Cumartesi günümü, ilk kez gittiğim istinye park alışveriş merkezinde geçirdim efenim.
Paylaşmak isterim....
Sinemeya gitmek niyetiyle çıktığımız yolculuğumuzun hedef noktasının, neden istinye park olduğunu; şu şekilde özetleyebilirim sanırsam.
Sinema salonlarının çok güsel olduğunu duymuş idim... ve fekat, gitme şansım olmamıştı hiç. Bu kez şeytanın bacağını kırmak istedim. Kırdım da... istersem yaparım J
Bir de; farklı bir alışveriş mekanı olduğu söyleniyordu. Uluslararası markaların mağazaları vardı, olacak şey değildi. Hem de ucuzdular, söylenene göre...
Gittik, gördük; yok öle bişe...
Ay yalan olmasın, gezmedim ya...
Girdik, sinema bileti aldık, yemek yedik, kahve içtik, iki ayakkabı mağazası gezdik, sinemaya girdik ve çıktık.
Yani hep aynı katta, dolandık durduk..
Bilmem ben, ne vardı ne yoktu...
Ama burda asıl bahsedilmesi gereken; öyle heryerde göremeyeceğiniz “beyaz türkler” idi bence.. malum; alışveriş merkezlerinde sigara içilmiyor. Benim gibi sigara tiryakileri ise, yağmur çamur demeden, soluğu kapı önlerinde alıyor. İlk sigara molamızı yemekten sonra verdik, pek doğal olarak... kapı önünde biriken güruhun yarısından çoğu kadındı, bu bence enteresan bir anektod.. ayrıca –kaliteli hizmet- adı altında sunulmak istenen vale hizmeti, ayrı bir paradoks sundu bizlere. Hemen kapı girişinde bulunan vale deskinde görevli kişi, kapı önünde biriken kalabalığı, tavuk kışkışlar gibi kapı önünden uzaklaştırmaya çalışıyordu ve hiçkimse de buna hiç ses çıkarmıyordu. Fotoselli otomatik kapı, her harekette açıldığından ve hava hallice soğuk olduğundan; kapı önünde görev yapan adamın sıtkı sıyrılmıştı anladığım kadarıyla. Bir türlü kapanmayan kapı ve bir türlü ısınmayan görev alanı.. Adam, sigara içenlere “yav, kapı önünde dikilmeyin; açılın şöle biraz.. allah allah yav” şekilnde bağırdıkça; insanlar küçük adımlarla sağa sola çekilmekte fakat yeni gelenler yeniden kapı önünde birikmekte; adamcağız aynı uyarıyı 5 dakikada bir tekrarlamak zorunda kalmakta idi.
Asıl beyaz türk güruhuna burda rastlamadık ama. Sinemadan çıkınca, alışveriş merkezinde daha fazla vakit geçirmenin anlamsızlığına kanaat getirdiğimizden olsa gerek; eve dönmeye karar verdik. Lakin saatlerdir nikotinsiz kalmış bünyeye bayram ettirmek lazım gelirdi. Biz de öle yaptık. Kapıdan çıkınca, hemen birer sigara yaktık. Yağmur da dindiğinden, vale görevlisini sinirlendirmeksizin, kapıdan uzak bir yere konuşlandık. Bir sigara içimlik sürede, ki takriben 5 dakika sürer; 3 ayrı lüks araba yanaştı kapı önüne. Her bir arabanın şöförü vardı ve arkada oturan kişilerin kapılarını açan şöförlerdendi bunlar. Arabayı durdurmasıyla, arabadan atlayıp arka kapılara yapışması bir oluyordu. Ortalama bir pit-stop süresinde, arka koltuk kodamanları, arabalarından inmiş oluyorlardı.
Söz konusu arabalardan inenler ise ayrı bir inceleme konusu bence. Bilmem dikkat eder misiniz. Hani şöle fashion tv fln izleyenleriniz varsa, orda sergilenen pek çok kıyafetin ya da tasarımın diyelim, günlük hayatımızda sırtımıza geçirmeyeceğimiz şeyler olduğunu bilirsiniz. Tuhaf renkte pantolonlar, abuk kesimli bluzlar, korkunç yüksek topuklu ayakkabılar ya da en kıllı yurdum krolarını bile ibneye benzeten fular enstanteneleri...işte o lüks arabalarının, şöförlerinin açtığı kapılarından inen beyaz kodaman türkler; o defilelerden fırmalış gibilerdi.. mesela adamın biri turuncu, dar kesimli ve dar paçalı bir pantolon, altında uzun burunlu bir deri ayakkabı (uzun burunlu diyorsam , hakkaten uzun burunlu.. ya da adamın ayağı 56 numara ), üstüne ipek gibi görünen beyaz bir gömlek, boynuna yeşil bir fular (sanırım o da ipekti), ve üstüne de şu an rengini hatırlamadığım kruvaze bir ceket giymiş idi. Elinde cep telefonu ve anlam veremediğim bi kaç bişi tutuyordu. Yanında da iki tane kadın vardı. Anne kız olduğunu tahmin ettiğim bu kadınların, aralarındaki yaş farkı sadece yüzlerindeki kırşıklıktan ayırt edilebiliyordu. Ne kadar olsa, kozmetik de yaşı bir yere kadar gizleyebiliyor.. ikisi de birbirine benzer şeyler giymişlerdi. Üstünde durmakta zorlandıkları yükseklikte topuklu çizmeler, daracık pantolonlar ve geniş dekolteli bluzlar. İkisinin de üstünde kürk vardı bi de. Çantalarını dirseklerinde taşıyorlardı, ikisi de...
Ben hayatımda ilk defa, böle tipler gördüm... televizyonda “cemiyet hayatının önde gelen simaları” olarak bahsedilenler, bunlar olsa gerekti. Boğazdaki yalılarında çıkıp, nedense ağzına kadar halk dolu olan bir alışveriş merkezine gelmişlerdi. Belki de bir defile ya da gala fln vardı o akşam, bilemiyorum. Ama bu kadar çok beyaz türkün, 5 dakikalık bir zaman aralığında aynı yere gelmeleri tesadüf olamaz. Ya da hep geliyorlar da, ben pek oralarda olmadığım için, bilemiyorum.
Sinemaya gelecek olursak; “slumdog millionare” adlı filmi izledim. Sevimli, sıcak bir filmdi. Neden bu kadar çok oscar aldığını bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Akademinin işine akıl sır ermez diyip geçiyorum. Ama hint filmi olgusuna sadık kalıp, filmin sonuna sıkıştırdıkları dans sahnesi pek başarılıydı. “Oscar da alsa, milyonlarca kişi tarafından izlense de; wollywood, wollywood’dur” dedirtti bizlere...
Paylaşmak isterim....
Sinemeya gitmek niyetiyle çıktığımız yolculuğumuzun hedef noktasının, neden istinye park olduğunu; şu şekilde özetleyebilirim sanırsam.
Sinema salonlarının çok güsel olduğunu duymuş idim... ve fekat, gitme şansım olmamıştı hiç. Bu kez şeytanın bacağını kırmak istedim. Kırdım da... istersem yaparım J
Bir de; farklı bir alışveriş mekanı olduğu söyleniyordu. Uluslararası markaların mağazaları vardı, olacak şey değildi. Hem de ucuzdular, söylenene göre...
Gittik, gördük; yok öle bişe...
Ay yalan olmasın, gezmedim ya...
Girdik, sinema bileti aldık, yemek yedik, kahve içtik, iki ayakkabı mağazası gezdik, sinemaya girdik ve çıktık.
Yani hep aynı katta, dolandık durduk..
Bilmem ben, ne vardı ne yoktu...
Ama burda asıl bahsedilmesi gereken; öyle heryerde göremeyeceğiniz “beyaz türkler” idi bence.. malum; alışveriş merkezlerinde sigara içilmiyor. Benim gibi sigara tiryakileri ise, yağmur çamur demeden, soluğu kapı önlerinde alıyor. İlk sigara molamızı yemekten sonra verdik, pek doğal olarak... kapı önünde biriken güruhun yarısından çoğu kadındı, bu bence enteresan bir anektod.. ayrıca –kaliteli hizmet- adı altında sunulmak istenen vale hizmeti, ayrı bir paradoks sundu bizlere. Hemen kapı girişinde bulunan vale deskinde görevli kişi, kapı önünde biriken kalabalığı, tavuk kışkışlar gibi kapı önünden uzaklaştırmaya çalışıyordu ve hiçkimse de buna hiç ses çıkarmıyordu. Fotoselli otomatik kapı, her harekette açıldığından ve hava hallice soğuk olduğundan; kapı önünde görev yapan adamın sıtkı sıyrılmıştı anladığım kadarıyla. Bir türlü kapanmayan kapı ve bir türlü ısınmayan görev alanı.. Adam, sigara içenlere “yav, kapı önünde dikilmeyin; açılın şöle biraz.. allah allah yav” şekilnde bağırdıkça; insanlar küçük adımlarla sağa sola çekilmekte fakat yeni gelenler yeniden kapı önünde birikmekte; adamcağız aynı uyarıyı 5 dakikada bir tekrarlamak zorunda kalmakta idi.
Asıl beyaz türk güruhuna burda rastlamadık ama. Sinemadan çıkınca, alışveriş merkezinde daha fazla vakit geçirmenin anlamsızlığına kanaat getirdiğimizden olsa gerek; eve dönmeye karar verdik. Lakin saatlerdir nikotinsiz kalmış bünyeye bayram ettirmek lazım gelirdi. Biz de öle yaptık. Kapıdan çıkınca, hemen birer sigara yaktık. Yağmur da dindiğinden, vale görevlisini sinirlendirmeksizin, kapıdan uzak bir yere konuşlandık. Bir sigara içimlik sürede, ki takriben 5 dakika sürer; 3 ayrı lüks araba yanaştı kapı önüne. Her bir arabanın şöförü vardı ve arkada oturan kişilerin kapılarını açan şöförlerdendi bunlar. Arabayı durdurmasıyla, arabadan atlayıp arka kapılara yapışması bir oluyordu. Ortalama bir pit-stop süresinde, arka koltuk kodamanları, arabalarından inmiş oluyorlardı.
Söz konusu arabalardan inenler ise ayrı bir inceleme konusu bence. Bilmem dikkat eder misiniz. Hani şöle fashion tv fln izleyenleriniz varsa, orda sergilenen pek çok kıyafetin ya da tasarımın diyelim, günlük hayatımızda sırtımıza geçirmeyeceğimiz şeyler olduğunu bilirsiniz. Tuhaf renkte pantolonlar, abuk kesimli bluzlar, korkunç yüksek topuklu ayakkabılar ya da en kıllı yurdum krolarını bile ibneye benzeten fular enstanteneleri...işte o lüks arabalarının, şöförlerinin açtığı kapılarından inen beyaz kodaman türkler; o defilelerden fırmalış gibilerdi.. mesela adamın biri turuncu, dar kesimli ve dar paçalı bir pantolon, altında uzun burunlu bir deri ayakkabı (uzun burunlu diyorsam , hakkaten uzun burunlu.. ya da adamın ayağı 56 numara ), üstüne ipek gibi görünen beyaz bir gömlek, boynuna yeşil bir fular (sanırım o da ipekti), ve üstüne de şu an rengini hatırlamadığım kruvaze bir ceket giymiş idi. Elinde cep telefonu ve anlam veremediğim bi kaç bişi tutuyordu. Yanında da iki tane kadın vardı. Anne kız olduğunu tahmin ettiğim bu kadınların, aralarındaki yaş farkı sadece yüzlerindeki kırşıklıktan ayırt edilebiliyordu. Ne kadar olsa, kozmetik de yaşı bir yere kadar gizleyebiliyor.. ikisi de birbirine benzer şeyler giymişlerdi. Üstünde durmakta zorlandıkları yükseklikte topuklu çizmeler, daracık pantolonlar ve geniş dekolteli bluzlar. İkisinin de üstünde kürk vardı bi de. Çantalarını dirseklerinde taşıyorlardı, ikisi de...
Ben hayatımda ilk defa, böle tipler gördüm... televizyonda “cemiyet hayatının önde gelen simaları” olarak bahsedilenler, bunlar olsa gerekti. Boğazdaki yalılarında çıkıp, nedense ağzına kadar halk dolu olan bir alışveriş merkezine gelmişlerdi. Belki de bir defile ya da gala fln vardı o akşam, bilemiyorum. Ama bu kadar çok beyaz türkün, 5 dakikalık bir zaman aralığında aynı yere gelmeleri tesadüf olamaz. Ya da hep geliyorlar da, ben pek oralarda olmadığım için, bilemiyorum.
Sinemaya gelecek olursak; “slumdog millionare” adlı filmi izledim. Sevimli, sıcak bir filmdi. Neden bu kadar çok oscar aldığını bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Akademinin işine akıl sır ermez diyip geçiyorum. Ama hint filmi olgusuna sadık kalıp, filmin sonuna sıkıştırdıkları dans sahnesi pek başarılıydı. “Oscar da alsa, milyonlarca kişi tarafından izlense de; wollywood, wollywood’dur” dedirtti bizlere...
0 yorum:
Yorum Gönder