oldum olası sevmedim zamirleri...
sizinle alakası olduğundan değil, haşa...
bunlar şunlar...
keşke diyorum...
bu kadar ötekileştirmesek..
birbirimizi hani..
bi sen bi de ben zaten...
türkçe bize kısır...
için
Büyük yaşamak lazım...
küçücük hayatlarımızın içine sıkışmışken, büyük işler yapamayız maalesef...
düşeceksin...
parçalanacak dizlerin..
ağzın burnun bi dağılacak..
sürüneceksin iyice...
ki büyük olabilsin yaptığın her şey..
acının içinden geçmeden, "miş gibi" ile olmuyor bu işler...
eğreti oluyor, güzel durmuyor...
yaşayıp da yazan ile, miş gibi yazan arasındaki fark, hemen anlaşılıyor...
çok karışık kafam...
ne yapmak istediğime hala karar verebilmiş değilim...
rahatımdan fedakarlık edemiyorum ama büyük yaşamak da istiyorum bir yandan...
büyük sürünmek, büyük ağlamak, büyük acılardan geçmek...
izim kalsın diye dünyaya..
nasılsa hepimizi defolup gideceğiz ya...
bari adım kalsın diye..
bir bakarsın; güler yüzlü, kahkaha kıyamet.. gittiği yere neşeden başka bir şey götürmez.. herkes onunla konuşmak için can atar, oturduğu masa anında dolar...
oysa bu insanlar matruşka gibidir..
eve girdikleri gibi, üstlerindeki o karakteri soyunup, altından bambaşka bir karakter çıkarırlar...
hüzünlü, yorgun, ağlamaklı...
o kadar zordur ki böyle insan olmak...
bir öyle bir böyle yaşamak, o uçtan bir diğer uca savrulmak...
o kadar yorucudur ki...
ha bilerek yapmazlar bunu.. ellerinde değildir aksi...
yanlarında biri varsa, ister istemez o kılıfı geçirirler üstlerine..
gerçekten yalnız kalana kadar da, kendileri gibi olamazlar...
işte bu insanlar için söylenmiştir belki de "kalabalıklar içinde yalnızlık" deyimi...
etrafları çok kalabalıktır ama aslında çok yalnızlardır...
en acıklı aşk şiirlerini yazanları sohbet programına alanlar, o programı izleyenler; inanamazlar o bilek kestiren dizeleri o kişinin yazdığına...
karşılarında gülümseyen, son derece esprili birini gördüklerinde hayretler içinde kalırlar...
ya da en acıklı şarkıları yazanlar...
bambaşkadırlar ya hani konserlerinde...
yıldız tilbe mesela...
sezen aksu mesela...
o şarkıları yazdıysan, çoktan kesmeliydin o bilekleri değil mi?
ama durum başka...
bambaşka hatta...
birden fazla karakter barındırıyor bu insanlar bedenlerinde...
hangisinin ne zaman üste çıkacağını kontrol edemeden hem de...
arkadaşlarla oturup yemek yerken mesela, boğazına bir yumru düğümlenmesi ile; eline ilk geçirdiği peçeteye, kitleleri intihara sürükleyecek tek satırlık bir şey karalayıp, hiçbir şey olmamış gibi yemeğe devam edebilirler..
kontrol edilemeyen bir yaratıcılık...
çoğu yaratan insanın, çareyi intiharda bulmasının nedeni de bu olsa gerek...
der ya Ali Lidar...
"kafamda, susmaları için yalvardığım sesler var"
kafanızda o sesler, içinizde hiç terketmeyen bir hüzün ve derinlerde kontrol dahi edemediğiniz başka bir insan ile yaşamak...
buyrun, kararı siz verin...
aynı kişi midir, bu ikisi?
içimizden geçenler yüzümüze falan yansısa da, bunca kelimeyi dizmesek ip gibi...
çünkü ne kadar kelime cambazı bile olsak; tam anlatamıyoruz ya, malumunuz...
bir de üstelik "elimden geleni yaptım ama olmadı" oluyor...
başarısızlık hikayesi...
anlaşılamayacak kadar bohem olduğumuzdan falan da değil esasında...
herbirimiz aynı bokun laciverdiyiz..
aslan yüreklinin biri çıkıp anlatıverse, hepimiz altına imza atıcaz aslında...
ama nedense en bohem ve dahi en katlanılamaz acılara biz gark olmuşuz gibi di mi?
bi yerden yırtmamız lazım hacı...
yaşanmaz ki yoksa, bu tip bi farkındalıkla!
tabii ki en özel sensin şu hayatta!
öldükten sonra anlaşılacak kıymetin; tek farkla....
yıllar var, kendimi anlatıcam diye yırtınıyorum...
duvarlara toslamaktan, nasır tuttu sağım solum...
bu ne azimdir, bu ne cevvallik!
belki de hepimizin adına konuşacak ve altına da imzanızı toplayacak o aslan yürekli ben olayım istiyorumdur..
zerre umrumda olmadığınızı söylesem?
özelim ve dahi en bohem benim ya; elbette kendi sefil dünyamda..
o yüzden işte, o aslan yüreklilik payesini kimselere yedirmem!
yıllardır kursağımdan geçmedi, tek paye...
bu payeyi de size yedirmem...
şuracıkta yazıyor olacağım, gözüm üstünüzde...
ben kendimle meşgulken, beni hoşnut tutunuz..
hepimiz adına kahramanlık yapıyor olacağım..
şimdi değil belki ama, öldükten sonra anlayacaksınız kıymetimi...
siz iyisi mi; şimdiden ona göre organize olunuz...
Erkek olmak, doğumsal bir kusur (XX kromozomlarından birinin kuyruğunun kırılması sonucu XY olması)
Adam olmak ise, ulaşılmış bir mertebe!
Hadi şansın yoktu, erkek doğdun...
Bari bunu telafi etmeye çalış..
Adam olmaya çalış!
Nasıl olacaksın adam?
Eğiterek kendini!
Kusurlarını kapatmak için uğraşarak elbet...
Bir kere cesur olacaksın!
Bugün "şöyleyim, böyleyim" diye kendini överken, sağda solda pazularını şişirken; yarın sevgilinin önünde dikilip doğru söyleyemiyor, korkudan karşısına bile çıkamıyorsan...
Hayatındaki kadından fellik fellik kaçıyor, yüzleşmekten korktuğundan saklanacak delik arıyorsan...
Verecek cevabın olmadığını; telefonlarını açmayarak ya da mesajlarına cevap vermeyerek cümle aleme duyuruyorsan...
"Erkekler şöyle ister, kadın da böyle olmalı" gibi saçma aforizmaların var ise ama karşılığında, masaya koyacak hiçbir şeyin yoksa...
Sadece istiyor, aldıklarının bedelini ödeyemiyorsan...
Çarşafını, gömleğini, çorabını bile değiştirmeyi beceremiyor ama her nasılsa herşeyin en iyisine layık olduğunu düşünüyorsan...
...................................................................................................................
Sen olmamışsın arkadaş!
Kusurlusun işte!
Nasıl doğduysan, öyle kalmışsın...
Bir arpa boyu yol alamadan ölüp gideceksin!
Bari az ötede nefes al da, kıymetli oksijenimizi telef etme!
Sadece var olarak bile, fark yaratıyorsun..
Ve aldığın tek bir nefes bile, bu dünyayı daha iyi bir yer yapmaya yetiyor...
Ve çok şükür ki, bunu görebilen sadece ben varım...
Kim olduğunu bilen, kim olduğunu gören...
Çok yalnızım dünyada, bu bakımdan...
Ve bu yalnızlık, hayatım boyunca en çok gurur duyduğum yalnızlık!
o kadar çok isterdim ki; köhne bir meyhanede, bi ufak rakı söyleyip, bir başıma dikkat çekmeden oturayım..
saatlerce aynı masadan kalkmadan, bir elimde kadeh, diğerinde kalem; yazayım da yazayım...
hatta belki sarhoş olayım...
ama kimse bana bakmasın, kimse beni yadırgamasın...
eve gidemeyecek kadar sarhoş olsam bile, en fazla bir taksi çağırsınlar bana...
ne daha fazla ihtimam isterim, ne alaka...
düşeceksem de, sokakta düşüp kalayım...
kimse de yardım etmeye yeltenmesin..
ayyaş desinler ama rahatsız da etmesinler..
korksunlar hatta, yollarını değiştirsinler...
gecelerde yerim olsun isterdim..
korkmadan sokaklarda gezebileyim...
sabaha karşı kendimi yollara vurabileyim...
tek başıma, güneşin doğuşunu izleyebileyim sahilde...
elimde bir bira ile mesela...
belki de erkek doğmalıydım..
çünkü bunları kadın olarak da yapabilirim ama göze almam gereken riskler çok fazla..
üstelik çekirge bile en fazla iki defa zıplar sağlıklı şekilde..
üçüncü de....
ya da belki başka bir ülkede doğmalıydım...
belki
belki
belki.....
azıcık unutabilseniz!
içtiğiniz ve tuvalete kadar size yarenlik eden onca %45'ten biraz fayda görseniz...
anlık şuur kayıplarının ötesine geçebilseniz..
hayalleriniz olsa bayım!
biraz öngörünüz...
kıyamam size ben, ne güzelsiniz...
bir an değil, şu an değil, hadi canım bu an hiç değil...
bi an ama.. herhangi bir anlamında..
ingilizce anadilimden daha manalı..
beni ana dilimde eğitseniz...
tamam yahu, onu bile unutsanız..
ana dilinizi bile gerekirse, ah ama keşke unutsanız; unutabilseniz..
dünya bilmem kaç yıldır var ve hiç bir duvar konuşmamış şimdiye kadar bayım...
hayalleriniz olsa derken, bahsettiğim bu değildi; gerekirse yemin bile edebilirim...
nasıl güzel ayaklarınız, lakin yere basmalı...
tüm ağırlığınızı vermelisiniz, sevdiğiniz kadına...
ister yatay, ister dikey pozisyonda...
lami cimi yok bayım, sevmelisiniz..
eşek sudan gelinceye kadar...
eşek sudan gelene kadar, biraz çekirdek çitler misiniz?
en heyecanlı yeri başlıyor hayatın..
benimle idrak eder misiniz?
Beni azıcık bile olsa sev...
diye yalvaracak...
hatta belki ağlayacak...
ertesi gün inkar edecek..
tüm delilleri yok edecek..
inanmayacak..
inandırmayacak...
yok...
artık yok...
aslında hiç olmadı...
günler geçiyor cancağızım...
sevmek için çok erken...
ayrılmak için çok geç...
bulunduğum yerden...
yoksa siz...
siz beni bilir misiniz?
karşınızda koltuğa sere serpe yayılamamış kadının birini,
adının birinden tanır mısınız?
hafızanıza güvenir misiniz peki?
kime güvenirsiniz bayım siz, kime!
kim var hayatınızda sırtınızı yaslayabileceğiniz?
kim kaldı bayım, kim?
biraz çekirdek ister misiniz?
en güzel sahnesi başlıyor ömrün...
Uyuyamıyorum ya :(
vallahi sonunda çıldıracağım...
11'de girdiğim yataktan, 2 saatlik çabam sonucunda pes edip kalktım..
takriben 1,5 saattir de, pc başında oturup uykumu çağırıyorum..
işte tam bu esnada dinliyorum mabel matizi..
bir kutu kola ve 2 sigara içtim bu esnada..
kolada kafein de var, sıçtık :(
çok da sıcak üstelik..
tamam kış gelmesin ama, azıcık sonbahar görseydik...
"sallıyorum bol keseden, sağa sola zor değil"
okul da açılıyor üstelik yarın (artık bugün)
ekle sil haftası ve bi sürü öğrenci çullanacak başıma..
odalar değiştirilecek, taşınma işi tepemde..
bir de biriken işler, yerine getirilmeyi bekleyen komutlar var..
yapılması gereken işler, çözülmesi gereken sorunlar, atılması gereken mailler fln var..
var da var!
ve ben uyuyamıyorum!
yarın (artık bugün) tüm bunlarla cebelleşecek olmama rağmen; uyuyamıyorum!
ayrıca aptal saçlarım da şekle girmiyo ya!
kestirmez olaydım şu kahkülü!
"deniyordum seni, sen seversin bunu"
hayatımda yazdığım en aptalca blog yazısı olabilir.
uykusuzluk neler yaptırıyor insana!
oldu o zaman...
beni bu günüme getirdiler falan, boşversene!
bu güne değil, belki çok daha iyi yerlere götürecekti, doğru seçimler...
sanki çok güzel bi noktadayım da, bi de afferin bana mı diyeceğim?
insanın kendisi için çaba harcayacak takati olmalı...
sen kendin için çaba sarfedecek hevese, güce ya da kararlılığa sahip değilsen; kader ne yapsın..
anca arkasından kahpe dersin!
atatürkçü de olsa, şeriatçı da olsa...
yahu bir düşünün arkadaşım!
bizim karşı çıktığımız; bölücülük, ayırımcılık, ötekileştiricilik değil mi?
ben kürdüne de, alevisine de, sünnisine de, ateistine de, eşcinseline de kucak açıyorum!
insanca yaşamak için, birlikte yaşamak için; denenmemiş bir şey denemek istiyorum!
ne kürt insanını dışla, ne başörtülü kardeşini dışla!
ne atatürkçüsünü dışla, ne dincisini dışla!
neden bu elitizm?
ama onlar cahil!
yok ya!!!!!
ne münasebet yahu!
cehalet, kişi tarafından seçilen bir şey değil ki!
kolejde okuduysan, bu ananın babanın hakkı, sen ne yaptın bunun için?
yok öyle dünya arkadaşım!
benim en büyük sırlarımı paylaştığım insan kürt, omzunda ağladığım insan başörtülü!
ne onu, ne diğerini ezdiririm sana!
sen kendini yücelteceksin diye, ne birini ne diğerini yem ederim sana!
ben iki kardeşimi de yanımda görmek istiyorum..
ikisini de dinlemek istiyorum...
imkanlar çerçevesinde, üçümüze de eşit özgürlük istiyorum...
ne kürdüm, ne aleviyim, ne başka bişeyim...
insanım ben..
sen de öyle ol istiyorum...
can bonomo'nun "bana bir saz verin" şarkısında şöyle bir replik geçer.
"yırtasım var hafız dünyayı ikiye
ne iskenderin denizleri, ne nuhun gemisi kalacak geriye"
aha işte aynen bu moddayım!
dünyayı ortadan ikiye ayırasım, açılan yarıktan kafamı çıkarıp, "orda hayat var mıııı?" diye sorasım var...
herşeyi deniyorum lan, vallahi..
ama yok, olmuyor!
sabah erken kalktım mesela, bi değişiklik olsun dedim..
sabahın altı buçuğunda köpekleri yürüyüşe çıkardım.
sonra attım arabaya sahile götürdüm..
deniz kıyısında poğaça yedim, köpeklere bile deniz kenarında peynirli poğaça ile kahvaltı ettirdim..
eve geldim bi heves..
dalayım dedim eve bi.. temizleyeyim baştan aşağı..
ama yok!
olmuyor!
ne sabah erken kalkmak, ne tuhaf değişiklikler yapmak, ne de niyetlenmek yetmiyor işte!
şu an da mesela, fena darlanmış durumdayım.. naapsam, naapsam?
yok ki lan burda yapcak bişi!
ya içeceksin!
ya darlanmaya devam edeceksin
ha içince ne oluyo?
aynı bokun laciverdi...
bu defa sarhoş kafayla darlanıyosun...
bunu diyeceğim aklıma gelmezdi ama, okul mu açılsa lan acaba?
Resmen izole oldum burda! Bu minik sahil kasabasinda, tum hayattan izole olmus gibi hissediyorum kendimi.. Uzak, habersiz, disarda... Yanimda, eski hayatimdan kimse yok. Yeni hayatim dedigim hayattan ise sadece bi kisi... Kimsenin mutluluguna dahil olamiyorum, acisina uzagim "yakin"larimin...
Tek basimayim hayatta... Bildigin tek.. Kocaman anlamlar tasiyan, uc harfli zavalli bi kelime baktiginda..
Bi keresinde "kalabaliklar icinde yalnizlik da neymis, bre burjuva; basbayagi, kimsesizlik icinde deli gibi yalnizlik" yazmistim.. Afferin lan bana, ne guzel anlatmisim halimi..
Kucukken yalniz kalmayi beceremedigim icin, hayatima anlamsiz insanlar almaya yeltenmem sonucunda, annem psikiyatriste goturmustu beni.. Simdi o psikiyatrist gelsin de, tum o freudyen bakis acisiyla otursun bakayim koltuguma.. "Yalnizliga alisman gerekiyor, herkes aslinda yalnizdir" gibi safsatalarini soylesin bana bi daha..
Dolu dolu 11 aydir, hatta az daha iyimser baksam 12 aydir yalniz yasiyorum.. Ole bildigin yalniz yasamak gibi degil ama benimkisi.. Tum arkadaslarim ve ailemden 1000 km uzaktaki bi yalniz yasamak.. Bildigin, iliklerine kadar yalniz yasamak!
İliklerim bile yalniz lan, bahsi acilmisken!
adamın elinde bok gibi para var, gitmiş istiklal caddesinden kocaman bi yer tutmuş, salon haline getirmiş, dayamış döşemiş..
sonra da kendini yetenekli addedip, oyunlar piyesler yazmış..
her oyununun başrolüne kendi çıkmış..
tek sezonda 3-4 oyun yazmış, hepsinde oynamış..
yetmemiş, yazdığı oyunları kitap haline getirmiş, parası neyse vermiş, bastırmış, dağıttırmış, reklamını yaptırmış..
sonra işte bir bakıyorsun, sahnede perde arkasından soğan tutulmadan ağlamayı beceremeyen hödük, olmuş sana komple sanatçı!
yazar, yönetmen, oyuncu!
hele bir de, parası sayesinde iyi/tanınmış oyuncularla dost olmayı başardıysa; o oyuncuların jüri üyesi olduğu festivallerden ödüller bile toplar kucak kucak!
"kendine ait sahnesi olan, yazan-yöneten-oynayan-ödüllü" leri bir getirin gözünüzün önüne...
kaç tanesini, gerçekten kaliteli yapımlarda gördünüz?
kaçı iyi işlerden teklif aldı?
kaç tiyatro sahibi, televizyondan teklif aldı mesela?
"televizyonu kalitesiz buluyorum, gelen teklifleri derhal reddediyorum" demelerine bakmayın...
öylesine yeteneksiz, öylesine ruhsuzlar ki; kimsenin aklının ucuna bile gelmiyorlar, oyuncu seçimleri sırasında...
sonra da sanki kendileri reddetmiş gibi, bir afra bir tafra...
az önce bunlardan bir tanesinin yeni sezon oyunlarından birinin reklamını gördüm de...
paşam yine döktürmüş, bir sezonda 4 oyun..
yazmış, yönetmiş, oynamış...
sinirim zıpladı!
pirim vermeyin şu şımarık, yeteneksiz, beceriksizlere gözünüzü seveyim!
bu ülkede çok çok yetenekli olduğu halde, maddi gücü olmadığı için üç kuruşa o hödüklerin yanında çalışmak zorunda kalan öyle oyuncular var ki!
onları bulun, arayın, keşfedin, takdir edin...
tabii ki, bunlar sadece oyunculukla ilgili durumlar değil.. sanatın hemen her dalında var bu..
ama ben bugün buna taktım..
başka bir nefret gününde de, onları yazarım artık...
bu kadar işimin gücümün arasında, bir de müdür yardımcılığı çıktı başıma ya!
ya zaten haftada 32 saat derse giriyorum, ki okuldaki her hocadan daha fazla...
bölümdeki her öğrencinin danışmanı benim zaten..
program koordinatörüyüm, bölüm başkanıyım, farabi koordinatörüyüm, erasmus koordinatörüyüm!
bir de bu çıktı başıma!
bir dünya angarya!
en çok da odamı değiştirmek zorunda kalmaktan nefret ediyorum!
ben eski işyerimden bu nedenle soğumuştum!
masamı değiştirmemeleri için yalvarmıştım da, yine de bakmamışlardı gözümün yaşına..
aslında manevi bağlarımızın koptuğu nokta orasıydı..
burda da olmuştu benzer bişi, odamı değiştirmek istemişlerdi de müdürün karşısına çıkıp anlatmıştım aynen böyle..
soğurum burdan demiştim, manevi bağımı kaybederim demiştim..
benim deli olduğuma hükmetmişti sanırım ama neticede odamda kalmıştım..
bu sefer kaçışım da kalmadı..
şimdi o kocaman ceviz mobilyalı makam odasına yerleşmek ve kendimi rahatsız hissetmek zorundayım!
"terfi almış, şikayet ediyor" gibi algılanmak istemem çünkü bu bir terfi değil!
bu sadece ekstradan yapılan angarya bi iş..
yeterlilikle alakası olmayan, herkese sırayla vuran bir piyango!
bişi değil, müdür yardımcılarının mecburi ders sayıları da düşer sözde.. ama ben zaten fazladan 8 saat derse giriyordum, sorumluluğumun ötesinde...
mecburi ders saatim yarı yarıya inse ne olacak?
16 saat fazladan derse girmek ve ücretini alamamak demek bu!
nefret ediyorum!!!