmerden sarışına dönerken, daha az vicdan azabı duymuştum; sarıdan siyaha dönerken duyduğumdan..
*Dişlerimi fırçalayıp yattığım gecelerin sabahında, ağzım çamur gibi uyanıyorum; yatmadan önce diş fırçalamayı sevmiyorum..
*Bence dünyanın en yaşanası şehri Mersin’dir.. ama yaşamadım hiç, emin değilim...
*Bazen karşı konulmaz bi kadın olmak istiyorum, bazense o kadınlığı gömmek derinlere...
*Bence en keyifli istanbul anısı; “rakı-peynir-kavun” dur.. nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsa...
*Bence müzik sihirdir.. doğru müzik, doğru zaman-mekan bileşkesinde; herşeyi yaptırabilir...
*Bence alkol önemlidir.. çok içilmeli, teklifsiz olunmalıdır..
*Bence en güzel dans, “cha-cha” dır... yorulana kadar yapılasıdır...
*Bence en güzel fotoğraf, siyah beyaz olandır..
*Ben erkeğin, biraz göbeklisini severim vesselam...
*Bir insanın hem sesi hem kendisi güzel olursa; kıl kaparım, sittin sene sevmem...
*Tırnakları kısa kadınları sevmem, kadın gibi göremem; kendi tırnaklarımın da bülent ersoyunkiler gibi olmasını severim..
*Bazı anlarda, sigara için ruhumu şeytana satabileceğimi, ciddi ciddi düşünürüm..
*Eskiden gittiğim mekanların, artık bambaşka şekillerde işletiliyor olması; çok canımı yakar...
*Şu hayatta mükemmel olduğunu düşündüğüm yegane kadın, kardeşimdir. Kimse de aksini düşündüremez bana..
11.06.2009

ÇoK NoKTa

nelere alışıyor insan..
neleri benimsiyor..
ama bazı şeyler var ki...
alışılmıyor...



Starsailor geliyor..
Şu hayatta; müziği ayaklarımı en çok yerden kesen grup...
En içim titreyerek dinlediğim grup...
Sesindeki ağlaklığın beni de ağlattığı, yegane grup...

Peki ben onları dinleyecek miyim?
Bu kadar övdükten sonra, orda olacak mıyım?
Hayır!
Neden peki?
Çünkü anneme söz verdim..
Çünkü kardeşim ve sevgilisi ile ayvalığa gideceğim...
Starsailor burda, sahnede canlı canlı “way to fall” söylerden, ben ayvalıkta aile saadeti içinde olacağım..

Yıllardır bekleyip durduğum huzurlu tatili, değişmezdim hiç bir şeye..
Starsailor hariç...
Şimdi yılların hayali, gözüme küçücük görünüyor...
Kalmak istiyorum, o sahnenin önünde olmak istiyorum...

Ama yapamıyorum..
Peki şimdi ne anlamı kaldı istanbulda yaşıyor olmanın, heyhat?
İçim yana yana gideceğim ayvalığa işte...
Ve oralarda, kulaklıktan dinleyeceğim; denize karşı...

“Don't you know you've got your Daddy's eyes?
Your Daddy was an alcoholic”
Bana yaz sevgilim...
Sayfalarca yaz...
Satır aralarında kendimi gördüğüm yazılar biriksin elimde...
Güzelliğimi, özelliğimi anlatan; güzellemeler...
Olmadığım kadar güzel anlat beni.. olmadığım kadar gerçek...
Senin kelimelerin, benim etim kemiğimden daha gerçek olsun..
Sen ne anlatırsan, ben ona inanayım...
Senin dilinden bileyim kendimi, soranlara öyle anlatayım...

Ama gitme zamanı geldiğinde, güzelim kelimelerini silah olarak doğrultma üzerime...
Canımı yakmak için kullanma..
Bilirsin sen beni, ne ağlaktır yüzümün yarısı...
Dayanamaz, dökerim yüzümü oracığa...

Şimdi sev beni, sevgilim..
Kana kana sev; tenimi ayrı, ruhumu ayrı sev...
Sarılmadan uyuma, öpmeden uyanma..

tutarız aklımızda; konuşmadığımız, sınırını çizmediğimiz bir ayrılık bekliyor bizi...
unutamayız..
istediğimiz kadar cenneti yaşayalım şimdi...
bu cenneti kendi ellerimizle sonlandırmamız gerekeceğini biliriz...
zamanını bilmeyiz, konuşmayız...
ben inanıyorum; aynı anda hissedecek yüreklerimiz, ayrılık vaktini...
aynı anda atacak benzer adımları...

ama o zamana kadar sevgilim...
yaz bana...
beni nasıl sevdiğininin kanıtları kalsın elimde..
tenimdekilerin yanına kaldırmak için, başka başka sevmeler ver bana...
her gün başka sev, her an aynı...
sen beni sev sevgilim...
gerisi detay olur...
9.06.2009

...BuGüN...

kahve içeceğim, uzun zaman oldu o makine çalışmayalı....
ayaklarımı uzatıp, sadece müzik dinleyeceğim...
masa lambamı açıp, çok dikkatli bakacağım...
börek yapacağım, nohutlu...
çikolaya yiyip, kendimi memnun edeceğim çok...
kedilere mama koyacağım, sularını tazeleyeceğim..
ayaklarıma masaj yaptıracak, kendime şiir okutacağım...
sırtımı yaslayıp da uyuyacağım..
erken uyuyacağım hem de...
ne olacak benim bu halim; a dostlar?
gözlerim yarım açık, ağzım esnemekten yırtıldı yırtılacak... gözlerimden minik damlalar süzülüyor, her esneme girişimimde...
ofis boş bugün, ses seda yok... iş de az zaten, bütün güne yayma çabasındayım. bu nedenle de şu aralar siestadayım :)
akşam olunca nasıl enerjik oluyorum.. saatlerimiz 12'yi gösterdiğinde bile, bendeki etkisi adeta 8! bi hayat enerjisi ki, sorma gitsin. durum böle olunca, uyuma işi kalıyor gece 1'e, 2'ye.. sonra da sabah, hep aynı nakarat...
şimdi mesela evde olsam.. koccaman yatağımda yatsam, uyusam...
ya da modada olsam mesela... güsel bi kahvaltı etsem, denize nazır.. üstüne kahvemi içsem, sigaram eşliğinde...
ya da deniz kıyısında sere serpe uzansam.. sıcacık kumların üstünde, elimde keyifli bir roman..
ya da iki ağaç arası bi hamak üstünde, rüzgarla bir o yana bir bu yana sallansam... kucağıma bi kedi kıvrılıp yatsa, mesut olsam...
ama burda olmasam ya, burda olmasam!
7.06.2009

GüZeL

bir kadın, ancak çok güzelse; gerçekten güzel bir gelin olur...
içinin güzelliği, dışına vurur...
dışının güzelliği göz kamaştırır...
ben cumartesi gecesi, dünyanın en güzel gelinini gördüm...
ve arkadaşım, kardeşim olduğu için; ayrıca gurur duydum...
gülümsemesi kadar güzel olsun ömrü, ömrümüz...

döndüm...
antalyadan evime; sıcacık konforlu yuvama döndüm!
düğün güzeldi, duygusaldı, görkemliydi...
ama insanın kardeşini evlendirmesi, hiç de kolay değildi...
ağlayamadım bile...
bi ara kınada gözlerim dolar gibi olsa da; gelin hanımın fazla rahat tavırları ve kocaman gülümsemesi, sildi aldı tüm hüznümü... o bu kadar neşeliyken, benim hüzünlenmeye hakkım olmadığını düşündüm...
fazlasıyla geleneksel bir kına organizasyonuydu; öncelikle... otelimsi, motelimsi bi şeyin; bahçe kıvamındaki mekanı ile anlaşılmış, bir bağlama bir klavyeden oluşan müzik ekibi tedarik edilmişti.. biz gittiğimizde zaten çoktan oynamaktan yorgun düşmüşlerdi... ama kına için beklenmiştik yine de.. bizim ayak basmamız ile, kına ekibi hazırlandı.. elimize mumlarımızı aldık, folklor ekibi kıvamında kızımızın etrafında dönme eylemine başladık.. fakat saz ekibi bizim şarkı söylememize fırsat tanımadı hiç.. o detone sesiyle, susmak bilmedi adam.. kız da ağlamadı tabi.. kemalettin tuğcu bile, daha iyisini yapamazdı inanın...
kınanın bitmesi gece 12 yi bulunca, bizler antalyada yer ayırttığımız otele gitmeye üşendik ve kemerde yerel bi pansiyonda kalmaya karar verdik... ertesi gün kız alma merasimi için yeniden kemere gelmemiz gerekecekti çünkü.. nitekim öyle yaptık; o gece kemerde kaldık..
ertesi sabah, erken olmayan bi saatte kız evine gittik. gelin kızımız çoktan kuföre gitmişti. biz de kahvaltımızı ettik ve beklemeye başladık... kuföre kemerde mi antalya da mı gitsek polemikleri neticelendirilemediği için, bütün gün mal mal oturduk; tabiri caiz ise.. ama limon ağacı altına kurulmuş bir masada , ev yapımı limonata içip köpek sevmek, paha biçilemez bi zevkti zaten.. kimse şikayetçi olmadı. gelin kuaförden gelince, koşuşturma başladı... gelinlik giydirilmesi, 6 kişinin senkronize çabaları ile nihayetlendirildi... o işlem bitince de, oğlan tarafı kızı almaya geldi zaten.. bendeniz kapıda dikildim... "aaaa kapı açılmıyo, sıkışmış" diyip de damadı yolmak için.. fakat damat yaman çıktı... pazarlığı 1 kuruştan açtı :) en son artık, gelinin annesinden aldığım emirle, elimdeki 20 küsür lira karşılığına açtım kapıyı.. bi de "kızı çok ucuza aldık" demezler mi? ah annesi öle demeyecekti ki, ben donuna kadar soyardım onu ama.. neyse... gelin odası kapısında kardeşim de bi 60 kaaat tokatlamış kendisini.. yarabbi şükür :)
kız gitti biz kaldık... kuaför derdine düştük bi de.. zaman kıstılı, kuaför az.. bütün gün oturduğumuza yandık.. sonrasında cengaver arkadaşlarca kufaöre götürüldük, özenle geri getirildik. apar topar giyindik, makyajları bile yapmadan yola koyulduk..
anam yol 1,5 saat sürdü.. herkes otele girerken; biz bi de kalacağımız otele, eşya yerleştirmeye gittik. apartopar makyajlar yapıldı, koştur koştur düğüne gidildi.. ama maalesef, gelinle damadın çıkışını kaçırdık.. biz tam kapıdan girerken, star wars filminin müzikleri yankılandı gecede.. "o şarkıyla çıkacam" derdi hep kardeşim. "ilk dansı o şarkıda yapıcam".. ne kadar koşsak da yetişemedik.. girdiğimizde dans ediyorlardı..
düğün boyunca yedik, içtik, eğlendik.. sonrasında antalyanın pek ciks mekanı jolly joker'e bilem gittik... sonra da bayılıp yattık... kuaförde yaptırdığım topuzdan geriye yaklaşık 50 adet firkete kaldı, şaka değil :)
bu sabah da kalkıp, kahvaltı ettik ve tembel tembel bi gölgede sohbet ettik.. denize giresimiz, sıcağa çıkasımız yoktu hiç.. uçağımız da saat 5 te olduğundan, aheste beste havaalanına geldik..
fakat bahtsızlıklar bununla da son bulmadı... yarım saat rötarlı kalkan uçağımız, atatürk havalimanındaki hava trafiği yoğunluğu sebebiyle, yalova üzerinde yarım saat gezinmeye mahkum edildi.. indiğimizde de, yanaşacak apron bulamadık da, yarım saat de uçak içinde bekledik... bir antalya istanbul seferi de böylelikle 3 saat sürmüş oldu..
şimdi yorgun argın şekilde, sadece istek üzerine yazıyorum bu yazıyı.. az sonra yatacağım.. yaşlı ve yorgun kemiklerimin, dinlenmeye ihtiyacı var :)
bi de istanbula gelince, nedense bu şehir beni beklemiş gibi hissettim..kemiklerime kadar içime çektim şehri..
ve bu şarkıyı da, o yüzden seçtim...
keyfiniz bol olsun..
5.06.2009

PaMuK HeLVa



Kendimi yalnız hissettiğim zamanlarda; belki moral vermek açısından kendi kendime, “i will survive” tarzı yazılar yazmayı severim..
Zaten hep yalnız olageldiğimi, bu yalnızlığın beni sadece dirayetli kıldığını kendime hatırlatacak yazılar...
Çamurlu yollarda yaptığım yürüyüşlerden bahseden...
Çamura saplanmalarımdan, bir dala tutunmaksızın çıkışlarımdan çamurlardan..
Bir dahaki sefere; bir de topuklu çizmelerle geçişimi, yollardan..
Ayak izlerimi takip edişimi, kendi kendime konuşur gibi...
Benden başkasının ayak izinin olmayışını...
Yürünemeyecek kadar berbat haldeki yollara,topuklu ayakkabılarım ile dimdik ve sarsılmadan basıp geçtiğimi; geçip gittiğimi anlatan yazılar...

Engebeler ve çamurlar; zor gelse de başta...
Vaad edilen otobanları reddetmenize sebep olabilir...
Korkutabilir fazla kusursuzluk...
Kaymak gibi yollarda, düşme tehlikesi yaşamadan yürümek hayal bile edilemez bişeyken, seçenek haline geliverse; reddedilen seçenek olarak sonuçlanır..
Bu bünye; bunca çamurdan sonra, otobanda yürüyemez...

Son zamanlarda çok düşünür oldum...
Rahat etmek adına verdiğimiz her uğraş, korkak yapmıyor mu bizi?
Kötü hale düşmekten, kötüden korkar oluyoruz..
Öğrenciyken okuldan eve 10 kilometre yürürken misal; şimdi bakkala bile arabayla giden bi neslin evlatlarıyız..
Ve o arabayı kaybetmemek için canımızı dişimize takarız...
O arabanın bedeli 5 panik atak çünkü (bi sigorta şirketi reklam metninden alıntıdır)

Soyutlayacağım kendimi bu aralar tüm bu hayhuydan...
Ne otobanda yürüyecek cesaretim, ne çamurlarda mücadele edebilecek takatim var..
Ben şu aralar bir pamuk helva öbeğinin üstünde takılıyorum...
Beyaz, kocaman bi pamuk helva...
Ne kadar yürürsem yürüyeyim, ayaklarımın acımayacığını bildiğim..
Ne kadar çabalarsam çabalayayım, uzaklaşamayacağım bi pamuk helva...
Konforlu, yumuşak ve doğası gereği sevgi dolu...
Kendime kıysam bile;o bana kıyamadığından, yumuşacık yakalayan beni....
Sadece lunaparklarda vardılar eskiden, şimdi her yerde varmış..
Çok mutluyum...
Bi süre daha böle gitsin istiyorum.
Bi süre daha, çok değil..
Ne olur kimse beni düşünmeye sevketmesin...




efenim bugün Antalya'ya gidiyorum ben...
en yakın, en güsel, en kıymetli arkadaşımın; kardeşimin düğününe...
cuma akşamı kına, cumartesi düğün...

inanması güç..
bekarlığa veda partisini yaptık geçen hafta; kadıköy buddha'da...
kulağına eğilip, "bu mekanda bunları da mı konuşacaktık" dedim..
biz o mekanda ne adamları konuştuk, ne kalp atışları yaşadık yerli yersiz..
o mekana gerek yok gerçi...
neler yaşadık, nelere güldük...
hem ne biçim güldük; o biçim ağladık...

az önce hesap ettim de...
16 sene olmuş; ben onu kardeşim kabul edeli...
üstelik hiç kısa pantalon anımız da yok...
aklın başta olduğu yıllara dair anılar hep..
sonra da bi çıkarımda bulundum, heyhat...

birinden bahsederken, "16 yıllık dostum" diyebiliyorsan; yaşlanmışsındır...

yarının, çocukken kurduğumuz hayaller kadar güsel olsun kardeşim...
güsel kardeşim...
3.06.2009

İzaHaT

sevgili blog: seni bir süredir ihmal ettiğimi; sadece ihmal etmemiş görünmek için saçma sapan şeyler yazdığımı biliyorum. ama bu bi süre daha böle gidecek sanırım. çünkü ben bu yorgunlukla, ancak 10 günde fln toparlanırım.
sevgili okuyucu: haftasonu antalyadayım. cuma akşamı il sınırına girecek, pazar akşamı istanbula döneceğim... hayranlarıma duyrulur :p düğün dernek sebebiyle gidiyorum, tatil değil... geline altınını takıp gelicem :D
dönüşümün muhteşem olacağını umud ediyorum. hayatında bişiler olurken, bi başka şey yapamayanlardanım ben... (misal: sakız çiğnerken yürüyememek, gitar çalarken şarkı söleyememek) o sebepten, zaman veremesem de; sen benim gelip geçmeyecek tek sahipliğimsin der, yerden selamlarım :)
1.06.2009

Şu AraLaR

ne yapmakta olduğum hakkında hiç bir fikrim yok şu aralar..
şuursuzca, ordan oraya sürükleniyorum sadece...
dilim bişi şey söylerken, kalbim başka şey söylüyor..
ve mantığımın temsilcisi dilim; hep kaybediyor...

hayatım boyunca kalbimin sesini dinledim ben..
her tür önemli kararda, içimden geleni yaptım...
hep de zararlı çıktım ama...
hep üzüldüm sonunda..
"bi dahaki sefere, mantığımı dinleyeceğim" dedim hep; sonuç hüsran..

şu aralar da yine akıl ve kalp arasında gidip geliyorum..
ama bu kez aklıma yol gösteren de kalbim..
kendi kendine yeniliyor, ne olursa olsun kaybediyorum...

içimde fırtınalar kopuyor be blog...
kendi sesimi duyamıyorum...
ne zaman gözlerimi kapasam, hep aynı şeyi görüyorum...

aslında sevmiyorum böle yazılar yazmayı..
tahmin ediyorum ki, sen de sevmiyorsun okuyucu..
ama kalbim yaz derken, aklım istediği kadar "sevmiyorlar okumayı, yazma" desin..
ben hep kalbime yeniliyorum..
seni de çığrından çıkarıyorum, biliyorum...
ama şu aralar başka bişi yok aklımda...
ondan yazıyorum..

ama geçecek...
çok yakında bitecek...
sözleştik kalbimle; bana daha fazla eziyet etmeyecek, birazcık yola gelecek...
çok yakında, hepsi geçecek...
 
MüTeveLLi HeYeTi © 2009. BaLıK GöZüNDeN İNeK!