keşke diyorum bazen, hayata fln daha duyarlı bi insan olsaydım. mesela şu mardinde yaşanan vahşeti eleştirmek için bi kaç kelam edebilseydim. aslında yazmak için konu arayan biri, şu ülkede konusuz kalmaz. ama ben kalabiliyorum. çünkü o kadar umursamaz bi yapım var ki... bunu dünya yansın umrumda değil gibi bi bakış açısıyla yapmıyorum. üzülüyorum, yüreğim dağlanıyor. ama sonra unutuyorum. bu özellik, insanlarla küs kalamamam gibi bir özellik de getiriyor yanında. hiç kimseyle dargın kalmaz mı bi insan yahu? ne kazıklar yedim şu ahir ömrümde, ne gözyaşları döktüm. sonra; aradan geçen zaman ve yaşadığım acının büyüklüğüne göre, bana o acıyı yaşatan kişiye hiç bişi olmamış gibi davranmayı başardım ve üstelik bunun için çaba sarfetmedim bile. sanırım artık yakınımdakiler de bu özelliğimi iyice bellediler ki, kimse beni kırmaktan korkmaz oldu."nasıl olsa, 1 haftaya kalmaz unutur" diyorlar heralde.unutuyorum da...
olayları unutmuyorum elbet fakat yaşadığım acı hafifleyince, çok önemsiz gözüküyor gözüme ve kızgın kalmaktan vazgeçiyorum.
hatta yaşadığım bi olayı anlatmak zorunda hissediyorum konuyla ilgili...
ilk üniversitemi bırakıp, ikincisine girmeden önceki dönemde geçiyor hikaye. pek yakın bi arkadaşım var. diyelim adı ayşe olsun. ayşe ve ben bir araya geldik mi, normal hayatta yapmadığımız muzurlukları yapıyoruz. bildiğin kötü kızlar oluyoruz yani. geceleri dışarı çıkıyor, sex and the city tadında takılıyoruz. içiyor, eğleniyor, çapkınlık yapıyoruz. hayat beraberken boş ve eğlenceli. öyle gecelerden birinde, yanımıza yakın bi erkek arkadaşımızı da aldık, dışarı çıktık. arkadaş bizi gitmekten keyif aldığı bi mekana götürdü, canlı müzik fln olan, alternatif bi mekan. biz ayşe ile açtık radarları, çapkınlık peşindeyiz. derken bizim bu arkadaşın yanına (hadi ona da ahmet diyelim) bi arkadaşı geldi. amanın çocuk nası yakışıklı! bizim dibimiz düştü. birbirimizi dirsekleyerekten, itişip kakışaraktan olay mahaline yaklaştık. çocukla tanıştık. diyelim bu çocuğun adı da mehmet olsun.o gece dördümüz pek eğlendik. mehmetin bi arkadaşı geldi sonradan yanımıza. ev arkadaşıymış. diyelim onun ismide murat oldun. gerçi biraz isim karmaşası oldu ama, iader et. geceyi 5 kişi pek eğlenerek sürdürdük. bu burak kod adlı arkadaşımızın kadıköyde bi cafe'si varmış. laf arasında geçince, bunlar tutturdular, oraya gidelim.. ışıkları fln pek yakmadan orda takılalım. maksat müşteri gelmesin. biz de yedik. iyi ki de yedik :) kalktık gittik efenim, yedik içtik, evlerimize dağıldık. ertesi gün biz ayşe ile rahat duramıyoruz... aklımız çocukta kalmış. gerçi ben pek cool takılıyorum. ayşe salyalarını akıttıkça, ben "o kadar da değildi cnm" kabilinden bi kaç laf geveliyorum. dedik ki, kalkalım, gidelim çocuğun cafe'sine. nitekim giyindik, süslendik gittik. ikisi de orda mı? amaaaan, gözlere şenlik :) gerçi bu cafe sahibi, burak kod adlı çocuk pek çikin bişi ama, adam mekan sahibi diye bişi diyemiyoruz.dedik ki "biz dün gece gittiğimiz bara gidicez bu gece de. isterseniz siz de gelin" bunlar bıyık altından güldüler önce.. sonra dediler ki" orası pazartesi günleri kapalı" nası göt olduk :D
neyse dediler ki, "isterseniz bizim eve gidelim. orda takılırız. içki var, müzik var." biz de olur dedik.. çok özgür ve kendi ayakları üstünde duran genç kadınlarız ya.. ev de kadıköyde, yakın hemen. dedik burdan rahatça döneriz de eve. neyse gittik.. bu mehmet kod adlı ve çok yakışıklı olan arkadaşımız bizi eve kadar götürdü, sonra içecek bişiler almak için, tekrar çıktı. aman eve bi girdik, bok götürüyo. dedik bi yardımımız dokunsun çocuklara, iki el atalım şu eve. bi de acele ile yapıyoruz ki, geldiğinde sevinsin :) nitekim başardık da. mehmet kapıyı açtı, içeri girdi, salonu gördü......... ve bi başladı bize bağırmaya.. "siz ne hakla benim evimi toplarsınız. belki sizin görmemeniz gereken şeyler var. kendinizi ne sanıyosunuz" fln.. dumur olduk.. adamdan evini topladığımız için binlerce kez özür dileyip, bi de aynen geri dağıttık :)
sonrasında ortam yumuşadı, içkilerimizi içmeye başladık. bu arada cafe sahibi arkadaş bizimle değil, cafe kapanınca gelecek. sonra benim arkadaş, ayşe, dikkat çekmek için olsa gerek; "benim uykum geldi, biraz kestireyim" deyip yatacak bi yerler aranmaya başladı. mehmet de onu yatağına yatırdı. hatta bayaa bi arkada kaldılar da, kıllandım.. sonra yanıma geldi. biz sabaha kadar konuştuk.. allaaam ama nası mutluyum ben... çocuk bana bariz yazılıyo, benim midemde kelebekler... arada ayşe gelip, "gitmicek miyiz, yatmıcak mısınız siz, uykum kaçtı benim" fln gibi şekilllerde sabote etmiş olsa da; biz o geceyi pek güsel geçirdik.
sabah bizi evde bırakıp işe gitti mehmet, biz de kapıyı çekip çıktık ayşe ile. ben kendimi naza çekmek için kendisine "bilemiyorum ne desem. aslında çok hoşsun ama" kabilinden bişiler saçmalamıştım da, şöle bi mesaj atmıştı bana; hala unutmam. "buddha der ki, kapı ya kapalıdır, ya açıktır. aralık diye bişi yoktur" ayaklarımın yere basmadığını ama ayşeden de saklamak zorunda olduğumu hatırlıyorum. kimden geldi mesaj diye sorduğunda kardeşime ya da başkalarına bok atıyodum :)
neyse, uzatmamayım hadiseyi.. biz mehmetle uzun olmasa da bi süre görüştük. ben onun yanında çok çok mutlu oluyor ve her aşık kadın gibi ağzımı açamıyordum. sonrasında bi gece, evde film izlediğimiz bi esnada, apansızın terketti beni. durup dururken, hiç bir sebep sölemeden ve çok duygusuzca. hayatımdaki ilk terkedilişimdi o benim. büyük bi gururla evden çıktım, minübüse bindim. ama nasıl ağlıyorum bi yandan. minübüs şöförü sordu, bişeyin mi var diye. ben de tersledim adamı. "yok bişeyim, şu dolmuş kalksa da gitsek diye bekliyorum" dedim. meğer yanlış minübüse binmişim, adam büyük bi olgunlukla beni doğru minübüse bindirmişti hatta. kuzene gitmiştim o gece ama yürüyemediğimi hatırlıyorum yollarda. hayatta o kadar büyük bi acı çekmemişim gibi hissediyodum o anda. sanki ben onsuz nefes alamazmışım gibiydi, pek fenaydı. gece boyunca sabaha kadar böğüre böğüre ağladım, mehmete zavallı mesajlar attım falan. ondan bana gelen, unutmadığım ikinci ve son mesaj da bu esnada geldi zaten. "polly, yapma böle. yakında hepsi geçer, unutursun. daha fazla düşürme kendini" kim olsa delirir di me? ben de delirdim. sabaha kadar tepine tepine ağlasam da aramadım kendisini bi daha.
aramadım ama unutamadım da. aylarca acısını çektim. ne evinin önünden, ne ev arkadaşının cafe'sinin önünden geçebildim. tanıştığımız bara da gidemedim, kadıköyde gezerken bile huzursuz oldum hep. zaman bi şekilde geçti, ben normal hayatıma döndüm. aylaaaar sonra ayşe ile görüşmeye karar verdik. buluştuk bi barda, başladık anlatmaya. ben önce mehmetin beni ne kadar mutlu ettiğini, sonra nasıl da ağzıma sıçtığını anlattım ona. yer yer gözlerim doldu, yer yer sinirden sesim yükseldi. nerdeyse en ince ayrıntısına kadar, bi saate yakın anlattım durdum. sonra da " eeee, sende ne var ne yok" deme gafletinde bulundum. hatun sanki ben bi sattir başka bişiden bahsediyomuşum gibi, bana "biz mehmetle beraberiz. inanılmaz mutluyuz. beni şöle seviyo, şuramdan şöle öpüyo. valla ayaklarımı yerden kesiyo" demez mi? neye uğradığımı şaşırdım elbet. yaşadığım dumur sesimin çıkmasına engel oldukça, ayşe anlatmaya devam etti. nerdeyse bi saat de o anlattı.
o akşam ayşenin yanından ayrılıp eve döndüğümde, hala aklım başımda değildi. aklım almakta zorlanıyor, kalbim sızlıyordu. benim için yeni bi salya sümük dönemi başlamıştı. yıllardır sevdiğim arkadaşım hakkında ileri geri konuşmaya başladım, iç sesimle. onda ne bulduğunu anlamıyordum. hele de bende bulamayıp da onda bulduğu ne olabilirdi? ayşe ki, ben ne dersem yaparak gelmişti şu yaşına kadar. benim oku dediğim kitapları okumuş, benim anlattığım şeyleri, kendi yaşamış gibi benimsemişti. kendine ait ne bir kültür birikintisi, ne bir hobisi ne bir özelliği vardı. tek farkımız onun benden daha uzun olmasıydı belki..
aylarca görüşmedim ayşe ile. görüşürsem, bana yine mehmetle olan mutlu ilişkilerini anlatır diye korktuğumdan...
ama sonra geçti benim acım. unuttum herşeyi. ayşe ile konuşmaya başladık sanal sanal da olsa.mehmetten ayrılmış, eski sevgilisine dönmüştü. gerçi ona eski sevgili de denemez. çocuk askerdeyken bunu boynuzluyordu ayşe işte. mehmet de bu boynuzlardan biriydi sadece. sonrasında o akşam gittiğimiz barda çalan grubun solistini de elden geçirmişti benim pek gevşek arkadaşım. ama eski çamlar bardak olmuştu işte.bi gün buluşmaya karar verdik. ikimizin de muzurluk yapası tutmuştu. çıktık bi gece yine, süslenip püslenip. fakat gittiğimiz yerde mehmetle karşılaşmadık mı? yanımıza pek yaklaşmadı, sonra da çekip gitti. ben pek bakmadım ona doğru. çünkü aradan geçen onca zamana rağmen, dizlerim titremişti gördüğüm anda. gece eve döndüğümüzde ayşeye bi mesaj atmış olduğunu gördik. "ikinizi bir arada görünce kendimi çok öküz hissettim" yazmış.. biz sadece güldük geçtik.
biz ayşe ile arkadaş kaldık. ta ki, sevgilisi askerden gelene kadar. çocuk yediği tüm boynuzları bir bir öğrenip, teker teker hesabını sormaya kalkınca; ayşe de bütün suçu benim üstüme atmış. yok mehmet zaten benim arkadaşımmış. bardaki grubun solisti çocuk da zaten bana asılıyomuş. vesaire vesaire. bi de onun sevgilisine yalan sölemekle uğraştım. fakat ne kadar inandırıcı olursam olayım, ortada değişmeyen bir aldatılmış adam gerçeği vardı ve suçlu da bendim :) çocuk ayşenin benimle görüşmesine izin vermemiş bi daha. kötü kadınım ya ben, herşey benim suçum ya, ayşeyi de ben yoldan çıkardım ya...
yani o kadar kazığı yedim, -bi erkek için kız arkadaşını asla satma- felsefesi çerçevesine ayşeyi affettim; ama noldu? kötü olan ve görüşülmemesi gereken ben oldum.
yıllar sonra, facebook medeniyeti kendini gösterdiğinde, ayşe beni buldu. beni çok özlediğini, bi türlü ulaşamadığını fln yazmış, telini vermiş, mutlaka aramamı sölemiş. ben de aradım. bi kere görüştük. allam, şimdi düşünüyorum da, bendeki bu unutkanlık da az buz değil yani... sonrasında erkek arkadaşından gizli buluştuğunu öğrendim benimle. çocuk hala nefret etmekteymiş benden. ve ayşe bana sonunda "kusura bakma pollyciğim, seni çok seviyorum ama sevgilime de yalan sölemek istemiyorum. maalesef daha fazla görüşemem seninle" dedi!
arkadaşımın dürüstlük abidesi oluşunu bu vesile ile burdan bir kez daha tebrik etmek istiyorum.ayrıca yıllardır bir dargın bi barışık olduğu sevgilisi ile hala evlenememiş olmasını, istanbul sınırları içerisinde aldatmadığı adam kalmadığı halde kendisini bırakamayan zavallı bi adamla olmak zorunda kalışını, ailesinin ve bizzat kendisinin çektiği tüm acıları; bana yaşatmış olduğu bu acılara bağladığım da eklemek istiyorum.
of yoruldum ya..
demek ki neymiş? unutkan olup kırgın kalamamak da matah bi özellik değilmiş. hatta fazla gevşek bırakılırsa "mezhebi geniş" liğe kadar yolu var. aman dikkat gençler diyorum. konuyu nerden bağlayacağımı da bilmediğimden, burda direk kesiyorum.
PS: allah belanı versin Mehmet Kod Adlı Manyak!
2 yorum:
öhh bee! kindar olmak gerekirmiş... gerekli bi özellikmiş :Pp valla, şoke oldum okiyim derken... yüreğim daraldı sonuna gelene kadar..
evet biraz uzun olmuş, ben de şimdi farkettim :)
Yorum Gönder