cam kırıkları saçıyorum yine ağzımdan.. bir kere yırtıldı mı ucundan, giderek büyüyor o yırtık.. kontrolden çıkıyor.. sivri sivri cam kırıkları, paslı çiviler, küçük jilet parçaları..
içimde nefessiz kalmış gibi acı çeken, ilgili merci önünde kendini ateşe veren bi yer var.. bir de durduk yere, öyle bir yakıyor ki canımı; acı boşaltıyorum ağzımdan... o sırada dokunan olursa tenime, en çok ona... ben aslında, kendi acımla başa çıkamıyorum...
söylediğim her bir kesici kelimenin muhattabına, nemli gözlerle bakıyorum. ben aslında en baştan sizi uyarıyorum. ama siz ısrarla tenime bir dokunma mesafesinde kalmayı seçiyorsunuz. sonra canınız yandığında, ilk çaldığınız kapı Hamurabi'ninki oluyor. yine, en çok benim canım acıyor..
iyisi mi; bırakın beni.. çekin gidin, yanımdan yakınımdan. benim; kendim dahil kimseye sunacak "iyi" kabilinden bi şeyim yok.. gözlerimde akmaya hazır yaşlarla, deniz suyu içmiş kadar susuzum... üstelik çare olmadığınızı göremeyecek kadar büyük egolarınız.. beni bırakın; yıkılan eski meyhanelere çıkan, bu harap caddelerde..
bir çizgi daha aşılmadan, ben uysal bir kız çocuğu olamayacağımı üç milyonuncu defa keşfedip yeni buhranlara gark olmadan..
ve lütfen, talepkar olmayın bana.. lütfen..
2 yorum:
"kendim dahil kimseye sunacak 'iyi' kabilinden bi şeyim yok.." bu yazıyı yazabilen biri için bence durum tam tersi:)
bazen insan, tam da söylemek istediği söyler ya.. dolansız, dolambaçsız.. bildiğin, dümdüz.. bu da o "bazen"lerden biri; sevgili godsyndrome...
Yorum Gönder