Bu ülkede çok güzel işler yapılıyor..
Bu ülkede gerçek oyuncular yetişiyor..
Gerçek yönetmenler, kostümcüler, sahne ve dekor tasarımcıları...
Şiddetin ne demek olduğunu bilen insanlar bunlar..
Acı çekmenin, uyuşukluğun, varlık ve yokluğun...
Olmanın ne demek olduğunu bilen insanlar...
Rol yapan değil; o salonda, iki saatliğine -o adamlar- olan insanlar...
Küfrederken ağzından salyalar saçan, yumruklarken kemikleri acıyan, tekmelerken sarsan/sasılan...
O iki saatte elleri, omuzları, kemikleri moraran...
Gerçekten çektiği acıdan inleyen adamlar..
Erkek bedenine hapsolmuş, zarif bir kadına can verirken iki saat boyunca; asaletle ağlayan...
Gözyaşlarına hakim olamadığı yerde, izleyicisinden bile saklamaya çalışan.
Tasvip edilmeyecek olanı canlandırırken, o adamı gerçekten öpen...
Elindeki silahı, kardeşinin alnına dayamışken; korkudan ve hüzünden zangır zangır titreyen..
Görmediğimiz, görmemek için maddi bedeller ödediğimiz tüm şiddeti; yine bir maddi bedel karşılığında yüzümüze vuran adamlar...
“Bu dünyada bunlar oluyor amına koyiim” diyen adamlar...
Para karşılığında herşeyi alırsın dedirten olaylar..
Gencecik oğlan çocuklarını; parası olana önce dövdüren, sonra düzdüren sonra da öldürten adamlar...
Bir oğlan çocuğunun zamansız ölümü ile, yakınındaki zavallıyı şiddete yem edebilen...
Gözünü bile kırpmadan “elvis öldü ama bu da onun kadar biliyor şarkının sözlerini, al bunu sik” diyebilen adamlar..
“o da olur” cevabını alan ve yalvara yalvara saçından sürüklenirken “abi yapmayın nolur” diye ağlayan en masumlar..
Zavallılığın birbirine bağladığı gencecik adamlar...
Nefretle seven birbirlerini..
Hayatlarının bir noktasında, hep birbirlerini kurtarmış...
Hayatta kalmalarına yardımcı olmuş ve birbirlerinden başka dostu da düşmanı da olmayan adamlar..
Hayatta kalmak için uyuşturan, hayatta tutmak için döven adamlar..
Birbirlerine sahip çıkan ama en zor yollara hep birbirlerini atan adamlar...
“bir gün sizi koruyamayacağımı anlarsam, kendi ellerimle öldürürüm”
Ve hep bacağında silah taşıyan bu yüzden..
Alnına dayanan namludan çok korkan ve bu korkuyu hergün yaşayan...
Tahrip edici hikayelerini, bağıra çağıra yanında taşıyan...
İnsan neticede, korkudan en yakınındakini bırakıp kaçan..
Bunun vebalinini sessizce saklayan ama...
Kıyamayan, bunun için öldüresiye döven...
Kıyamayan, bunun için öldüresiye söven...
“seni o kadar seviyorum ki, evire çevire dövebilirim”
“ben seni o kadar seviyorum ki, çevire evire dövebilirim”
İki saat boyunca zekasıyla mücadele eden, hafızasına yenik düşen bir zavallının; ölmek üzereyken hatırladığı
“hatırladım abi, biz uzay kovboylarıyız”
Gözyaşı, ter ve salya ile ıslanmış; yırtık kitap sayfaları ile dolu zeminde; iki saat sürünüp dayak yedikten/dövdükten sonra, kalkıp giden o adamların ardından titreyen ellerimin ve tutmayan dizlerimin hakkından –one shot teqiula- ile geldim ben.
Ellerini sıkıp teşekkür ederken, tükenmişliklerini farkettiğim o adamlar..
Bunu “bile bile” yapan.
O iki saatte, kendilerini sayfa sayfa yırtıp, dekora katan adamlar..
Midemi yakan, ağzımı kurutan o his, hala içimde...
Biliyorum, hiç bir şey eskisi gibi olmayacak bundan sonra..
Olmasın da zaten.
-Vücudu boğa, kafası adam- olan o “şey” ile labirentten çıkana kadar konuşmak; iyi bir fikir olabilir Elliot.
Ama “vücudu insan, kafası boğa” ise, hiç bir işe yaramaz; kapıya bağladığın ip..
“ne farkeder amına koduğumun gerizekalısı?”
“sensen farkeder amına koyim!”
İşte şimdi sert bir içkiye ihtiyacım var..
Yine...
Hassiktir...
Bu ülkede gerçek oyuncular yetişiyor..
Gerçek yönetmenler, kostümcüler, sahne ve dekor tasarımcıları...
Şiddetin ne demek olduğunu bilen insanlar bunlar..
Acı çekmenin, uyuşukluğun, varlık ve yokluğun...
Olmanın ne demek olduğunu bilen insanlar...
Rol yapan değil; o salonda, iki saatliğine -o adamlar- olan insanlar...
Küfrederken ağzından salyalar saçan, yumruklarken kemikleri acıyan, tekmelerken sarsan/sasılan...
O iki saatte elleri, omuzları, kemikleri moraran...
Gerçekten çektiği acıdan inleyen adamlar..
Erkek bedenine hapsolmuş, zarif bir kadına can verirken iki saat boyunca; asaletle ağlayan...
Gözyaşlarına hakim olamadığı yerde, izleyicisinden bile saklamaya çalışan.
Tasvip edilmeyecek olanı canlandırırken, o adamı gerçekten öpen...
Elindeki silahı, kardeşinin alnına dayamışken; korkudan ve hüzünden zangır zangır titreyen..
Görmediğimiz, görmemek için maddi bedeller ödediğimiz tüm şiddeti; yine bir maddi bedel karşılığında yüzümüze vuran adamlar...
“Bu dünyada bunlar oluyor amına koyiim” diyen adamlar...
Para karşılığında herşeyi alırsın dedirten olaylar..
Gencecik oğlan çocuklarını; parası olana önce dövdüren, sonra düzdüren sonra da öldürten adamlar...
Bir oğlan çocuğunun zamansız ölümü ile, yakınındaki zavallıyı şiddete yem edebilen...
Gözünü bile kırpmadan “elvis öldü ama bu da onun kadar biliyor şarkının sözlerini, al bunu sik” diyebilen adamlar..
“o da olur” cevabını alan ve yalvara yalvara saçından sürüklenirken “abi yapmayın nolur” diye ağlayan en masumlar..
Zavallılığın birbirine bağladığı gencecik adamlar...
Nefretle seven birbirlerini..
Hayatlarının bir noktasında, hep birbirlerini kurtarmış...
Hayatta kalmalarına yardımcı olmuş ve birbirlerinden başka dostu da düşmanı da olmayan adamlar..
Hayatta kalmak için uyuşturan, hayatta tutmak için döven adamlar..
Birbirlerine sahip çıkan ama en zor yollara hep birbirlerini atan adamlar...
“bir gün sizi koruyamayacağımı anlarsam, kendi ellerimle öldürürüm”
Ve hep bacağında silah taşıyan bu yüzden..
Alnına dayanan namludan çok korkan ve bu korkuyu hergün yaşayan...
Tahrip edici hikayelerini, bağıra çağıra yanında taşıyan...
İnsan neticede, korkudan en yakınındakini bırakıp kaçan..
Bunun vebalinini sessizce saklayan ama...
Kıyamayan, bunun için öldüresiye döven...
Kıyamayan, bunun için öldüresiye söven...
“seni o kadar seviyorum ki, evire çevire dövebilirim”
“ben seni o kadar seviyorum ki, çevire evire dövebilirim”
İki saat boyunca zekasıyla mücadele eden, hafızasına yenik düşen bir zavallının; ölmek üzereyken hatırladığı
“hatırladım abi, biz uzay kovboylarıyız”
Gözyaşı, ter ve salya ile ıslanmış; yırtık kitap sayfaları ile dolu zeminde; iki saat sürünüp dayak yedikten/dövdükten sonra, kalkıp giden o adamların ardından titreyen ellerimin ve tutmayan dizlerimin hakkından –one shot teqiula- ile geldim ben.
Ellerini sıkıp teşekkür ederken, tükenmişliklerini farkettiğim o adamlar..
Bunu “bile bile” yapan.
O iki saatte, kendilerini sayfa sayfa yırtıp, dekora katan adamlar..
Midemi yakan, ağzımı kurutan o his, hala içimde...
Biliyorum, hiç bir şey eskisi gibi olmayacak bundan sonra..
Olmasın da zaten.
-Vücudu boğa, kafası adam- olan o “şey” ile labirentten çıkana kadar konuşmak; iyi bir fikir olabilir Elliot.
Ama “vücudu insan, kafası boğa” ise, hiç bir işe yaramaz; kapıya bağladığın ip..
“ne farkeder amına koduğumun gerizekalısı?”
“sensen farkeder amına koyim!”
İşte şimdi sert bir içkiye ihtiyacım var..
Yine...
Hassiktir...
0 yorum:
Yorum Gönder