31.05.2009

UyaN...

yalnızlık; paylaşmaya kıyamadığın özelliklerin kadar seninle..
oturup saatlerce okuyup öğrendiklerini birilerine anlatmazsan, yalnızsındır..
saatler süren emeklerini, 10 dakkada başka birine aktarmak kendine haksızlık gibi gelirse; yalnızsın...
senelerdir yalnızım ben.. senelerdir bunun acısını çeker dururum.
sık sık da sölerim; şunu anlayan, bunu bilen birini isterim diye...
farkediyorum ki, ben yapabilirim..
hayatım boyunca herşeyi kendim yaptığım gibi; aradığım adamı da kendim yaratabilirim...

ben yüzlerce kitap okudum sevgilim...
yüzlerce film izledim..
sergilere, konserlere gittim...
işin ustalarından; işin -nasıl-ını dinledim..
ben kendimden küçük bi mükemmel yarattım..

gel şimdi otur karşıma..
hepsini sana en başından anlatacağım...
kendi bildiğimi, sana aktaracağım..
seni bana ait kılacağım..
senden kırpıp yıldızlar yapacağım...
:)
30.05.2009

:D

başka bişi istesem olcakmış :)
27.05.2009

Birthday Wish

"çok güzel bi gündü hayatım, çok teşekkür ederim. ama biraz yoruldum sanırım.. uykum da geldi.. artık yatalım mı?"

diyebileceğim birini istiyorum hayatımda..
mümkünse şu aralar D
lisedeyken, benim için çok çok özel bi şarkıydı bu..
nedense dünden beri aklımda hep..
buldum indirdim, sürekli dinledim bugün...
siz de dinleyin istedim..
ama maalesef adam gibi bi klibini bulamadım. o dönemde klip çekilmemişti bu şarkıya..
görüntüye değil, şarkıya odaklanın; olur mu?

bugün doğumgünüm benim.. yeni gün itibari ile... kutlu mu? bence değil.. eskiyor işte heyecanlar.. yaşlanmaktan korkmak değil.. üzülmek değil.. heyecanlı değilim işte.. her heyecanı, her mutluluğu tükettiğim gibi; bunu da tüketmişim zamanla...
bohem bi şair olup, entel dantel acılarla süslü bişiler yazabilmek isterdim.. ama sanırım o kadar bile önem arzetmiyor benim için.
18 yaşıma girerken Teoman'ı dinlemiştik mesela.. "bugün benim doğumgünüm / hem sarhoşum, hem yastayım / bir bar taburesi üstünde / babamın öldüğü yaştayım" demişti; neşeyle eşlik etmiştik. sanki ne acılara gark olmuşuz gibi.. yüzümüzde çok bilmiş fakat cahil bir ifade ile... o zaman anlamlıydı.. sadece 17 kez yaşanmıştı.. şimdi öle mi?
28 yaşıma girdim bu gece.. 27 yıl yaşadım... 27 kez pastalardan mumlar üfledim.. artık sıkıldım... ama mecburuz işte.. bir ritüel daha gerçeleşsin, açılsın perde, yansın ışıklar.. apansızın gelen pastalara çok şaşıralım.. doğumgünümüzü hatırlayanlara gülümseyerek teşekkür edelim... ve dua edelim ki çabuk bitsin.. kapansın perde, gitsin kalabalıklar...
bir tek dileklerden vazgeçmeyeceğim sanırım. sadece doğumgünü mumlarını üflerken bişiler dilemeye hakkım varmış gibi hissederim.. ve ne dileyeceğim çok aşikar :)
herkese mutlu yıllar...
bak hibe dedim de aklıma geldi...
liseyi bitirip öss ye girdiğim yıldı. öys'nin kaldırılıp, tek sınava geçildiği sene..ilk önce sınav soruları çalınmış ve sınav iptal edilmiş; başka bi tarihe ertelenmişti.. sonra da sınav sorularında ve puanlamada hata yapıldığı sölenmişti. pek çok kişi itiraz etmişti puanlarına. ben etmemiştim. halbuki hata olduğundan emin gibiydim. neyse.. o dönem de annemle babamın ayrıldığı, evde soğuk rüzgarların estiği zamanlar. evde benden başka babamla konuşan yok. ben de daddy's girl olduğumdan, ne yaparsa yapsın severim modunda barışçıl takılıyorum.
sınav sonuçları açıklandığında benim kazanabileceğim yerler, istanbul dışında, pek de parlak olmayan üniversitelerdi. babam benim kendinden uzaklaşmama razı olamayıp beni özel okula kaydettirmeyi önermişti. ben de bu teklifin üstüne atlamıştım. annem yapma etme dese de, özel okulu yazmış ve çok doğal olarak kazanmıştım. fakat kayıt günü geldiğinde babam "kayıt için gerekli parayı toparlayamadım, kusura bakma" deyivermişti.
o gün bakırköydeki galleria'nın önünde, elimde kayıt için gerekli evraklarımla, kaldırıma oturup bağıra bağıra ağlamıştım. "ben şimdi ne yapacağım" diye... adamın biri gelmişti yanıma. gençten, serseri kılıklı bişi. neden ağladığımı sormuştu, yanıma oturup.. benim de şefkate ihtiyacım olsa gerek ki, herşeyi anlatmıştım adama.. hiç unutmuyorum bana "benim kenarda birikmiş o kadar param var.istersen getireyim hemen" demişti. o kadar samimi ve gerçekti ki... denizci olduğunu sölemişti. denizciler çok kazanır, o zamandan bilirdim...
alamadım tabi parayı, alamazdım.. ama o adamın yüzünü hala unutmadım. bana bir iyiliği dokunmadı neticede. ama teklif ettiği şey, 17 yaşında bi kız çocuğunun gözyaşlarını dindirmeye ve kısa süreli de olsa mutlu etmeye yetmişti...
hayatta böle insanlarla karşılaşma olasılığımız çok az biliyorum. ama artsın istiyorum. kabul etmeyeceğini bile bile de olsa; ya kabul ederse olasılığını da göz ardı etmeden, tamamen karşılıksız, birini mutlu etmek; insana neler hissettirir acaba?
işte hayata böle lezzetler lazım :p
biri bana 2 bin lira hibe edebilir mi?
tüm borçlarımı öder, kendi yağımda kavrulur hale gelirim. söz bi daha da ayağımı yorganıma göre uzatırım..
valla :)


ps: hibe dedim, borç değil...
Ben..
Sinirlenmeden...
Kırıcı şeyler söylemem...
Sinirlendiğimdeyse...
Söyleyene kadar farketmediğim gerçekler..
Acımasız gerçekler..
Dökülür ağzımdan teker teker..
Gerçeği bir kere keşfedersem...
Geriye dönemem..
Mayıs, en sevdiğim ay.. hem baharın müjdecisi, hem de benim doğduğum ay...
ikizler burcuyum bendeniz, yükselen burcum da ikizler üstelik. ikizler burcunun sözlükteki karşılığıyım :)
pek seviyorum burcumu ve bana getirilerini... gurur duyuyorum bir ikizler kadını olmaktan... bununla ilgili biraz bilgi derleyip, toplama bişiler yazma amacıyla yaptığım gugıl araştırmasının, daha ilk ayağında bulduğum uzun sayılabilecek bir yazı; anlatamak istediğim herşeyi anlatıyor. buyrun, burdan okuyun...
ben dahil tüm ikizler kadınlarını da sevin...
haydi bakayım, sağdan sağdan :D



İKİZLER KADINI
Bu burcun kadınları çok yönlü, son derece ilgi çeken cazip tiplerdir. Tıpkı erkekler gibi onları da anlamak kolay olmaz.
Zeka ve hareket yıldızının idare ettiği bu kadının kafası fevkalade çalışır. Hem o,burcun erkeğine nazaran daha sebatlı, daha hırslıdır. Bağımsızlığına düşkün olduğu için de kendisine bir iş veya meslek seçer. Bu onun hem zevk alacağı hem de para kazanmasını sağlayacak bir konu olacaktır. Zekası sayesinde fırsatları çabucak değerlendirerek yükselir. Tatlı dilli olan bu kadın istediklerini de kolaylıkla yaptırılabilir.
BİLGİ
İkizler burcu kadınının hayatı sadece işinden ibaret değildir.Kadın, işten çıkar çıkmaz değişir. Tamamıyla bambaşka bir insan olur. O aynı zamanda iyi bir eş, bir ev kadını ve şefkatli bir annedir. Bu arada bir hayli de bilgili ve kültürlüdür.
SEVGİ
İkizler burcu kadını, çok genç yaşlarda aşık olur. Daha doğrusu aşık olduğuna inanır. Bu ilişki uzarsa kadın sevmediğini, sadece beğendiğini anlar. Fakat ilişkinin başında evlenmesi de kabildir. İster mutlu bir evlilik geçirmiş olsun, ister hiç evlenmemiş olsun; bu tip kadınlar sevgi konusunda ihtiyatlıdırlar. Çabuk beğenip kısa süre sonra bıkacaklarını bilirler; ancak zamanla olgunlaşırlar. O vakit hislerini daha iyi anlama imkanını da elde ederler. İkizler burcundan doğan kadın beğendiği, hoşlandığı bir erkeği zekası sayesinde çok kısa süre içinde kendisine bağlar. Beğendiği bu erkeğin karakterini anlamak için ona yaklaşır. Genellikle bu çok zeki, anlayışlı ve bilgili kadın herkesi kendisine layık görmez. Erkeği bir süre inceledikden sonra karar verir. Kadın kendisine layık görmediği erkeği başından atmak için onu tenkide başlar. Kadının ilgilendiği erkek kişilik sahibi, akıllı ve karşısındakinin hislerini tahlil edebilen bir tipse, hemen karşılık verir. O da kendi usullerince ikizler burcunda doğmuş kadına haddini bildirir. Bunu yapabilecek erkeklerinde genelde Kova Burcundan çıktıklarını da belirtelim.
İNANILMAZ BİR CAZİBE
İkizler Burcunda doğan kadında inanılmaz bir cazibe vardır. O üstün zekası, tatlı sözleri ve daha bir çok özelliğiyle en erişilmez sanılan erkekleri bile kendisine bağlayabilir.
PARA
İkizler burcu erkeğinin aksine, bu burcun kadını paraya önem verir. Onun için para gereklidir. Çünkü para bağımsızlığı, rahatı, şıklığı, türlü imkanı temsil etmektedir. İşlerinde kazandıkları para yeterli olmasada cazibelerinden yararlanarak zenginbir eş bulmaya çalışırlar. Çoğu da bu arzusuna kavuşur. İkizler burcundan olan ve çoğunluğu oluşturan diğer kadınlarda zenginliğin iyi birşey olduğuna inanırlar. Bu tip sahiden aşık olursa hisler galip gelir ve kadın hiçbirşey düşünmeden evlenir. Ama o azimli, kafalı, ileriyi gören fırsatları değerlendiren bir insandır. Onun içinde bütün gücüyle eşine destek olur, onun hayatta yükselmesine yardım eder.
TOPLUM
İkizler Burcundan ola kadın, toplumda çok beğenilip ilgi toplar. Çok hareketli olduğu için iş ve evlilik hayatını bir arada yürütebildiği gibi kendisine ayıracak zamanda bulur. Bu tipler şık ve kibar kadınların toplandıkalrı klüplere üye olurlar. Ayrıca hepside tatlı dilli, konuşkan, neşeli, zarif ve yeni durumlara uyabilen tiplerdir. Bu tip bir kadın evliyse diğer kadınlar kendisiyle çabucak samimi olabilirler. Onunla dostluk kurar, kendisinden fikirler alır ve dertlerini açarlar.
İkizler Burcundan olan bekar veya evli kadınlar biraz havaidirler. Güzel sözler duynmakdan ve iltifattan zevk alırlar. İkizler burcundan doğan kadın çevresine, dostlarına, ahbaplarına ve eşine kolaylıkla uyar. O uyumlu bir hayat sürmeyi arzu eder.
YUVA
Yuvalarını severler ancak onlara tam anlamıyla "Ev Kadını" denemez. Zira bu tipler ev işinden nefret ederler. Bu tip, monotonlukdan sıkılır, onun için eve kapanıp kalmak hiçde ona göre değildir. Kadın evde kalmak zorundaysa kendisini oyalayacak birşeyler aramaya başlar.
YOLCULUK
Değişikliği ve dolayısıyla yolculuğu çok sever. Kara ve deniz yolundan çok uçmayı tercih eder. Çok hareketli olduğundan kısa zamanda birçok yeri gezmelidir. Burcun erkekleri gibi çift fikirlidirler. Ama onlar daha mantıklı ve ölçülü davrandıkları için heran karar değiştirmezler.
ÇOCUKLAR
Çocuklarına düşkündür, fakat doğum anında Venüs veya Ay parlamamışsa çocuklarını pek de anlayamaz. Tatlı dilli ve güler yüzlü olmakla beraber çocuklarınn arzuları, kaprisleri onu şaşırtabilir. Birkaç tatlı sözle küçükler üzerinde otorite kurabilir. Ama yinede bu tipin Boğa veya Yengeç burcu tipi kadar şefkatli olamayacaklarını da belirtelim.
ciddi problemlerimiz var seninle..
artık yollarımızı ayırsak mı diye düşündüğüm bile oluyor...
cesaret edemiyorum..
sana bağlandığım bi gerçek..
yıllardır sensiz bir gün bile geçirmedim, sensiz nasıl yaşanır bilmiyorum..
bu yaşadığıma da seninle olmak diyemiyorum..
gün geliyor saatler geçiriyoruz beraber...
nasıl geçtiğini anlamadığım, muhteşem saatler.
gün geliyor, olamıyoruz beraber bir dakika bile...

bak yine yoksun işte..
5 saat geçirdik bugün zamansız diye...
gün ortasında, adetimiz olmadığı üzere buluştuk gizli saklı diye..
cezalandırır gibi beni; gittin..
gidiş o gidiş...
saatlerdir seni bekliyorum..
üstelik yarın için ihtiyacım varken sana..
sensiz gelecek bir yarından bana hayır gelmeyeceğini bile bile...

gidemiyorum buluşma yerimize, gelişinin yaklaştığını hissetmeden.
o yer sensiz çok büyük ve sıkıcı...

beni kendine bu kadar bağımlı yapıp, sensiz bırakmak..
yakışıyor mu sana?

ben seni bekliyorum..
gel diye yazıyorum...
herkes duysun diye..
seni çok seviyorum..
gel artık :)
SEVİYORUM

bir gün Mersin' de yaşama hayallerimi...
Mersin' i..
operayı...
siyah beyaz, -güzel kadın- fotoğraflarını..
Nicholas Anelka' yı..
tırnaklarımı..
kendimi güzel hissettiğimde, güzel olduğumun sölenmesini..
incecik kadehleri...
şarabı...
terasından deniz görünen evleri...


SONUÇ

mersinde; terasından deniz görünen, duvarlarında siyah beyaz güzel kadın fotoğrafları asılı bi evde, opera dinleyerek, incecik kadehlerden şarap içerek, uzun tırnaklarım ve olabilecek en güzel halimle,nicholas anelka ile yaşamam lazım benim...


ÇELİŞKİ

hadi buyur...

hayvanlara bayılıyorum ben.. bilen bilir, iflah olmaz bi hayvan seviciyimdir.. gerçi böle söleyince, sanki ölü sevici gibi oldu; hyk! yok.. bildiğin hayvan sever diyelim. ama hakkaten sever. yani öle "aman da ne tatlıymış, tut ablası yaklaşmasın" diyenlerden değilim. sevgi dokunmaktır derim, iki elle dalarım... parmaklarım o kürkün içinde gezinmedikçe, o ıslak burun yüzüme değmedikçe, üstüm başım tüy olmadıkça; hayvan sevmiş sayılmam... sevdim diyeni de ciddiye almam..

çantamda mütemadiyen kedi maması taşırım mesela. ormanda kaybolma riskine karşı ekmek ufalayan hansel ile gratel gibi, geçtiğim yerlere birer avuç bırakırım. maksat sokak kedileri mutlu olsun, karınları doysun, damakları bayram etsin.. kapının önüne su koymaya çalışıyorum, kalmadığını gördükçe. sağolsunlar bu konuda çok suyarlı komşularım var. kedilerin maması da suyu da hep var. işten dönerken bakıyorum. eğer kalmadıysa suları, mamaları; o defa da ben koyuyorum.

kediler apayrı elbet. lakin sokak köpeklerine ayrı zaafım var benim.. o kocaman cüsselerine, pek çok kişiyi ürkütebilen heybetlerine rağmen; "hanimiş bu oğlancık" dediğim anda kıçlarını kıra kıra, kuyruklarını sallaya sallaya, kulaklarını geriye yatırıp yanıma koşmaları yok mu? kafalarını sevmek, kulak arkalarını kaşımak; onları dünyanın en mutlu köpeği yapabilir o anda. üstelik bunu da hissettirirler sana. başını kucağına koyar, patisini omzuna koyar fln. dokunur sana, sarılır kendince..

ahhh ahhh, en son modada sevmiştim bir sokak köpeği. gecenin köründe, modadan kadıköye doğru gider iken, gördüğüm sokak köpeğini çağırmıştım da; oturup yere dakikalarca oynaşmıştım hayvanla.. yanımdaki kişi bile, ki kendisi çekinir özellikle büyük sokak köpeklerinden, iki sevmişti kafasını.. o kadar canayakın, o kadar tatlı bi hayvandı. bak şimdi nası canım çekti ya. olsa da sevsek di mi ama?

20.05.2009

yok

içimde bir yer, öyle bir acıyor ki...
tarifi yok, devası yok..
dönüşü yok..
keşke merakıma bu kadar yenik düşmeseydim..
keşke görmeseydim...
ben bu saatten sonra, eski ben olamam istesem de...
senin için bişi yapcam ben..
19.05.2009

Kıyamadım..

sevilmeyi seven kadınlar; her türlüsüne bayılırlar, sevilmenin..
herkesin kendine göre bir sevme biçimi vardır, bilirler..
herkesi kendi içinde değerlendirir, kıyaslamazlar..
her bir sevenin ayrı hikayesi kalır, kalplerinin bi köşesinde..

kendilerini sevdirmek için, ellerinden geleni yaparlar..
sevilmeden nefes alamazlar..
kalpleri çarpmaz gibidir.. hissetmezler, yaşadıklarını..

bencil olurlar..
sevilmek için, olmadık vaatler vermekten çekinmezler hiç...
sevilince, uyuşturucu verilmiş bağımlılar gibi bakarlar hayata.
huzurlu, mutlu, ayakları yerden yüksek..

genelde sevmeleri gerekmez, sevilmeyi talep etmeleri için..
kendilerini sevebileceğine inandıkları herkesi yanlarında isterler..
sevmeseler de, bırakmazlar...

ama bazen; çok nadiren...
istemezler sevilmeyi..
kıyamazlar kendilerini sevdirmeye...
kıyamazlar, karşılarındakine..
onları sevmek meşakatli mesaidir, bilirler..
isteyemezler, iterler...
sevilmeyeceklerini bildikleri halde..
nefessiz kalacaklarını bile bile..
kalplerinin atışını hissetmemeyi göze alarak..

giderler..
alışıktırlar gitmelere..
direnmiştir o can ne bitmelere..
giderler..
alışıktırlar gitmelere..
gerek yoktur isyan etmelere...

giden olurlar bu kez..
yazık eden olurlar..
acıtan konuşmalar yapan olurlar..
kıyamadıklarından sırf...
ayrı bildiklerinden..

dönmezler sözlerinden..
yalnız uyurlar..
yalnız uyanırlar..

göğüslerinin sol yanı sızlaya sızlaya...
nefesleri tıkana tıkana..
dinlerler, ne çok yaktıklarını canı..
edemezler tek kelam..
yapma diye yalvarırlar...
kulaklarını tıkayamadan, sözlere; gözlerini kapayamadan, sözcüklere..
dinlerler...

kıyamadıklarından sırf..
ayrı bildiklerinden..
ayrı kalsın diye...
şimdi acısın canı da, kötü bilmesin kendilerini diye kıyamadıkları..
kıyamadıklarından..
giderler..
susarlar..
iterler...
dönmezler sözlerinden...

yeniden nefes alana kadar..
tek kelam etmezler...
ve evet, ertesi gün çalışmayacak olmanın bazı zararları olmuyor değil bünyeye...
saat tam 4..sabahın dördü...
nil'den evlenmek gerek çalıyo, ben twitter'ı keşfediyorum.
niyeyse...
akıl fikir, zarar ziyan...
müzikle çok haşır neşir insanlardanım ben. her meramımı müzikle anlatabilme yeteneğim vardır. "yaz desen yazamam ama burda yazılmışı var" diyerekten; hislerime tercüman olan bi şarkı bulup çıkarıveririm genelde.
pek çok kişinin de böyle olduğunu düşünüyorum aslında. sadece farkında değiller henüz :)
küçüklüğümden beri; -bi çeşit- şarkılar, içerden yakalar beni. ne çeşit demeyin; bilmiyorum. samimiyet kokusu aldığım belki. belki çok hareketli bi müziği olduğu halde, büyük acılar anlatan şarkılar. ya da masumane aşk şarkıları.. "öle aşığım ki, kan kusuyorum" fln tadında olanlar değil..
işte böle şarkılardan birini ilk dinlediğimde uyanmıştı, şimdi bahsedeceğim his. koşturararak annemin yanına gitmiş, şarkıyı dinletmiş ve "anne bak; bi gün biri benim için böle bi şarkı yazacak" demiştim. annem tabi güsel kızım neden olmasın kabilinden bişiler mırıldanmıştı..
o şarkı işte budur..




Shaggy - Angel








sonrasında benzer hisleri başka bi şarkıda daha hissetmiştim. o da bu..







Dante Thomas - Miss California


cumartesi gecesi; yıllardan sonra bir kez daha hissettim bunu.. bir şarkı daha yazdım beklentilerime. o kadar içen, o kadar masum, o kadar güsel ki... bayıldım..

buyrun bu :





Eurovision Winner 2009 Norway - Alexander Rybak - Fairytale

bak görürsünüz; bi gün biri benim için böle bi şarkı yapacak!

:D

17.05.2009

ÖzeT

ne güseldik be gençken..
inanıyoduk herşeye.. en çok da kendimize.. önümüzde durabilecek kimse yoktu. ne istersek yapabilecek kadar güçlü, herşeyi bilecek kadar akıllı, en büyük acılardan sağ çıkmış kadar olgunduk.. cesurduk bi de. mühim olan da bu değil mi zaten; istemek başarmanın yarısı değil mi? çok istiyoduk, başarmış sayılırdık...
ama hayat öle bi terbiye diyo ki insanı, sustalı maymuna döndürmek derler ya; aynen öle.. kafana vura vura, ezber ettiriyor; duvarlara çarpa çarpa, sınırlarını belletiyor. kalksa bile o sınırlar, asla geçmeye yeltenmiyorsun bi daha. hep olduğun yerde, bi sağa bi sola.
sonra "bi tek adım atsan, ne kadar kolay olduğunu göreceksin. biraz cesaret et.. yapabilirsin" diyenlere; henüz yaşamadıkları için acıyarak ve yaşamadıkları için özenerek bakıyorsun. anlatamıyorsun.. hayatı boyunca kola içmiş birine; asit ortak paydasından yola çıkarak, birayı anlatabilir misin? anlatamıyorsun.
susuyorsun...
susuyorum...
benimki; denenmiş bi yenilgidir.
yenilmeyi istemektir, yenilmesinler diye...
yenilgileri geciksin diye..
eurovision izliyorum.
yine, sanırım herkes gibi; en çok türkiyenin performansını beğendim...
kötü de deseler, yorgun/detone de deseler; en iyisiydi çıkanların yahu..
bi de moldovayı beğendik biz; ahali olarak...
almanya da fena diildi...
sanırım favorilerim bu şekilde sıralandı...
artık aralarında paylaşsınlar birinciliği fln..
ben karışmam :)

"hadise bizi diskoya götür"

:D


EDIT: seneye bizden "murat boz" katılsın yarışmaya. spor salonu şeklinde dekor yapılsın. yarı çıplak şekilde ağırlık kaldırıp, şarkı sölesin.
bu yarışmanın bile kaderini, kadınların beğenileri belirliyor arkadaş.. şaka gibi ya...
yoksa tahminlerimde yanılmış olmama duyduğum hayal kırıklığı değil bu.. hıh!
yıllardır ER izlemiyodum lem blog...izliyorum şimdi, neler neler olmuş yaw...
bi de mc donaldstan sipariş verdim yıllar sonra, geldi, yedim, çatlıcam..
yıllardır ,ki bak bu hakkaten gerçek, yıllardır koku almıyodum ben.. şimdi alıyorum... bu sabahtan beri.. eve aldığımız koku giderici camdan dekoratif şey kokuyomuş :) ben kazıklandığımızı düşünüyodum...
demek ki neymiş, bugün değişik bi günmüş...
bi de eve gelirken terlemekten kilo kaybettim.. o kadar sıcaktı ki.. ama evin içi buz gibi... tuzla buz olacaz bu gidişle.. çöldeki kayalar gibi. onun bilimsel bi adı vardı. gece ile gündüz arasındaki ısı farkı kayaları parçalayıp kuma dönüştürüyodu. amaaan, kime ne zaten.. neticede dışarısı çok sıcak ama bizim ev çok soğuk.. bak böle anlatınca da herkes anladı..illa uzatıcan lafı.. derdim ne, anlamıyorum..
sen gel de bi koklayayım seni bakayım..
Ben işim gereği, bir önceki günü çalışırım hep. Yani dün yapılan işlemler, bugün tarafımdan halledilir. Bugün de yaptığım işlere tarih atarken 15.05.09 yazdım ve ani bir FlashBack ile sarsıldım.. bundan tam on sene önce, ilk aşkımla tanışmıştım. O zamanki ajandama yazdığım yazı, kelimesi kelimesine aklımda..15.05.99 tarihi ile... dile kolay, tam on sene...
6 haziranda en yakın arkadaşım evlenecek, antalyada. Ben de ailemle birlikte 5 haziran gecesi antalyada olacağım. Nikah için gün alınırken 19 mayıs istemişlerdi en başta. Hem tatile denk gelir, davetliler de tatili birleştirip fırsattan istifade, denize fln girerler diyerekten. Ben tarihi öğrendiğimde, ilk aşkımı aramıştım.. o da antalyada yaşıyor çünkü. Demiştim ki “15 mayısta orda olacağım ben. Annemler arkadan gelecek, bi otelde kalacağız. Ama 15’i gecesi tek başıma geleceğim ve beni karşılamanı istiyorum.” Kısa bi suskunluk olmuştu aramızda. Benim kafamdan geçenler, onun kafasından da geçti o anda. O zaman kader demiştim. Tam onuncu yılımızda, bizi yine bir araya getiriyor. “bakalım” demişti. “daha çok var mayısa” nitekim düğün tarihi değişti ve ilk aşkım da askere gitti. Onuncu yılımızda beraber olamadık ama, olabileceğimiz ihtimali ikimizi de sarstı. Aradan geçen 9 senenin ardından, nasıl bi alışkanlıksa, ilk gördüğün anda aynı şekilde bakabiliyorsan gözlerine ve yanyana yürümeye kalktığında, elin otomatik olarak buluyorsa onun elini.. üstelik aynı yamuk tutuşla.. 9 yıldır görmediğin arkadaşı sizi elele gördüğünde, bunca zaman sonra “şaşırmadım ama özlemişim sizi” diyorsa.. aradan 10 sene geçtiğinde de bilirsin ki, değişmez hiç bir şey. Onuncu yılda beraber olamadık belki ama, daha önümüzde uzun zaman var. Hiç bir şeyi sınırlamadık biz şimdiye kadar. Hiç bi şeyi kalıplara sokmadık, söylenenleri duymadık. Biz bu sayede 10 sene sonra hala birbirini bu kadar seven bi çift olduk..bundan sonrası için de kim ne derse desin, ne ben seni çıkarabilirim hayatımdan, ne sen beni.. orda kal isterim hep, sürekli değişen sıfatlarınla.. aynı kalan bi tek yıldıztozum olmak kaydıyla...
15.05.2009

CaNDıR ÇeKeR

şöle bol acılı bi çiğköfte olsaydı da yeseydim yahu.. nası canım istedi bak şimdi, sabah sabah :)
üstüne de limonlu cheesecake :)
zaten sanırım şu hayatta en sevdiğim yiyecek, limonlu cheesecake...
biraz midesiz bi tercih oldu sanırım; çiğköfte üstü cheesecake ama, sigarayı bıraktım ya, gözüm döndü... sürekli bişiler yemek istiyorum...
nolcak benim sonum, bilmiyorum..
ıkına sıkına verdiğim kiloları da geri alırsam; atarım kendimi yukarı, vurgun yerim yeminlen....
!'^+%&/()=?_
13.05.2009

VeDa

ellerim titriyor, hiç bişi eskisi gibi olmıcak.. bu verdiğim en zor karar belki, ama mecburdum biliyorsun. bana daha fazla zarar vermene göz yumamazdım.. seninle yollarımızı ayırmak zorundaydım. sağlıklı gitmiyordu ama ayrılamıyorduk da.. bunu yapmak da bana düştü. ben bırakmış oldum seni.. öyle olsun, ben bıraktım seni. hoşçakal...


burdaki şarkıyı kaldırıyorum çünkü her açtığımda kendiliğinden çalmaya başlıyodu. uyuz oldum. demek ki neymiş, otomatik açl seçeneği işaretlenmeyecekmiş :)
sevgili SeMe'nin yazısı ilham verdi bana...
güne dair kırgınlıklar, kızgınlıklar, acılar; o günle beraber kapanır gider aslında..
sadece kinci yürekler taşır yeni güne..

çok sevdiğim bi yazar var benim. şarkıcı da kendisi... aslında pek çok kişi onu şarkıcılığı ile tanır da kitabı olduğunu öğrenince pek şaşırır.
Umay Umay..
edindiğim ilk kitabı "Orospu Kırmızı" idi. çok etkilenmiştim..
hemen ardından "34 U 442 Veda Busesi" adlı kitabını edinmiştim. gerisi geldi sonra..
o kitaplardan birinde, emin olamıyorum hangisi olduğundan, bir cümle geçer...
"Uyurum ve Herşey Geçer"

ve ben de..
uyudum ve herşey geçti...

dün kötü bi gündü aslında ama artık hastalık ve hastane dialogları yazmaktan sıkıldığım için yazmadım.
kötü bi gündü ve ne kimseyi görecek ne kimseyle konuşacak halim vardı..
uyudum ben de.. iyileşmeye yatar gibi, yaralarımı yalar gibi; uyudum...

bugün daha iyi..
ne olanı değiştirmeye kudretim olduğunu sanacak kadar gencim; ne gücümün yetmeyeceği şeyleri hayal edecek kadar toy..
olanı -başımızla beraber- taşımayı öğretmiş bize hayat.
ve ben, enteresandır; uzun zamandır hiç bir şeye 1 günden fazla üzülmüyorum.

kayıplar, acılar, yaralar...
korkmuyorum..
çünkü biliyorum ki;
uyurum ve herşey geçer...
hani bi hikaye vardır.. kral kızlarını toplar ve onlara kendisini ne kadar sevdiklerini sorar. verecekleri cevaba göre, kızları arasında mal paylaşımı yapacaktır. kızlardan en büyüğü "dünyalar kadar" der. ortanca olanı "canım kadar" der. en küçük olanı ise "tuz kadar" der. kral çok sinirlenir, kızını huzurundan kovar ve hatta evlatlıktan fln reddeder..
fekat gün gelir, devran döner. kral; bu küçük kızının evine, yemeğe konuk olmak durumunda kalır. küçük kız da babası için hazırladığı yemeklerin hiçbirine tuz koymaz. kral yediği yemekleri hiç beğenmez ve hatta kızının suratına sölemekten de çekinmez.
kız da, " bi zamanlar seni tuz kadar sevdiğimi sölediğim için beni evlatlıktan reddeden sen, şimdi yemeklerde tuz olmayınca beğenmiyor musun" diyerek; taşı gediğine koyar.

benim de hikayem biraz buna benziyor. biri kalkıp en gerekli uzvun hangisi dese; beyinden kalbe, geniş bi yelpaze sunarım kendisine. burun demek aklıma bile gelmez. ama şimdi; bu çok önemsiz gibi görünen organımın işini yapmıyor olması ile farkettiğim gerçek; vücuttaki en önemli organlardan biri olduğudur. sadece koku almakla kalmıyor, tat da alıyor, nefes de alıyor bu burun denen meret.. hele bi de sürekli yanmayan veya kaşınmayan bi burnunuz varsa, şanslı çoğunluktasınız demektir.
bi gün biri size "beni ne kadar seviyosun"derse, burnum kadar diyin; he mi?
12.05.2009

NiHaYeT

evime internet bağlandı sonunda :) o kadar mutluyum ki blog kardeş... artık iş yerimde bi gören olacak diye sana kaçamak bakışlar atmaktan kurtuldum.. gönlümüzce bakışabilir, hatta abartp yazışabiliriz :)
eki eki :D
Pek çok kişinin, havaların ısındığı şu dönemde yazla ilgili planları oluşmaya başlamıştır herhalde. Deniz-güneş-kum hayalleri, açık ara öndedir diye düşünmekteyim. Ama aranızda alternatif tatil fikirleri geliştirenler de olabilir..

Turizm piyasasında dirsek çürütmekte olan bendeniz, algıda seçicilikten olsa gerek; insanların genelde güney yörelerinde herşey dahil tatillere prim verdiğini gözlemliyorum. “baştan parasını verelim. Yemesi ,içmesi, alkolü fln; hep bedava olsun. Daha da tek kuruş harcamayalım. Süpris masrafımız olmasın” düşüncesi ile hareket eden pek çok kişi, tur operatörelrinin kapısını aşındırıyor. Aslında mantıklı ya.. valla bak. Baştan gecesine 120 lirayı ver, daha da elini cebine atma. Zaten tesisler o kadar büyük ki, dışarı çıkma ihtiyacı bile hissetmiyosun hiç. Aradığın herşey orda zaten var. Hem de ücrete dahil. Daha ne olsun, di me ama?

Fakat benim yazdan ve dolayısıyla tatilden anladığım biraz farklı. Bence tatil, dinlenmek için gidilen yerdir hacım. Yani kalabalık bi havuza girmek ya da kaydırak sırası beklemek; benim tatil anlayışıma uymuyor. Şöle sessiz sakin bi yer olcak bi kere. Hatta tek olsan, daha da süper ama artık pek mümkün değil öle yerler bulmak. Etrafta bağırıp koşturan çocuk ve teenager olmasın da..beklentilerimizi aşağı çekmeyi öğrendik.. :D Sonracııma kumsalı olsun, gideceğim yerin. Denizinde börtü böcek olmasın. Suyu da çok soğuk olmasın ayrıca. Zaten sevmem suyu. Ancak sıcaktan bunaldığımda, serinlemek için, bi çimer gelirim; hepsi bu. O su da soğuk olursa, yanar kavrulurum sıcaktan heralde. Kaldığım yer kesinlikle pansiyon vari bi yer olmalı. Misal, akşamları çıkıp bi izbe balık lokantası bulmalı, ya da keyfime göre karpuz fln yiyebilmeliyim.. önünde çimelik bi alanı olsun ki, ayaklarım toprağa değsin bi de. Mesela iki ağaç arası, bi hamak. Elde buz gibi limonata, kucakta kitap. Bi uyu, bi uyan. Fonda dalga sesleri... giderken bi kasa şarap götürmeliyim. Her akşam, yemekten sonra; açmalıyım bi şişesini. Sessiz sakin, tek başıma denize baka baka içmeliyim. İster denizi dinlemeliyim, ister ruhumun müziğini.. sıkılmalıyım, okumalıyım, içmeliyim, dinlemeliyim.... ama konuşmak zorunda kalmamalıyım. İstersem iletişim kurmalıyım sadece.

Bol okuyarak, bol içerek ve bol uyuyarak geçirilen bi tatil; insanı gerçekten dinlendiren yegane şeydir sanırım. Yüksek sesle müzik yayını yapılan “beach” ler ya da adım atmaya yer bulamadığın havuz kenarları değil. Açık büfe yemek verilen, gözünü doyuramadığın için her şeyden aldığın ve sonra pişman olduğun akşam yemekleri de değil.. havlunu serecek yer bulamadığın, dahası animatörler tarafından yalnız bırakılmadığın deniz kenarları hiç değil..

Benim yazdan anladığım budur ve bu yaz bunu yapacağımdır! Üç seneyi doldurduğum çalışma hayatımda, iki kere birer haftalık yaptığım tatiller; beni tatile doyurmadı. Bu sene, tek başıma ve istediğim yere gideceğim; tam da anlattığım tatili yapacağım... itirazı olan :D
8.05.2009

KomPeLa PoLLy

Yaşı müsait olanlar hatırlar.. Steve Kompela diye bi futbolcu var idi. Gaziantepspor adlı güzide futbol klübümüzde top koştururdu kendisi. Çok tatlı, zenci mi zenci bi insan evladıydı. Onu sevimli bulmamızın sebeplerinin başında; kırık bir türkçe ile konuşması, çok çok konuşması ve insan ilişkilerinin çok kuvvetli olması gelirdi. O dönemlerde Fenerbahçe' de oynayan Emre Aşık ile, akıllardan çıkmayan bi sohbetleri de olmuştu hatta. Başlık da orda esinlenilmiştir.
Beraber çapkınlık yapmaya ikna etmeye çalılıyordu Emre, Kompela'yı; kameralar karşısında. "Bara gidelim gece, senin kızlarla aran iyidir. Eğleniriz" fln diye. Kompela da buna yanaşmıyor, bozuk türkçe ile karşı çıkıyordu. Ve işte Emre orda, senelerce akıllardan çıkmayan cümleyi çıkarmıştı ağzından. “arkadaş arkadaşın kompelasıdır” kameraman ve etraftakiler gülmekten kırılmış; zavallım kompela ise anlamadığı için neler olduğunu, mel mel bakmakla yetinmişti. Ordan biri, atasözünün aslını söleyip durumu açıklayınca da, kompela aylarca televeoleye vtr olarak gösterilen meşhur sözü sölemişti. “Emre bana pizivink dedi” :D
İşte şimdi ben de boyuma posuma bakmadan; bir kompelalık yapma niyetindeyim. Yarın akşam, liseden beri görüşmediğim fakat 2-3 ay önce facebook sayesinde bulduğum arkadaşım ile, ofiste beraber çalıştığım arkadaşlarımdan birini tanıştıracağım. Hayatımda ilk defa, böyle bir şey yapmaya niyetlenmiş bulunuyorum ve sanki tanışacak olan benmişim gibi heyecan bastı dört bir yanımı :) Üstelik kızın bundan haberi yok .. umarım yarın yüzüme gözüme bulaştırmam be blog.. ben istiyorum ki, mutlu olsun insanlar... aşık olsunlar, sevsinler birbirlerini... ne iyi insansım, di me :)
:p
7.05.2009

EsKi

Üniversitede okurken, konuşabildiğim insan sayısı fazla değildi pek. Sınıf arkadaşlarımın çoğu doğudan gelmiş insanlardı. Edebiyatla, ilgileri olsa bile, haşır neşir olmaya fırsatları olmamıştı pek çoğunun. Aralarında bir kaç istisna vardı elbet. Ama nedense doğulu-batılı ayrımı; bizim sınıf için de geçerliydi. Istanbul, izmir gibi şehirlerden gelenler; ankaranın doğusundan gelen insnalarla muhattab dahi olmazlardı. Bir kamplaşma, bir gruplaşma. Asla birbirini kollayan bi sınıf olamadık, sırf bu yüzden. Ama ben yapmazdım. Yapamazdım, çünkü ben üniversite hayatının ne kadar zor olduğunu yaşayarak öğrenmiş idim. Yalnız çekilmediğini de.. kaldı ki, batının kokoşlarından daha doluydu doğunun varoşları.. kalabalık kaldıkları bi evleri vardı ;önce bi apartmanda, sonra bahçeli bi müstakil binada. Giderdik beraber, içkimizi içer sohbetimizi ederdik. Ben koskaoca üniversite hayatım boyunca, sadece o adamlarla şiir konuşabildim. Mumlar yakar, şiirler okurlardı. Ben pek iyi değilim okuma işinde ama onlar ne güsel okurlardı.. hele bir çocuk vardı, sinan.. ne güsel yazardı be.. tüyleri diken diken olurdu insanın, onu dinlerken.. hepsi az çok kalem tutan insanlardı, ben de fena sayılmazdım. Arada bi oyun oynardık, tamalamaca oyunu. Ama kafamızın güsel olması gerekirdi iyice, çünkü kimse içmeden o kadar cesur olamıyordu. Birimiz bi şiir yazmaya başlardı.bi kıtasını ya da içinden gelen kadarını yazar bırakırdı. Kimse görmezdi onu. Sonra biraz içer, konuşurduk. Kim yazdıysa ilk bölümü, o anlatırdı yazdıklarını, yazdıklarının içindeki yansımasını. Sonra herkesin yüzüne bakar, birini seçer, sen devam et derdi. Seçilen kişi; ilk yazılan bölümü görmeden, tamamen az önceki sohbetin etkisi ile yazardı. Bu; bu şekilde sürerdi ve en son kişi de yazıp bitirince, tüm kağıtlar sıraya konup, sırayla okunurdu. Birbirinden bağımsız kelimeler, kıtalar arka arkaya gelince; öyle muhteşem şeyler çıkardı ki ortaya… o kadar ayrı, bi o kadar aynı hissedişler… bazen aşk şiirleri olurdu yazılanlar, bazen sefalet… genelde aşka yazarlardı onlar. Aşkı severlerdi çok… çok aşık olurlardı, sevdiler mi de çok severlerdi. Şıpsevdi derdik mesela bi tanesine. Ayda bi kere aşık olma potansiyeli vardı kendisinde. Ama o kadar çok severdi ki, yalan oğlum hislerin diyemezdik. Ona yazar, onu yazardı. Okurdu, dinlerdik…
Facebooktaki fotolarımdan birine yorum yazmış, bu arkadaşlarımdan biri. Genelde güsel çıktığım fotoları koymayı tercih ediyorum oraya. Ama bi kaç tane de kıymetli resim var ki, öcüye de benzesem, koymadan edemedim. Kucağımda sarı kedimiz ile, mutluluktan kısılmış gözlerimle baktığım bir resim. Ev hali, saç baş dağınık; olsun. Işte o resmin altına demiş ki “ ben seni böle seviyorum be, süslü püslü halin sen değil gibi sanki” ben seni anlıyorum arkadaşım. Ne demek istediğini anlıyorum. Okul koridorlarında, sarı uzun saçlarıma, makyajlı yüzüme, topuklu çizmelerime yaklaşmazdınız.. tamımaz gibi davranırdık birbirimizi. Arada bi hatır sorcak kadar. Ama akşamları giderdik size, bana bi eşofman altı verirdiniz, makyajımı silerdim, saçımı toplardım, bağdaş kurup otururduk sınırlı sayıdaki küllüklerin etrafına. Bi içer, bi konuşurduk, bi içer bi yazardık.. siz benim o halimi severdiniz.
Ve ben de şimdi, bu hayatıma duyduğum hevesi yavaş yavaş kaybetmeye başladığım şu günlerde; sizin kadar konuşabileceğim kimse olmadığı için hayatımda, yıllardır şiir yazmadığım için belki; çok özlüyorum o halimi.. keşke hala orda olsak. O bıraktığımız yerde.. di mi ama ya?



6.05.2009

KuyRuK AcıSı

keşke diyorum bazen, hayata fln daha duyarlı bi insan olsaydım. mesela şu mardinde yaşanan vahşeti eleştirmek için bi kaç kelam edebilseydim. aslında yazmak için konu arayan biri, şu ülkede konusuz kalmaz. ama ben kalabiliyorum. çünkü o kadar umursamaz bi yapım var ki... bunu dünya yansın umrumda değil gibi bi bakış açısıyla yapmıyorum. üzülüyorum, yüreğim dağlanıyor. ama sonra unutuyorum. bu özellik, insanlarla küs kalamamam gibi bir özellik de getiriyor yanında. hiç kimseyle dargın kalmaz mı bi insan yahu? ne kazıklar yedim şu ahir ömrümde, ne gözyaşları döktüm. sonra; aradan geçen zaman ve yaşadığım acının büyüklüğüne göre, bana o acıyı yaşatan kişiye hiç bişi olmamış gibi davranmayı başardım ve üstelik bunun için çaba sarfetmedim bile. sanırım artık yakınımdakiler de bu özelliğimi iyice bellediler ki, kimse beni kırmaktan korkmaz oldu."nasıl olsa, 1 haftaya kalmaz unutur" diyorlar heralde.unutuyorum da...
olayları unutmuyorum elbet fakat yaşadığım acı hafifleyince, çok önemsiz gözüküyor gözüme ve kızgın kalmaktan vazgeçiyorum.
hatta yaşadığım bi olayı anlatmak zorunda hissediyorum konuyla ilgili...
ilk üniversitemi bırakıp, ikincisine girmeden önceki dönemde geçiyor hikaye. pek yakın bi arkadaşım var. diyelim adı ayşe olsun. ayşe ve ben bir araya geldik mi, normal hayatta yapmadığımız muzurlukları yapıyoruz. bildiğin kötü kızlar oluyoruz yani. geceleri dışarı çıkıyor, sex and the city tadında takılıyoruz. içiyor, eğleniyor, çapkınlık yapıyoruz. hayat beraberken boş ve eğlenceli. öyle gecelerden birinde, yanımıza yakın bi erkek arkadaşımızı da aldık, dışarı çıktık. arkadaş bizi gitmekten keyif aldığı bi mekana götürdü, canlı müzik fln olan, alternatif bi mekan. biz ayşe ile açtık radarları, çapkınlık peşindeyiz. derken bizim bu arkadaşın yanına (hadi ona da ahmet diyelim) bi arkadaşı geldi. amanın çocuk nası yakışıklı! bizim dibimiz düştü. birbirimizi dirsekleyerekten, itişip kakışaraktan olay mahaline yaklaştık. çocukla tanıştık. diyelim bu çocuğun adı da mehmet olsun.o gece dördümüz pek eğlendik. mehmetin bi arkadaşı geldi sonradan yanımıza. ev arkadaşıymış. diyelim onun ismide murat oldun. gerçi biraz isim karmaşası oldu ama, iader et. geceyi 5 kişi pek eğlenerek sürdürdük. bu burak kod adlı arkadaşımızın kadıköyde bi cafe'si varmış. laf arasında geçince, bunlar tutturdular, oraya gidelim.. ışıkları fln pek yakmadan orda takılalım. maksat müşteri gelmesin. biz de yedik. iyi ki de yedik :) kalktık gittik efenim, yedik içtik, evlerimize dağıldık. ertesi gün biz ayşe ile rahat duramıyoruz... aklımız çocukta kalmış. gerçi ben pek cool takılıyorum. ayşe salyalarını akıttıkça, ben "o kadar da değildi cnm" kabilinden bi kaç laf geveliyorum. dedik ki, kalkalım, gidelim çocuğun cafe'sine. nitekim giyindik, süslendik gittik. ikisi de orda mı? amaaaan, gözlere şenlik :) gerçi bu cafe sahibi, burak kod adlı çocuk pek çikin bişi ama, adam mekan sahibi diye bişi diyemiyoruz.dedik ki "biz dün gece gittiğimiz bara gidicez bu gece de. isterseniz siz de gelin" bunlar bıyık altından güldüler önce.. sonra dediler ki" orası pazartesi günleri kapalı" nası göt olduk :D
neyse dediler ki, "isterseniz bizim eve gidelim. orda takılırız. içki var, müzik var." biz de olur dedik.. çok özgür ve kendi ayakları üstünde duran genç kadınlarız ya.. ev de kadıköyde, yakın hemen. dedik burdan rahatça döneriz de eve. neyse gittik.. bu mehmet kod adlı ve çok yakışıklı olan arkadaşımız bizi eve kadar götürdü, sonra içecek bişiler almak için, tekrar çıktı. aman eve bi girdik, bok götürüyo. dedik bi yardımımız dokunsun çocuklara, iki el atalım şu eve. bi de acele ile yapıyoruz ki, geldiğinde sevinsin :) nitekim başardık da. mehmet kapıyı açtı, içeri girdi, salonu gördü......... ve bi başladı bize bağırmaya.. "siz ne hakla benim evimi toplarsınız. belki sizin görmemeniz gereken şeyler var. kendinizi ne sanıyosunuz" fln.. dumur olduk.. adamdan evini topladığımız için binlerce kez özür dileyip, bi de aynen geri dağıttık :)
sonrasında ortam yumuşadı, içkilerimizi içmeye başladık. bu arada cafe sahibi arkadaş bizimle değil, cafe kapanınca gelecek. sonra benim arkadaş, ayşe, dikkat çekmek için olsa gerek; "benim uykum geldi, biraz kestireyim" deyip yatacak bi yerler aranmaya başladı. mehmet de onu yatağına yatırdı. hatta bayaa bi arkada kaldılar da, kıllandım.. sonra yanıma geldi. biz sabaha kadar konuştuk.. allaaam ama nası mutluyum ben... çocuk bana bariz yazılıyo, benim midemde kelebekler... arada ayşe gelip, "gitmicek miyiz, yatmıcak mısınız siz, uykum kaçtı benim" fln gibi şekilllerde sabote etmiş olsa da; biz o geceyi pek güsel geçirdik.
sabah bizi evde bırakıp işe gitti mehmet, biz de kapıyı çekip çıktık ayşe ile. ben kendimi naza çekmek için kendisine "bilemiyorum ne desem. aslında çok hoşsun ama" kabilinden bişiler saçmalamıştım da, şöle bi mesaj atmıştı bana; hala unutmam. "buddha der ki, kapı ya kapalıdır, ya açıktır. aralık diye bişi yoktur" ayaklarımın yere basmadığını ama ayşeden de saklamak zorunda olduğumu hatırlıyorum. kimden geldi mesaj diye sorduğunda kardeşime ya da başkalarına bok atıyodum :)
neyse, uzatmamayım hadiseyi.. biz mehmetle uzun olmasa da bi süre görüştük. ben onun yanında çok çok mutlu oluyor ve her aşık kadın gibi ağzımı açamıyordum. sonrasında bi gece, evde film izlediğimiz bi esnada, apansızın terketti beni. durup dururken, hiç bir sebep sölemeden ve çok duygusuzca. hayatımdaki ilk terkedilişimdi o benim. büyük bi gururla evden çıktım, minübüse bindim. ama nasıl ağlıyorum bi yandan. minübüs şöförü sordu, bişeyin mi var diye. ben de tersledim adamı. "yok bişeyim, şu dolmuş kalksa da gitsek diye bekliyorum" dedim. meğer yanlış minübüse binmişim, adam büyük bi olgunlukla beni doğru minübüse bindirmişti hatta. kuzene gitmiştim o gece ama yürüyemediğimi hatırlıyorum yollarda. hayatta o kadar büyük bi acı çekmemişim gibi hissediyodum o anda. sanki ben onsuz nefes alamazmışım gibiydi, pek fenaydı. gece boyunca sabaha kadar böğüre böğüre ağladım, mehmete zavallı mesajlar attım falan. ondan bana gelen, unutmadığım ikinci ve son mesaj da bu esnada geldi zaten. "polly, yapma böle. yakında hepsi geçer, unutursun. daha fazla düşürme kendini" kim olsa delirir di me? ben de delirdim. sabaha kadar tepine tepine ağlasam da aramadım kendisini bi daha.
aramadım ama unutamadım da. aylarca acısını çektim. ne evinin önünden, ne ev arkadaşının cafe'sinin önünden geçebildim. tanıştığımız bara da gidemedim, kadıköyde gezerken bile huzursuz oldum hep. zaman bi şekilde geçti, ben normal hayatıma döndüm. aylaaaar sonra ayşe ile görüşmeye karar verdik. buluştuk bi barda, başladık anlatmaya. ben önce mehmetin beni ne kadar mutlu ettiğini, sonra nasıl da ağzıma sıçtığını anlattım ona. yer yer gözlerim doldu, yer yer sinirden sesim yükseldi. nerdeyse en ince ayrıntısına kadar, bi saate yakın anlattım durdum. sonra da " eeee, sende ne var ne yok" deme gafletinde bulundum. hatun sanki ben bi sattir başka bişiden bahsediyomuşum gibi, bana "biz mehmetle beraberiz. inanılmaz mutluyuz. beni şöle seviyo, şuramdan şöle öpüyo. valla ayaklarımı yerden kesiyo" demez mi? neye uğradığımı şaşırdım elbet. yaşadığım dumur sesimin çıkmasına engel oldukça, ayşe anlatmaya devam etti. nerdeyse bi saat de o anlattı.
o akşam ayşenin yanından ayrılıp eve döndüğümde, hala aklım başımda değildi. aklım almakta zorlanıyor, kalbim sızlıyordu. benim için yeni bi salya sümük dönemi başlamıştı. yıllardır sevdiğim arkadaşım hakkında ileri geri konuşmaya başladım, iç sesimle. onda ne bulduğunu anlamıyordum. hele de bende bulamayıp da onda bulduğu ne olabilirdi? ayşe ki, ben ne dersem yaparak gelmişti şu yaşına kadar. benim oku dediğim kitapları okumuş, benim anlattığım şeyleri, kendi yaşamış gibi benimsemişti. kendine ait ne bir kültür birikintisi, ne bir hobisi ne bir özelliği vardı. tek farkımız onun benden daha uzun olmasıydı belki..
aylarca görüşmedim ayşe ile. görüşürsem, bana yine mehmetle olan mutlu ilişkilerini anlatır diye korktuğumdan...
ama sonra geçti benim acım. unuttum herşeyi. ayşe ile konuşmaya başladık sanal sanal da olsa.mehmetten ayrılmış, eski sevgilisine dönmüştü. gerçi ona eski sevgili de denemez. çocuk askerdeyken bunu boynuzluyordu ayşe işte. mehmet de bu boynuzlardan biriydi sadece. sonrasında o akşam gittiğimiz barda çalan grubun solistini de elden geçirmişti benim pek gevşek arkadaşım. ama eski çamlar bardak olmuştu işte.bi gün buluşmaya karar verdik. ikimizin de muzurluk yapası tutmuştu. çıktık bi gece yine, süslenip püslenip. fakat gittiğimiz yerde mehmetle karşılaşmadık mı? yanımıza pek yaklaşmadı, sonra da çekip gitti. ben pek bakmadım ona doğru. çünkü aradan geçen onca zamana rağmen, dizlerim titremişti gördüğüm anda. gece eve döndüğümüzde ayşeye bi mesaj atmış olduğunu gördik. "ikinizi bir arada görünce kendimi çok öküz hissettim" yazmış.. biz sadece güldük geçtik.
biz ayşe ile arkadaş kaldık. ta ki, sevgilisi askerden gelene kadar. çocuk yediği tüm boynuzları bir bir öğrenip, teker teker hesabını sormaya kalkınca; ayşe de bütün suçu benim üstüme atmış. yok mehmet zaten benim arkadaşımmış. bardaki grubun solisti çocuk da zaten bana asılıyomuş. vesaire vesaire. bi de onun sevgilisine yalan sölemekle uğraştım. fakat ne kadar inandırıcı olursam olayım, ortada değişmeyen bir aldatılmış adam gerçeği vardı ve suçlu da bendim :) çocuk ayşenin benimle görüşmesine izin vermemiş bi daha. kötü kadınım ya ben, herşey benim suçum ya, ayşeyi de ben yoldan çıkardım ya...
yani o kadar kazığı yedim, -bi erkek için kız arkadaşını asla satma- felsefesi çerçevesine ayşeyi affettim; ama noldu? kötü olan ve görüşülmemesi gereken ben oldum.
yıllar sonra, facebook medeniyeti kendini gösterdiğinde, ayşe beni buldu. beni çok özlediğini, bi türlü ulaşamadığını fln yazmış, telini vermiş, mutlaka aramamı sölemiş. ben de aradım. bi kere görüştük. allam, şimdi düşünüyorum da, bendeki bu unutkanlık da az buz değil yani... sonrasında erkek arkadaşından gizli buluştuğunu öğrendim benimle. çocuk hala nefret etmekteymiş benden. ve ayşe bana sonunda "kusura bakma pollyciğim, seni çok seviyorum ama sevgilime de yalan sölemek istemiyorum. maalesef daha fazla görüşemem seninle" dedi!
arkadaşımın dürüstlük abidesi oluşunu bu vesile ile burdan bir kez daha tebrik etmek istiyorum.ayrıca yıllardır bir dargın bi barışık olduğu sevgilisi ile hala evlenememiş olmasını, istanbul sınırları içerisinde aldatmadığı adam kalmadığı halde kendisini bırakamayan zavallı bi adamla olmak zorunda kalışını, ailesinin ve bizzat kendisinin çektiği tüm acıları; bana yaşatmış olduğu bu acılara bağladığım da eklemek istiyorum.
of yoruldum ya..
demek ki neymiş? unutkan olup kırgın kalamamak da matah bi özellik değilmiş. hatta fazla gevşek bırakılırsa "mezhebi geniş" liğe kadar yolu var. aman dikkat gençler diyorum. konuyu nerden bağlayacağımı da bilmediğimden, burda direk kesiyorum.
PS: allah belanı versin Mehmet Kod Adlı Manyak!
Bugün, çok uykum olduğundan olsa gerek; hiçbişi yapasım yok.
Ama bu kez evde tembel tembel yatmak değil, içimden gelen..
Bu kez, eskilere dönüş yaşamak istiyorum sanki..
Misal, şu saatlerde güneşten kısılmış gözlerimi “kadıköy karga”nın rutubetli karanlığına emanet edebilmeliydim .
Müşterisizlikten mütevellit, en sevdiği şarkıları çalan barmen ve benden başka da kimse olmamalıydı orda.
Masada tek başıma oturmalı, kaldırmakta zorlandığım bardaklardan biralar içmeliydim.
Biram bittikçe, bara gidip kendim almalıydım..
Müziğin sesi, iç sesimi bastırmalı; yorucu bir arınma süreci yaşamalıydım.
Bir süre sonra, kafamın güzel olmaya başlaması ile; daha çok içmeli, hemencecik sarhoş olmalıydım.
Dengemi muhafaza etmeye çabalayarak, çıkmalıydım bardan.
Amaçsızca yürümeliydim bir süre.
Eski sokakları arşınlamalı, tanıdık yüzler aramalıydım.. pek tabi, bulamamalıydım..
Üzülmeliydim..
Benden geçtiğine hükmetmeli, daha da hüzünlenmeliydim.
Yüzümün küçük göstermesi, içimde kopan fırtınaları küçültmüyor ya; attığım kahkahaların şenliği, içimi dışıma yansıtmıyor ya..
Aynen öyle...

Yaşı küçükken insanın, ne çok arkadaşı oluyor...
Nasıl da hiç yalnız kalmıyor...
Hiç dikkatinizi çekti mi, yaşlılar hep yalnızdır.
Tek başlarına ya da eşleri ile yaparlar herşeyi.
O da, eşleri sağ ise mümkün tabii.
Hiç de garipsemeyiz bu durumu aslında.. gözlerimizin çok alıştığı bir manzaradır çünkü, sorgulamayız...
Peki neden?
Gençken insan, o kadar rahat güveniyor ki insanlara...
Kendinden başka hiçbirşeyi olmuyor, savunması gereken. Ne paranın kıymeti oluyor o günlerde, ne sağlığın..
Ama yaşı büyüdükçe; zor kazandığı parayı harcamaya korkar oluyor...
Güvenip de paylaştığı sırlarını, başkalarının ağzından duyunca; konuşamaya korkar oluyor.
Sevgililer aldattıkça, arkadaşlar kazık attıkça yalnızlaşıyor insan.
Aynı hatayı bir kez daha yapmamak için, temkinli olmak diyor adına..
Alamıyor kimseyi, yanına yakınına...

İşte kalabalık gruplarla gezdiğim, şen kahkahalarımın inlettiği o sokaklardan; tek başıma ve sessiz sedasız geçmeliydim bu sefer...
Yalnızlığımdan ve sessizliğimden aldığım teyit ile, bir kez daha hükmetmeliydim benden geçtiğine.
Hatta gülüşerek gelen bir grup çoluk çocuktan da, özenle kaçmalıydım...
Ne neşelerine, ne de enejilerine tahammül edemediğimi saklamaya çalışarak...

Sokaklar boyunca yürüdükten sonra; aslında yalnız kalabileceğim, huzur bulabileceğim bir kuytu köşe aradığımı farkedip, irkilmeliydim....
Her nerede olursa olsun, sessizliğin sükunetini aradığımı anlayıp, daha da kaçmalıydım içime...
Evime dönmeliydim sonra...
Belki bakkaldan iki üç bira alıp, sessiz ve huzurlu evime dönmeliydim.
Sessizliğinin de, gürültüsünün de dozunda söz sahibi olduğum; istediğim kadar ısıtıp, istediğim kadar soğutabildiğim; ne kadar içeceğimi düşünmek zorunda kalmadığım tek yere...
Başladığım yere dönmeli ama farketmemiş gibi yapmalıydım...
Kürkçü dükkanı gibi değil de, harika bir butik otel muamelesi yapmalıydım evime...
Bu biraz kabulleniş, çokça da vazgeçiş...
Farkındayım ama...
Değilmiş gibi yapmalıydım...
Hayal bile kuramadığımı da itiraf edecek değilim, değil mi?







hep sahip olmak isteyip de, bi türlü sahip olamadığınız şeyler vardır ya hayatta... hani paran olur, aklına gelmez..ya da paran yoktur, için içini yer.. neticede asla sahip olmazsın..işte bu yazımda, onları listelemek istedi deli gönlüm...

1. siyah, dizaltı, straplez bi elbise..
2. kırmızı, yüksek topuklu ayakkabılar
3. milliyet sanat dergisi aboneliği
4. michael buble arşivi (orjinal peşinde bile değilim)
5. la traviata'yi dünya gözüyle izleyebilmek
6. bi tane bile olsa, hakkaten pahalı, tasarım ve muazzam bi çanta
7. bir köpek yavrusu
8. odam için giyinme paravanı
9. spor salonu üyeliği

şimdilik aklıma gelenler bunlar.
hatta ben sizin de bu konudaki görüşlerinizi, isteklerinizi merak ettim şimdi. format ta belli. hadi burdan mimleyeyim o zaman birilerini.. yazın gari :)

* bi dost
* missipipi
* pijamalı kontes
* puck

hadi bakalım :)
3.05.2009

pazar saçması

bir pazar sabahı da uyuyamayacaksa bu bünye, ne işe yarayacak?
sabah altı buçukta kalkılır mı?
gerçi benim gibi; göğsünde bir hırıltı duyan ve nefes almakta zorlanan herkes kalkardı heralde, saat daha altı buçuk demeden..
çok sıkıldım artık ben bu alerji bokundan yaw...
ne olacaksa olsun, ben de kurtulayım, tıp da kurtulsun; di me ama?

uyandığımdan beri pc başındayım ki, şimdi baktım; takriben 3.5 saat olmuş.. günlerdir okuyamadığım tüm blogları okudum. eski yazıların akadar hem de.. çok keyifliydi be :)
hatta hızımı alamayıp, kendi blogumu da okudum. diğer blogumu.
aslında pazar sabahı uyuyamayan rahatsız bünye ile ilgili saçma bi yazı yazmaktı niyetim. lakin işte, diğer blogu okuyunca sinirlerim bozuldu. sabahın bu saatinde, ki normal şartlar altında benim için hala sabahın körü, hüzünlere gark oldum. ne yerli yerdsiz duygu dalgalanımları yaşayan bi insanım ya.. ve bunu da nası gereksiz buluyorum aslında.
düz bi insan olmayı isterdim mesela. hep belli bi modda, çok az sapmalar olası bi tek. en fazla aklın abişi gelip, gülümseyen otobüse fln. oysa ben öle miyim? durup duruken, kahkaha atabilirim yollarda... ya da çalışıp duruken hüzünlenip, akan gözyaşlarımın suçunu alerjiye atabilirim..
bu pazar sabahı, yine göztepedeyim. sabahın bu saatinde, internet bulmuş olmamı, buna bağlayabiliriz. dün yine iki kedili eve geldim ve henüz doğal alerjik reaksiyonlarımdan fazlasıyla karşılaşmadım diyebilirim. yani beni uyandıran nefes problemi var tabi ama, onu fasülyeden sayıyorum şimdilik :) belki de kediye alerjim yoktur :) mesela bi tanesi ayaklarımın üstünde uyuyo şimdi, ne güsel hayvandır ya...
neyse efenim, bugün istanbulda havanın 19 derece olması bekleniyomuş. temiz hava ve bol güneş ile muhattab olacakmışız.hakkımızda hayırlısı diyor, pek erken başladığım bu pazar gününden maximum verim almak için, elimden geleni ardıma koymayacağımı yazmadan edemiyorum.
bu vesile ile de herkeşlere iyi pazarlar diliyorum... ilk bakkala giden, bana da kola alsın :)
Sabah işine gitmeye çalışan masum kadın, sessizce metro durağına yaklaşır. Güvenlik görevlisinden, metro hakkında bilgi alır. Metroya biner, 1 mayıs nedeniyle son durak ilan edilmiş mecidiyeköyde iner. Polislere sorar, “taksime nası gidicem ben?” polis asık suratlı, “yürüyerek” .... peki der sabah işine gitmeye çalışan masum kadın, başlar yürümeye. Bir yandan bu resmi tatil gününde çalışmak zorunda oluşuna küfretmektedir, bir yandan da nereden baksan 45 dakikasını alacak olan yola...
Derken ilerden bir toz bulutu görünür, insanlar üzerine koşmaya başlar.. korkuyla geri yürümeye başlar o da. Ara sokaklardan panzerler ve polisler fışkırmaya başlar. “bu kadar kişi ve bu kadar panzer nereye saklanmıştı acaba önceden” diye düşünmekten kendini alamaz sabah işine gitmeye çalışan masum kadın. Kendini güvenli saydığı bir noktaya atar ve neler olduğunu izlemeye başlar. İki ayrı sendikanın arasında, polislerin de menzilinde kaldığını farketmesi uzun sürmez. Fakat gidecek yeri de yoktur. Bir köşeye pısıp, bekler. Bir süre sonra insanlar yeniden koşmaya başlarlar. Bu defa daha hızlı. Ne olduğunu anlamaz ama kaçacak yeri de olmadığından, ölece durur sabah işine gitmeye çalışan masum kadın... derken gözleri yaşarmaya, ciğerleri yanmaya başlar. Bu hissi tanımaktadır; biber gazı... etrafından gaz maskesi takmış gazeteceiler ve eylemciler akmaktadır ama sabah işine gitmeye çalışan masum kadın olduğu yere çakılmış gibidir adeta.
Uzun süren bir bekleyiş ve ciğerlerinin nispeten normale dönmesinin ardından yeniden, büyük bir azimle işine gitme eylemine devam eder. Bu kez de polis barikatı ile karşılaşır. Yüzünde en masum ifadesi ile yaklaşarak “benim işe gitmem lazım” der. Oysa asık suratlı gudubet polisin onun masum ifadesine ayıracak zamanı yoktur. “bu benim problemim değil” der. İşte bu tersleme ile sabah işine gitmeye çalışan masum kadın dönüşür. Sinirlenmiştir ve artık geri dönüşü yoktur. Sinirlendiğinde yaptığı gibi hızlı hızlı konuşmaya başlar polislerin topunun suratına. “ bak kardeşim.. senin görevin iyi ile kötüyü ayırt etmek. Burda her önüne geleni terslemek için dikilmiyorsun neticede. Bunca yıllık özgeçmişinin bi getirisi olarak; beni, şurda birbirini taşlayan eylemcilerden ayırmayı başarman beklenirdi. Bana ezberden söylenen kısır cümlelerle değil, çözümlerle gel” Polis gerçekten şaşırmış görünür. İşte o anda sabah işine gitmeye çalışan masum kadın, polisin vereceği tepkiden, bir an için bile olsa tırsar. Fakat blöf işe yaramış, polisin kafası karışmıştır. “alt yoldan gidebilirsiniz bayan” der ve arkasını döner polis. sabah işine gitmeye çalışan masum kadın ise kazandığı zafer ile polisin tarif ettiği yöne yürümeye başlar. 10 dakika kadar yürüdükten sonra ne kazandığı zaferin bi anlamı kalmıştır, ne de işe gitmenin. Bulabildiği ilk boş taksiye kendini atar ve “istersen tüm istanbulu dolaştır ama ne olur beni iş yerime ulaştır” der. Taksi şöförü de, kendisini mümkün olan en kısa yoldan iş yerine ulaştırır.
Macera da burda biter...
Ama saçları hala biber gazı kokmaktadır, sabah işine gitmeye çalışan masum kadının...
 
MüTeveLLi HeYeTi © 2009. BaLıK GöZüNDeN İNeK!